İnsan kendini bilmeye bugün nasıl başlamalı: Alemle uyumun hikmeti

Edip de aslında dili kullanmaz; dili yeniden yaratır. Bir yazarı anlamanın özel bir emek istemesinin nedeni önceleri onun dilini bilmeyişimizde yatar.
*
İnsanın kendini (nefsini) bilmesi/bulması daima içine dönmesi, içini kazıması demek değildir. İç kazısı nihayetinde psikanalizin öğrettiği bir yöntemken, insanın kendini bilmesi kadim bir ilkedir.
Bir işaret olarak âlemin neyi işaret ettiği insanın takip edeceği en emin yoldur. Zira insan âlemle birlikte varoluşunu idrak eder; ondan gayri değildir. Her şey bir takdirle ve hikmetle yaratıldığına göre insan kendi hakkındaki takdiri ve hikmeti, birlikte olduğu âlemin takdirini referans alarak idrak edebilir.
Her şeyin yaratılışına uygun olarak ‘olması gerektiği yerde olması’ hikmet gereğidir; dolayısıyla insanın kendini bilmesi/bulması âlemdeki yerini bilmesi/bulmasıdır.
İnsanın kendini bilmesi/bulması yolculuğu Allah’ı bilmeye/bulmaya doğrudur. İç kazı yapmak kendinde boğulmak, kendine gömülmek demektir; bu da kendinle zehirlenmek demektir.
Elma her yıl elma verir, bu onun takdiridir; bu yıl da kiraz vereyim diyemez. Buna mukabil insan diyebilen bir varlıktır. Neyi diyeceği, neyi dileyeceği ancak takdirinden haberdar olmasıyla mümkündür; ötesi heva ve hevesine tabi olmaktır. Haddizatında insanın kendini bilmesi, hakkındaki hayrı ve şerri bilmesidir. Bundan sonra dileyen hayrı seçer, ki hayrı seçmek Allah’ın yoluna girmek demektir; dileyen de şerri seçer, ki şer Allah’tan yüz çevirmek demektir.
*
Edebiyatın malzemesi dildir diye söyler dururuz. Elbette öyledir; şu herkesin bildiği, konuştuğu, anlaştığı dildir. Zaten başka bir dil yoktur.
Ama öyle değildir.
Mimar da eserinde mesela taş kullanır. Ama taş, taşocağından gelse de mimarın kullandığı taş, o taş değildir. Mimar meydana getirdiği yapıda taşı bambaşka ilişkiler ağına sokarak yeniden yaratır.
Edip de aslında dili kullanmaz; dili yeniden yaratır. Bir yazarı anlamanın özel bir emek istemesinin nedeni önceleri onun dilini bilmeyişimizde yatar. Onun dilini öğrendikçe eserle aramızda bir ünsiyet peyda olur. Ünsiyeti peyda eden konu olamayacağına göre -özgün konu yoktur- eser karşısında yaşadığımız duygusal ve düşünsel hallerin kaynağı özel dilin bizde yarattığı yeni bir dünya deneyimidir. Çünkü yeni bir dünya yeni bir dil gerektirir.
Yetmez.
Edebi eserde duygu ve düşünce dille bütünleşik bir haldedir, tıpkı mimaride olduğu gibi, birbirlerinden ayrıştırılamazlar. Aksi halde biçim parçalanacağı, yapı söküleceği için ortada kelimelerden ve taşlardan oluşmuş bir moloz yığını kalır.
Bu yüzden gündelik dilin iletişimsel amacını yerine getirdikten sonra buharlaşıp yok olmasına karşın, edebiyatın dili bir anıt olarak -gündelik dilin dışında- sonsuza kadar kendisi olarak kalır.
*
Vasat eser herkesçe anlaşılan eser demektir. Vasat okur da her okuduğunu anlayan okurdur. Bu nedenle vasat eser ve vasat okur bir vasatta buluşurlar; burada her şeyin ortalaması alındığı için anlaşılmamak gibi bir sorun ortaya çıkmaz. Çünkü vasati zemin bir şeyi yorumlayarak anlama gereğini ortadan kaldırır; orada her şeyi anlama olanağı kendiliğinden vardır. Anlamama derdi yoktur, bu nedenle her şey şeffaftır.
Tabii vasat eser için, bunun anlamı yüzünden yazmak, vasat okur için yüzünden okumak, vasat ortam için de yüzünden iletişim demek olduğu açıktır. Anlatılması gereken layıkıyla anlatılmadığı, anlaşılması gereken layığıyla anlaşılmadığı için her şeyin karanlıkta kaldığını; ne yeni bir soru ne yeni bir öneri getirilmediğini, dahası olanların da üzerinin örtüldüğünü söylemeye gerek bile yok.
*
Varolanın kendisi-olarak-verilmesi, kendi-apaçıklığında-görü’lenmesi, kendi hakkındaki takdirde ve hikmette temellenmesidir diyebiliriz.
Böylesi bir görü, yalnızca gözle görmek değildir; salt duyusal ya da deneysel görme olmadığı gibi. Yaratılanlar boş yere yaratılmayıp bir hikmete mebni olarak yaratıldığına göre varolanı kendi takdir ve hikmetinde görüleme, âlemin yaratılışındaki takdir ve hikmetin bir görü’nümüdür. Ortaya çıkan uyum da görünün doğruluğu/hakikati olur. (Böylece işaret edenle işaret edilen arasındaki bağ da kendi apaçıklığında ortaya çıkmış olur.)
*
“Allah eşyayı var olacakları hal üzere yaratmıştır.” (Aktarım İmam Maturidi’den.)
*
Evinde olmak, (aynı zamanda bildiği, tanıdığı çevrede olmak demektir) insanın ontolojik olarak kendini emniyette hissetmesinin koşuludur. Çevre tanıdık, bildiktir; aşina olunandır. Emniyet aynı zamanda ortak hayatın da koşuludur. İnsan ancak böyle bir çevrede kendisini başkasına açar ve başkasında kendine bir yol bulur.
Evinde olamamak, emniyetin kaybolması demektir. Bu durumda önce ortak hayat çöker; insan kendi içine kapanır, daima korku ve endişe içindedir. Evinde olamamak, kendi bağrından kopmaktır; tıpkı aynı kökten türeyen emniyet ve imanın birbirinden kopması gibi. İman emniyetin bağrında köklenir; insan da ikamet ettiği evinde sükûn bulur.
*
Varolanların bağlamsal bir anlamı vardır. Ancak bağlam da yaratıştaki ilahi takdirde kendi anlamına kavuşur. Varolanlar bu bağlamda açıklığa çıkarlar. Çünkü eşyanın hakikati bu bağlam tarafından kuşatılmıştır.
*
Polisiye edebiyatın temel zaafı, eser boyunca gizlediğini sonunda aşikâr edince kendi varlık nedeninin de ortadan kalkmasıdır.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.