Değişim için tasfiye, tasfiye için değişim

İnsanın bir özü var mı bilinmez, fakat iyi-kötü, doğasında bir iktidar arzusu bulunduğu kesin.
İnsanın bir özü var mı bilinmez, fakat iyi-kötü, doğasında bir iktidar arzusu bulunduğu kesin.

Tarih tasfiyedir; tarih yazımı bir tasfiye tarihidir. Türk tarihi bizatihi tasfiyelerle kurulmuş, gelişmiştir. Osmanlı ve akabinde Cumhuriyet idaresi bu bakımdan prototip niteliğindedir. Cumhuriyet bütünüyle Osmanlı’nın tasfiyesi üzerine inşa edildi. Kemalizm tamamiyle İslami nizamı eksene alan Türk gerçeğinin tasfiye edilmesiyle oluşturuldu. Yeni elit, yeni aydın, yeni siyasetçi portreleri, eskilerin ilgasıyla oluşturuldu.

Kâbil’e koskoca dünya dar gelmedi… Esasında o Habil’in varlığından rahatsızdı! Kendisinden daha iyi, daha müşfik, daha kontrollü ve muhtemelen daha akıllı biri var olanlara, dünyadakilere iktidar kurabilecek donanımdaydı çünkü.

Kâbil, itaat etme ile tahakküm kurma denklemi içinde her ikisini de amaçlıyordu; Habil’i sadece öldürmedi, onu “dünyadan tasfiye etti.” İyiliği tasfiye etti.

İnsanın bir özü var mı bilinmez, fakat iyi-kötü, doğasında bir iktidar arzusu bulunduğu kesin. Kâbil, itaat etme ile tahakküm kurma denklemi içinde her ikisini de amaçlıyordu; Habil’i sadece öldürmedi, onu “dünyadan tasfiye etti.” İyiliği tasfiye etti, kendisine alternatif ihtimali bulunan kardeşini, muarızını sadece kendisinin değil sonrakilerin de gözünün önünden çekip aldı. Kâbil’in Habil’i tasfiyesi dizayn ile ilgiliydi, meseleyi sadece iktidar kavgası gibi görmemek gerekir. Dizayn, aynı zamanda yeni bir dünya, yeni bir felsefe, yeni bir hissiyat ortaya koymakla ilgili. Kâbil dünya tasarımında iyiliğe yer bırakmadığı gibi “iktidar kavgası”nda kardeşine bile acınmaması gerektiğini bir ilke, bir yasa, bir temayül olarak belirlemişti. Sonra…

Sonra Osmanlılar bunu en âlâsıyla uyguladı! Kardeş katlini bir sisteme, düzene koydu; intizamlı yok etme aynı zamanda kamunun, ortak iyinin, beka kaygısının gerekçesiydi. Öyle değil mi, eğer devlet, mülk, millet, yani insan bütünlüğü yaşayacak, huzur ve refah içinde varlığını devam ettirecekse; çocuk doğurup onları ortadan kaldırma, tasfiye etme bir “erdem” bile sayılabilir! Tasfiye sadece ekip işi olmayabilir, bir zihniyet, klan meselesidir aynı zamanda! Bugün İslam dünyasındaki sünni ve şii ayrılığı bir bakıma köklerini Cahiliye’den alır! Peygamber Efendimizin ailesi olan Haşimiler ile Muaviye’nin, Emevilerin kabilesi Beni Ümeyye arasında Mekke idaresi esnasında bile bir çatışma, mücadele vardır.

Peygamber Efendimizden sonraki Dört Halife dönemi bu iki ana kabile çatışmasının olgunlaşmasına vesile olur. Hz. Ali sonrasında, Muaviye ile Emeviler büyük tasfiyeler gerçekleştirir. Cahiliye’de başlayan kavga Emevilerin şiddetli tasfiyesiyle devam eder, fakat Abbasiler de Emevi karşıtlarıyla ve Emevilere desteğini çekenlerle ittifak kurarak Emevileri tasfiye ederler!

Osmanlı'da tasfiye

Tasfiyenin öyle bir özelliği vardır, zararlıyı, kötüyü def etmenin yanında asıl “kendinden daha iyisini” ortadan kaldırır. Bir kişinin, dönemin, yönetimin iyi ya da kötü, kaliteli veya seviyesiz, ahlaklı yahut ahlaksız olduğuna karar verecek merci en azından aynı çağda bulunmaz. Bu, tehdit algısına bağlı biraz da, tasfiye geleneğinin mantığı her halükarda tasfiye edebilme gücüne erişenin, kendini daha iyi, daha ahlaklı hatta mutlak görmesiyle ilgilidir.

Öyleyse sürecin sonunda kazananın haklı, iyi, ahlaklı olduğunu değil güçlü olduğunu anlarız. Kazanan, tasfiye edebilen pratik becerilere de, ince siyasete de, yeni ittifaklara da sahip demektir. Tasfiye bu bakımdan sadece bir kişinin, bir grubun işi olamaz; gruplar arası ittifakı da içerebilir. Tarihte buna benzer pek çok olay var; Genç Osman’ın katli misal…

  • Osmanlı klasik düzenini dönüştürmek isteyen, yozlaşmanın bir biçimde başladığı, devlet içinde güç merkezlerinin husule geldiği, Osmanlı’nın büyük statükosunu değiştirip, kendileri bir statüko oluşturmaya başlayanların tepkisini çeker genç Padişah.

Tabii bir de bu güç merkezlerinin ayağına bastığında, devletin selameti için devleti belirgin bir yöne götüreni tasfiye etmeyi düşünürken, tasfiye edilebilirsin. Genç Osman bunun basit bir örneğidir; iktidar aynı zamanda askerde, kendi memurlarında, hatta kendi ailenin elindedir. Genç Padişah’a reva görüleni Şehzade Mustafa’ya babası yapmıştı.

Yeniçerilerin sevdiği Mustafa’yı kardeşleri, ailenin öteki üyeleri tehdit olarak görmüştü.
Yeniçerilerin sevdiği Mustafa’yı kardeşleri, ailenin öteki üyeleri tehdit olarak görmüştü.

Yeniçerilerin sevdiği Mustafa’yı kardeşleri, ailenin öteki üyeleri tehdit olarak görmüştü, açıkçası babası bile oğlunun parlayışı, liyakat ve ehliyeti karşısında içten içe “Kâbil sendromu”na girmişti; Şehzade Mustafa tasfiye edildi, yerine “liyakat ve ehliyet” açısından daha zayıf kardeşi geldi. Genç Osman geleceğe yönelik keskin bir dönüşümü engellemeye matuf tasfiyeydi, bunun bir benzeri Lale Devri’nde yaşandı. Her ne kadar Lale Devri bir “sefahat dönemi” olarak lanse edilse de, aslında Osmanlı’yı “çağdaşlaştıracak” belki de bugün en çok ihtiyacımız olan ve talep edilen “sanayileşme”nin ilk nüveleri bu dönemde atılmıştı.

Patrona Halil İsyanı, “kaplumbağa kabuğu üstünde mum” fantezisiyle birlikte imalathaneleri, yenilikçileri, değişimcileri de tasfiye etti.

Tabii buraya Fatih’in esaslı tasfiyesiyle gelinir. İstanbul’un Fethi için sürekli ayak direyen Çandarlı’yı Fatih, fethi gerçekleştirdikten hemen sonra ortadan kaldırır. Çandarlı geniş bir sülaledir, Osmanlı’ya intikal eden büyük gaza ailelerinin başında gelir. Etkinlikleri fazla olduğu gibi hem aile bağları hem gaza kökleri nedeniyle belirgin bir aristokrasi halini almıştır. Bu demektir ki, “devlet içinde devlet” olabilecek potansiyeli haiz klik, gerektiğinde Padişah kararlarının bile üzerine çıkabilecek, Padişah değiştirebilecek, baskı unsuru olabilecek…

Fatih Çandarlı sülalesini tasfiye ederek sadece kendine engeller çıkarabilecek, vesayet kurabilecek bir odağın önüne geçmedi aynı zamanda “kul sistemi”ni güçlendirdi. Böylece Osmanlı’da soya bağlı asalet, aristokrasi gelişiminin, feodal yapılanmanın da önüne geçildi; devlet yönetiminde, bürokraside bütünüyle “kul sistemi”ne geçildi, devşirme köken temel oldu. Basit bir tasfiye bütünüyle bir nizamı da belirledi aslında! Sokullu ailesi, Çandarlı gibi etkili olsa bile müsadere imkânı, ihsan geleneği bu ihtimali yok etti. Üstelik Çandarlıların tasfiyesi modern devlete geçebilecek, onu dönüştürebilecek klan–millet yapılanmasını da geciktirdi, zayıflattı. Devlet ve Padişah için hayırlı görülse de, modern dönem için bu tasfiye bir zaaf mıydı… Bilinemez!

Cumhuriyet bütünüyle Osmanlı’nın tasfiyesi üzerine inşa edildi.
Cumhuriyet bütünüyle Osmanlı’nın tasfiyesi üzerine inşa edildi.

İttihatçılıktan cumhuriyete; bir zihniyetin tasfiyesi...

Tarih tasfiyedir; tarih yazımı bir tasfiye tarihidir. Türk tarihi bizatihi tasfiyelerle kurulmuş, gelişmiştir. Osmanlı ve akabinde Cumhuriyet idaresi bu bakımdan prototip niteliğindedir. Cumhuriyet bütünüyle Osmanlı’nın tasfiyesi üzerine inşa edildi. Kemalizm tamamiyle İslami nizamı eksene alan Türk gerçeğinin tasfiye edilmesiyle oluşturuldu. Yeni elit, yeni aydın, yeni siyasetçi portreleri eskilerin ilgasıyla oluşturuldu. Cumhuriyet bir dönemin ve zihniyetin tasfiyesiydi; hâliyle kendi içinde pek çok tasfiyeler gerçekleştirdi. Tabii bunun köklerini Tanzimat’a kadar götürmek gerekir. Yeni dönemi, modernleşmeyi, imparatorluğun dünya sistemine uyumlu hâle getirilmesini başlatan hayli olaydan bahsetmek mümkün. Belki de bunların içinde en mühimi yeniçerilerin ilgasıdır.

Yeniçerilik bir dönemin, bir zihin dünyasının, iktisadi yapının temsilcisiydi. Fetihlerle, gazalarla devşirme sistemi, tımar usulü geliştirilmiş, yeniçerilik ihdas edilmişti. Kapitalist dünya sisteminde artık modern devletin, ekonominin kuralları bu geleneksel yöntemin aleyhine çalışıyordu. Yeniçerilerin tasfiyesi modernleşmenin önünü açtı, Tanzimat ile yeni bir zihin, “kafir ile Müslümanı denk gören” anlayış getirildi, Abdülhamit ve Jön Türkler ise Cumhuriyet’e giden yolları döşedi. Jön Türkler, ulema geleneğini tasfiye etti, yepyeni aydın sınıfını oluşturdu. Abdülhamit’in icraatları başta kızlı-erkekli eğitim, eski dönemin tasfiyesi demekti.

  • İttihatçılar burada en ciddi tasfiyelerden birini gerçekleştirdi hem güçlü bir Padişah’ı hem kendi içinde imparatorluğu ilga edip “milli devlet”i kurdu. İttihatçılık, aynı zamanda İslami düzene dayalı Türk gerçekliğinin yerine, seküler Türk kimliğini ihdas etti.

Bu yolda Kemalistlerin tasfiyeleri gibisi yoktur elbette. Kurum, kuruluş, zihniyet, ekip, kişi hatta yoldaş tasfiyelerinin en bariz olanlarını Kemalistler gerçekleştirdi. İnkılapların temel fikir babalarından biri olan, seküler Türk kimliğinin ideologlarından Ziya Gökalp’in kitapları, Mustafa Kemal’in ölümüne kadar basılmadı. İstiklal Harbi’ni veren Meclis, zafer sonrasında tamamıyla ortadan kaldırıldı. İslami kimliği önde, Osmanlı kökleri belirgin ikinci grup yok edildi. İstiklal Marşı’nın yazarı, Mustafa Kemal’in “Kurtuluş Savaşımızın manevi cephesini oluşturdunuz.” sözlerine rağmen soluğu Mısır’da aldı. Tabii bu tasfiyelerden sadece eski düzenin temsilcileri değil, İttihatçı yol arkadaşları da nasibini aldı. İstiklal Harbi’nin kahraman kumandanları Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi isimler, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları da tasfiye edildi. 150’likler bu tasfiyelerin önemli parçasıdır. Doktor Nazım’dan Kara Kemal’e, Maliye Nazırı Cavit’ten Kara Vasıf’a, hatta Enver Paşa’ya kadar pek çok isim bu süreci yaşadı.

Buna, Şark İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Ebulula Mardin’den Eşref Edip’e kadar çok sayıda gazeteciyi de eklemek gerek. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı da eklerseniz, kurumsal manada demokrasi bile bu dönemde tasfiye edildi. Saltanat bir tarafa, Hilafetin ilgası ile sadece bir dönem ve zihniyet değil aynı zamanda İslam alemiyle olan bağlar, Anadolu’nun öncülüğü, dünyaya sözümüz, ila’yı Kelimetullah ve nizam-ı âlem iddiamız da ortadan kaldırıldı. Buna elbette inkılapları, tekkelerin, medreselerin ve en önemlisi dilin tasfiyesini eklemeli.

Tasfiyelerin en büyüğü, en ciddisi dilin ortadan kaldırılması oldu.
Tasfiyelerin en büyüğü, en ciddisi dilin ortadan kaldırılması oldu.

Dünya sistemi ve tasfiyeler

Tasfiyelerin en büyüğü, en ciddisi dilin ortadan kaldırılması oldu. Tasfiyeler devlet için bir dereceye kadar normaldir; Cumhuriyet’in kurulması, Türkiye’nin bekası öyle anlaşılıyor ki, bu tasfiyelere bağlıydı. Demek ki, eski düzenin izlerini tamamen silmeden yeni bir devlete izin vermeyecekti dünya sistemi. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz; tasfiyeler bir şekilde cari uluslararası ilişkilerin, merkez devletlerin uhdesinde gelişiyor; haliyle kurumlar kadar kadrolar da önemli! Meseleyi sadece bürokrasi veya siyasetçi cephesinden görmemek gerek, zihniyet tasfiyesi kapsamlı bir süreç.

1933 yılındaki üniversite tasfiyesini, Babanzade Ahmet Naim Efendi,Zeki Velidi Togan’ı… Sonraki yıllarda Niyazi Berkes’ler, Pertev Naili Boratav’lar, Behice Boran’lar, 147’leri, 1402’leri, günümüze kadarki üniversitelerde yapılan tasfiyeleri de benzer düşünmek gerekir.

Kendine tehdit gördüğünde, dünya sistemi ve iktidar öncelikle orduda, üniversitede, matbuatta el değiştirmeler yapar. Mustafa Kemal orduyu yenilemişti, Fevzi Çakmak’ın emekliye ayrılması dünyanın Alman etkisinden Amerikan etkisine geçmesine bile bağlanabilir; Paşa, eski düzeni temsil ediyordu çünkü! 27 Mayıs’ta 14’lerle birlikte 12 Mart, 12 Eylül ve tabi 28 Şubat ve 15 Temmuz sonrasında epey tasfiye gerçekleştirildi. Yeni bir düzen, yeni bir doktrin tesis edileceği, devlet makas değiştireceği zaman ekip değişimleri gerçekleşir. Buna en güzel örneklerin başında Turancılık davası gelir… Almanlar Avrupa’da hızla ilerlerken bıyıkları Hitler kıvamına getirenler, Türkçü-Turancıları destekleyen idare, Almanların yenilmesiyle birlikte “yeni bir dünya kurulur Türkiye yerini alır” anlayışı mucibince, Amerikan dünya sistemine biatını Turancıları tabutluklara tıkarak gösterdi. İdeolojilerin tasfiyeleri kadar, ideolojilerin, siyasi hareketlerin kendi bünyelerindeki tasfiyeler de ayrıca önemli…

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Cemiyeti partileşseydi Demokrat Parti’nin hâli nice olurdu? Yahut Milli Görüş veya MHP içindeki Necip Fazıl devam etseydi… Mehmet Ali Aybar’ın, Nihal Atsız’ın, Osman Bölükbaşı’nın, Sadettin Bilgiç’in tasfiyeleri siyasi hayatımızdaki önemli kırılmalardandır!

  • Tasfiyeler özellikle modern kapitalist dünya sisteminde kırılma dönemlerinde, sistem yeni bir doktrine geçeceği zaman yahut çevre ülkelerinde “kıpırdanma” yaşandığında baş gösterir.

Mesele kimin ve hangi metodun, zihniyetin gittiği kadar, kimin ve hangi zihniyetin geldiğidir… Tasfiyeler, yeni dünya düzenine uyumlu kadroları iş başına getirmeye odaklı gelişir. Bugün de benzer bir süreç yaşanıyor. Türkiye yeni bir sisteme geçerken, yeni elit tercihlerine yavaş yavaş geçiliyor. Bu değişimi gerçekleştirenler yeni elitlerin içinde yer alabilecek mi… muamma. Dünya sisteminin öyle bir çarkı var ki, terörle, çatışmalarla, iktisadi yöntemlerle bizim gibi ülkeler kolaylıkla cendereye alınabiliyor.

Türkiye gibi dünya sisteminin sıkı denetim ve gözetime tabi tuttuğu ülkelerde tasfiyeler her zaman çapsız, kalitesiz, düşük profilli, kariyer ve para için her şeyi yapabilecek tiplere gerçekleştirilir, onların yerine ise daha ehliyetsiz tipler tercih edilir. Kapitalist sistem, tasfiyecileri tasfiyecilere tasfiye ettirmekte mahir!