Donan atlar, patlayan köpekler ve savaşa doğan teknik direktör

Lcescu
Lcescu

Lucescu öğretmen değildi ama çok iyi ders veriyordu. Bu derslerin en önemlisi onunsorunlarla baş etme yöntemlerinde gizliydi. Savaş çocukları böyledir; yaşamaya değil,hayatta kalmaya çalışılar ve her zaman bir çözüm yolu bulurlar.

Sovyet Ordularının İkinci Dünya Savaşı sırasında yaptığı hatalardan biri, savaşı Finlandiya sınırlarına da taşımak olabilir. O günlerden birinde, iki Rus askerinin siperde donarak ölmesine aldırış etmeden Raikköla içlerine doğru hareket eden Sovyet Birliği de bu hataya düşen gruptandı işte…

Birlik ilerliyordu ilerlemesine ama etraflarında çember oluşturan Finli askerlerden de bir o kadar habersizlerdi. Fin Ordusu mensubu askerler, Ladoga Gölü yakınlarına geldiklerinde doğru zaman olduğunu biliyorlardı ve aniden saldırıya geçtiler. Ne olduğunu anlayamayan Sovyetler yakınlarındaki ağır zırhlı birlikten yardım almak için atlarıyla beraber Ladoga Gölüne daldılar. Bunlar, bir grup süvariydi. Atların da üzerlerindeki askerlerin de birer canı vardı. Askerler, Fin mermileri ile hayatlarını kaybederken, atlar da Ladoga Gölü içinde donmuş bir halde kalakaldılar. Göl o sırada ultra gerçekçi bir sanatçının sergisi gibiydi. Aslında, bu son cümle bir bakıma hayatın da tanımı oldu.

Türkiye’de, “Köpekler istedi diye atlar ölmez” lafıyla damga vuracak olan Mircea Lucescu, savaşta Almanya’nın yanında olan ancak Sovyetlerce işgal edilen Romanya’da dünyaya geldi.

İkinci Dünya Savaşının cephelerinden bir başkasında ise Nazi askerleri Ukrayna’nın bir köyüne saldırıya geçmişlerdi. Onlar Sovyetlerden çok daha stratejik davranıyorlardı bu köyde; girer girmez Yahudilerden bile önce gördükleri tüm köpekleri makineli silahlar ile tarıyor, kurşunlarını isabet ettiremediklerine ise el bombalarını atıp paramparça ediyorlardı. Savunmasız köpekler köy sınırlarından kurtulup ormanlık alana doğru kaçsalar bile askerler peşlerine düşüyor, etrafta bir tane canlı köpek kalmayana kadar bu katliama devam ediyorlardı. Nazilerin bunu yapmasının sebebi, Ukrayna’daki tüm köpeklerin Sovyet Ordusu tarafından ‘anti-tank’ olarak eğitilmesiydi.

Sovyetler bir süre boyunca köpekleri tankların altlarına koydukları yemeklerle besliyorlardı. Köpekler, Pavlov’u mezarında ters döndürmeyecek kadar eğitimin ardından köşelerine çekiliyorlardı. Ne zamanki Sovyet istihbaratı bir saldırı olacağı haberini alıyordu işte bu eğitimli köpekler de saldırı gününe kadar aç bırakılıyor, saldırı öncesi sırtlarına bir radyo alıcısı, karınlarına da birer bomba bağlanarak tankların üzerine gönderiliyordu. Aç köpekler, tankları görünce sonunda yemek yiyecekleri sevinci ile doğrudan altlarına dalınca da, Sovyetler bombaları patlatıyor ve Nazi tankları, köpeklerle beraber havaya uçuyordu.

Bir yanda Ladoga Gölünde donan atlar, bir yanda Ukrayna kırsallarında patlayan ve kurşuna dizilen köpekler derken; 15 Ağustos 1945 tarihinde İkinci Dünya Savaşı sona erdi. Birkaç ay sonra ise Türkiye’de, “Köpekler istedi diye atlar ölmez” lafıyla damga vuracak olan Mircea Lucescu, savaşta Almanya’nın yanında olan ancak Sovyetlerce işgal edilen Romanya’da dünyaya geldi. İkinci Dünya Savaşının son günlerinde Romanya, Sovyetlerin meşhur Kızıl Ordu’su tarafından ele geçirilmiş, hükümet devrilmiş ve ülke komünizmle yönetilmeye başlanmıştı. İşte Lucescu, böyle bir ortama doğdu. Dakika 1, gol 1…

  • Atların ve itlerin birbirine karıştığı Türkiye’de teknik direktörlük yapmak üzere 2001 yılında geldiğinde, UEFA Kupasını kazanmış bir takımın başına geçeceği için büyük bir baskı hissedeceği düşünülüyordu.

Ama kimse bilmiyordu ki çocukluk yılları komünist rejimde geçmiş, 1989’daki kanlı devrimi yaşamış, Dinamo Bükreş’in hocası olarak Çavuşesku ailesinin desteklediği Steaua Bükreş’le baş etmeye çalışmış bir adam vardı karşılarında. Gelir gelmez Real Madrid’i yenip, Süper Kupa’yı alarak, mesajı veriyordu. Tıpkı sezon sonu şampiyonluk kupasını kaldıracağı, yetinmeyip ertesi yıl Beşiktaş’ın başına geçip bir kez daha şampiyon olacağı gibi…

‘Luce’ her seferinde sorunlarla baş edebiliyor işte...
‘Luce’ her seferinde sorunlarla baş edebiliyor işte...

Lucescu’nun başarılı olmasını sağlayan iki temel şey vardı; bir tanesi yeteneği erkenden fark etmesi, diğeri ise sorunlarla baş edebilmesi. İtalya ve Avrupa futboluna damga vuran Andrea Pirlo’yu henüz 16 yaşındayken Brescia A Takımına almış ve oynatmıştı. Ülkemize gelmiş ve en başarılı olmuş, muhtemelen de kimsenin bırakamayacağı güzel duyguları kalplere serpiştirmiş yabancı olan Hagi’yi 18 yaşındayken oynatmıştı. Hagi o günleri, “Ben daha 18 yaşında heyecanlı bir çocukken o tüm İtalyan gazetelerine benim için, ‘Avrupa’nın en iyi futbolcularından birisi olacak’ demişti” sözleri ile anlatıyordu.

1998’deki Inter macerası altı ay sürse de 21 yaşındaki (gerçek) Ronaldo’nun üzerine de emeklerini bırakmıştı. Lucescu öğretmen değildi ama çok iyi ders veriyordu. Bu derslerin en önemlisi onun sorunlarla baş etme yöntemlerinde gizliydi. Savaş çocukları böyledir; yaşamaya değil, hayatta kalmaya çalışılar ve her zaman bir çözüm yolu bulurlar. Çünkü biliyorlar ki, bulamazlarsa ölürler. Lucescu da 1945’te doğarken, 1989’da mesleğinin başındayken yaşadıklarının bir benzerini 2014 yılında Shahktar Donetsk’in hocasıyken Ukrayna- Rusya savaşı sırasında tecrübe etti. Hatta öyle bir tecrübe ki, yaşanan saldırılarda statlarına bomba düştü. O gün bugündür, statlarında maç oynayamıyorlar. Hatta Donetsk şehrine bile giremiyorlar. Evlerinden 1168 km uzaktaki Lviv’de oynuyorlar maçlarını. Güney Amerikalı futbolcuları savaş sırasında gittikleri Almanya deplasmanından dönmek istemiyor; “Oraya geri gitmeyiz, ölürüz biz” diyorlar. Ama ‘Luce’ her seferinde bu ve benzeri sorunlarla baş edebiliyor işte...

  • 2009’da kalp krizi geçirdiğinde de, 2012’de trafik kazası sonrası yoğun bakıma alındığında da ölümden Güney Amerikalı genç futbolcuları kadar korkmadı. Lucescu ölümün ne demek olduğunu herkesten çok daha iyi biliyordu.

Çünkü o doğmadan birkaç ay önce insanlar, atlar ve köpekler ölüyordu. O doğduğunda annesini ve babasını tebrik edecek, yaşayan çok fazla insan kalmamıştı.

Ama Lucescu yaşadı. Köyündeki, şehrindeki birçok insan öldürülüp yıllarca ırkçı dışlanmalara maruz kalsa da o, bugün özelikle Türkiye’nin teknik direktörlük anlamında en çok talep gören ismi. O Türk futbolunun aspirini. Bu ülkede, sadece futbol değil; tüm kapital işletmeleri düşünün ki Lucescu kadar kültürel ve hayat donanımına sahip başka bir yönetici bulamazsınız. 70 yaşını deviren Lucescu tam sekiz dili akıcı bir şekilde konuşabiliyor. Futbolcularına idmanlardan sonra tiyatroya gitmeyi, kitap okumayı zorunlu tutuyor.

Çatal kaşık kullanmayı öğretiyor. Akademideki genç futbolcu adaylarını üniversite eğitimi almaları için teşvik ediyor. Her maçın sonunda gülüyor. Dünyaya bir mesaj veriyor: “Savaşın ortasına doğdum ama bakın gülüyorum. Tüm savaş çıkaranlar, bana bakın ve sonunuzu görün. Sonunda yine biz güleceğiz”

Lucescu yaşıyor. Çünkü biliyor ki, köpekler istedi diye atlar ölmeyecek.