Dalkavuk

Dalkavukluk, yalakalık, yağcılık, yağdanlık, uyuntuluk hep vardı, hâlâ var. Her yerde var, her zaman var.
Dalkavukluk, yalakalık, yağcılık, yağdanlık, uyuntuluk hep vardı, hâlâ var. Her yerde var, her zaman var.

Dalkavukların var olmasından daha beteri, dalkavukluğun temel ilke hâline gelmesidir. Devleti yıkan şeylerden birisi budur. Çünkü bir memleket doğru adamların doğru iş yapmasıyla âbâd olur. Yanlış adamların yanlış iş yapmasıyla da berbâd olur.

Eski hikâyedir, bilenleriniz vardır. Padişahın bir dalkavuğu varmış. Padişah bir gün dalkavuğuyla sofraya oturmuş. Önlerine patlıcan yemeği gelmiş. Padişah yemeği çok beğenmiş, dalkavuğuna dönmüş:

"Ne kadar harika, değil mi?" Dalkavuk hemen atılmış: "Gerçekten efendimiz ne leziz! Zaten patlıcan o kadar mübarek bir nimettir ki insana ferahlık verir, hastalıklarını giderir. Emir buyursanız da memlekette herkes her öğün hep patlıcan yese!" Padişah herife gülerek bakmış. Yemeğe devam etmiş. Bundan bir ay sonra padişah yine dalkavukla yemek yerken önlerine yine bir patlıcan yemeği gelmiş. Padişah yemeği tatmış, yüzünü buruşturmuş: "Bu ne be! Ne kadar berbat bir şey bu!" Dalkavuk durur mu? Hemen "Aman efendim! Bu patlıcan mereti öyle bir yiyecektir ki yüzü karartır, ciğeri çürütür, insanı anasından doğduğuna pişman eder! Ferman buyurunuz, ekilmesi de yenilmesi de yasak olsun!" demiş. Padişah: "Ulan ne utanmaz adamsın sen! Daha geçenlerde patlıcanı yere göğe koyamıyordun, şimdi ona demedik lâf bırakmadın!" demiş. Dalkavuk gerdan kırarak:

İster bakkal işletin, ister devlet yönetin, dalkavukları iş bilen ve dürüst olan insanların yerine koyarsanız kendi sonunuzu getirmiş olursunuz. O zaman da dün sizi yere-göğe koymayan, her yaptığınızı şakşaklayanlar size ilk tekmeyi atacaktır.

"Ama efendimiz, ben patlıcanın değil sizin dalkavuğunuzum!" demiş. Başka bir meşhur hikâye de şudur: Dalkavuğun biri padişahı eğlendirip güldürdükten sonra parasını almak için arz etmiş. Padişah ona bir kese altın uzatmış. Dalkavuk, "Efendimiz bugün altın istemem, yüz değnek isterim" demiş. Padişah şaşırmış. "Niye?" diye sormuş. Dalkavuk, "Siz hele bir elli değnek vurun, sonra söylerim" diye cevap vermiş. Padişah dalkavuğu falakaya yatırtmış. Dalkavuk elli sopa yedikten sonra, "Durun, benim bir ortağım var, ellisini de ona vurun" demiş. Bunun üzerine padişah ortağının kim olduğunu sormuş. O da: "Beni her gün sizin huzurunuza getiren bostancı, ben sizin ihsanınızı alıp giderken ‘Seni saraya ben çağırdım. Altının yarısı benimdir' diye paramın yarısını zorla benden alıyor. O yüzden değneğin yarısı onun hakkıdır" demiş. Tabii onu da falakaya yatırmışlar. Böyle padişah kıssaları anlatınca, dalkavukluğun geçmişte kalmış bir şey olduğunu sanabiliriz. Oysa dalkavukluk, yalakalık, yağcılık, yağdanlık, uyuntuluk hep vardı, hâlâ var. Her yerde var, her zaman var.

"Dalkavuk" kelimesinin kökeni, dalkavukların giydiği kavuk türünden geliyor. Bu kelime, Ahmed Vefik Paşa'nın "Lehce-i Osmânî" adlı sözlüğünde şöyle tanımlanıyor: "Tufeylî mânâsınadır ki ziyârete dâvetsiz varan kimsedir. Istılahımızda uyuntu ve dalkavuk tâbir olunur." "Tufeylî," mâlûm "asalak" demek. Dalkavuğa "çanak yalayıcı" da derler. Zaten "yalaka" kelimesi de "yalayan" demek. Kimi? Güç sahibini tabii ki! Zaten atalar söylemişler: "Bal tutan parmağını yalar." Hele bu bal beleşse! Osmanlı'da olduğu gibi Avrupa'da da dalkavuklar ve soytarılar sarayın kadrolu elemanlarıdır. Hükümdarların en yakınındaki insanlardandır. Hükümdarlar herkesle sohbet edip kafa dağıtamazlar. O yüzden kendilerini güldürecek, eğlendirecek böyle insanları yanlarına alırlar. Sadece padişahlar değil beyler, paşalar, vezirler, zenginler de dalkavuk istihdam ederler. Dalkavukluk aynen doktorluk, kunduracılık, öğretmenlik gibi meşru bir meslektir. Onların da loncaları, tarifeleri vardır. Meselâ Reşat Ekrem Koçu'nun aktardığına göre Osmanlı'da bir devirde dalkavukluk tarifesi şöyleymiş:

– Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske başına): 20 para

– Başına kabak vurma, bir seferine: 20 para

! Osmanlı'da olduğu gibi Avrupa'da da dalkavuklar ve soytarılar sarayın kadrolu elemanlarıdır.
! Osmanlı'da olduğu gibi Avrupa'da da dalkavuklar ve soytarılar sarayın kadrolu elemanlarıdır.

– Yüzüne tokat atma, tokat başına: 30 para

– Oturduğu minderden ve sedirden aşağı yuvarlama, latife başına: 30 para

– Yüzüne mürekkep veya kömür sürme: 37 para

– Ellerini ve ayaklarını domuztopu bağlama: 40 para

– Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para

– Kafasına yumruk indirme, yumruk başına: 40 para

– Çıplak başını tokatlama, tokat başına: 45 para

– Elinde beş-on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine, sakal boyamasına: 60 para

  • – Sakalın yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.

– Eyerinin bir tarafında özengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşası hoşa giderse: 300 para

– Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 400 para

– Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartı ile bostan kuyusu içine bir devrine: 600 para. Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para. Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse cenazesinin masrafı latifeyi yapana aittir.

Padişahlık zamanlarından beri güç sahiplerine yalakalık yapanlar, şiirler yazanlar mutlaka hak etmedikleri pek çok ihsanlar, mansıplar, makamlar, servetler elde ederler.

Bir devlet yıkımının en iyi göstergelerinden birisi donanımlı ve lâyık insanların yerine dalkavukların ve yolsuzların gelmesidir. Osmanlı'da da böyle oldu. Meselâ "büyük şâir" diye anılan küçük adam Abdülhak Hâmid dalkavukluk mesleğini iyi icra edenlerdendi. Yıldız Sarayı jurnalleri İttihatçılar tarafından yakıldıktan sonra geriye kalan az sayıda belgelerden birisinde Sultan Abdülhamid'e konağının perde masrafı için yaltaklanan bir mektubu vardır. Daha niceleri...

Padişahlığın yıkılmasıyla beraber dalkavukluk da resmi bir kadro olarak tarihe gömüldü. Ama dalkavukluk hiç biter mi? Tek Parti döneminin meşhur yalakalık hikâyelerinden birisi Hasan Âli Yücel'e aittir. 1930 senesinde bir seyahatte Atatürk, Hasan Âli'ye döner: "Hasan Âli Beyefendi, siz felsefe okumuşsunuz, okutmuşsunuz. Elbette ki sıfırın ne demek olduğunu bilirsiniz. Bize sıfırı tarif edebilir misiniz?" Hasan Âli Bey cevap verir. Ama Atatürk onu karşı sorularla sıkıştırır. Hasan Âli Yücel bocalar, en sonunda şöyle der:

Padişahlığın yıkılmasıyla beraber dalkavukluk da resmi bir kadro olarak tarihe gömüldü. Ama dalkavukluk hiç biter mi?
Padişahlığın yıkılmasıyla beraber dalkavukluk da resmi bir kadro olarak tarihe gömüldü. Ama dalkavukluk hiç biter mi?

"Efendimiz, daima arkanızda ve solunuzdayım. Sıfır işte efendimizin solunda olan bendenizim!" der. Tahmin edersizin ki Yücel rejimin gözdelerinden birisi olarak hayatını sürmüş. Zaten dalkavuklar asla kaybetmez. 1989'dan başlayarak 29 yıl Ankara'da bürokraside çalıştım. Sağcı-solcu iktidarlarda, partilerde, bürokraside, şirketlerde, cahillerde, entellerde nice dalkavuklar, yalakalar, yağcılar, şahsiyetsizler gördüm. Sağcısından, solcusundan, dinlisinden, dinsizinden... Çünkü toplum bir kova su gibidir. Altı pis olup üstü temiz olmaz. Bu konuda çok olay yaşadım, duydum. Birkaçını anlatayım... Bir başbakan bir gün danışmanlarını toplamış. Bir hususta fikirlerini sormuş. Bir danışmanı şöyle söylemiş: "Efendim siz asırlardır eşi-benzeri görülmemiş bir lidersiniz. Bizim aklımız basmaz ama sizin aklınız her şeye yeter. O yüzden herkese istişare vaciptir ama size istişare gerekmez!"

Elbette bu arkadaş bu sözüyle nice lütuflara ve makamlara kavuşmuş. Başka modern bir dalkavuk vardı. Her sabah mutlaka liderinin önüne gelir, ona "Siz dünyanın tek ümidisiniz, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!" diye niyaza dururdu. Tabii o da hiç gözden düşmedi, bir bakanlıktan ötekine atanarak hüküm sürdü. Size başka bir yalakalık hikâyesi... Bir müsteşarın danışmanlığını yapan bir arkadaşım anlatmıştı... Bu müsteşarı, devletin tepesindeki bir başdanışman ziyarete gelecektir. Müsteşar randevu saatinden önce makam odasında oturmaktadır. Danışmanı olan arkadaşım, makam odasına arkadan girmiş. Müsteşara bir şey soracakmış. Müsteşar onun girdiğini duymamış. Arkadaş bakmış ki müsteşar, kendi kendine o devletluyu karşılama provası yapıyor. Herif önce masasında oturuyormuş, sonra sanki kapıdan o devletlu girmiş gibi ayağa fırlıyormuş. Kapıya doğru ellerini açıp koşarak bağırıyormuş:

  • "Ooooo, aman efendim ne şeref, ne şeref, hoşgeldiniz!" Sanki karşısında o devletlu varmış gibi önünde eğiliyormuş. Sonra doğruluyor, kendi kendine: "Yok, yok olmadı" deyip tekrar masasına dönüyor, aynı etekleme sahnesini bir kez daha tekrarlıyormuş.

Bu kez "ooooo"ları çoğaltarak ve yere daha çok eğilerek... Peki yalakalığın provasını yapan bu güzel insana sonra ne mi olmuş? Büyükelçi yapılmış! Padişahlık zamanlarından beri güç sahiplerine yalakalık yapanlar, şiirler yazanlar mutlaka hak etmedikleri pek çok ihsanlar, mansıplar, makamlar, servetler elde ederler. Başka bir yaşanmış olayı aktarayım... Bir devlet büyüğü etrafına danışmanlarını toplayıp işleri daha iyi nasıl yapmak gerektiğini sormuş. Biri halkla iç içe olmak gerektiğine dikkat çekmiş. Buna dair tekliflerini söylemiş. Her lider gibi doğruculardan hoşlanmayan lider bu sözler karşısında suratını asmış. O arada yalaka bir danışman atılmış:

"Efendim, devlet kurumlar sizden habersiz işler yapıyorlar. Emredin, hepsinin ana bilgisayar sistemlerinin şifreleri size verilsin. Siz önünüzdeki bilgisayar ekranınızdan istediğiniz kurumda hangi iş nasıl yapılıyor bir tuşa basıp kontrol edin!" İlk sözü söyleyen danışman dayanamamış, herife istihza ile bakarak: "Tabii, tabii! Zaten devlete, devlet kurumlarına ne gerek var ki! Kapatın gitsin!" demiş. Tahmin edin bakalım hangisinin ikbâli uzun olmuş? Evet, bildiniz, yağdanlık olanın.

Dalkavukların var olmasından daha beteri, dalkavukluğun temel ilke hâline gelmesidir. Devleti yıkan şeylerden birisi budur.

Çünkü bir memleket doğru adamların doğru iş yapmasıyla âbâd olur. Yanlış adamların yanlış iş yapmasıyla da berbâd olur. Gerçek liyâkat, muhatap kim olursa olsun çıplak gerçeği, doğruyu korkmadan söyleyebilmektir. Yani en büyük liyakat, gerçeği söyleme cesaretidir. Bunun aksine her yerde makam ve servet sahiplerinin kendilerine, ailelerine, hısım ve akrabalarına yağ çekilen, yardaklanılan bir yerde işler batar.

İster bakkal işletin, ister devlet yönetin, dalkavukları iş bilen ve dürüst olan insanların yerine koyarsanız kendi sonunuzu getirmiş olursunuz. O zaman da dün sizi yere-göğe koymayan, her yaptığınızı şakşaklayanlar size ilk tekmeyi atacaktır. Ama bu arada halk perişan, memleket harap olur, o ayrı mevzu... Dalkavukluk bahsi böyle... Tabii bunlar çok eski hikâyeler... Allah'tan bugün böyle şeylere hiç rastlanmıyor!