Dost ile düşman

​Dost ile düşman
​Dost ile düşman

Tembel insanların dostu da düşmanı da olmaz çünkü dostluk kurmak adeta bir şehir inşa etmeye benzer, yıllarınızı alır, tükenmez bir iştahla alın terinizi emer; düşmanlıklar ise işte kurduğunuz bu şehirlerin doğal bedeli olarak karşınıza çıkacaktır.

Hayatımızdaki insanları dostlar/düşmanlar şeklinde sınıflamak mümkün müdür? Bunun cevabını dost ile düşmanı tanımlama biçimimiz belirleyecek.

Dostu ölümüne yanımızda, düşmanı ölümüne karşımızda yer alan kişi şeklinde kabaca tanımlarsak böyle bir sınıflamanın pek de mümkün olmadığını görürüz. Hayatımız, aile üyelerini ve akrabaları saymazsak, çoğunlukla düşmandan ziyade dosta yakın insanlar arasında geçer, onların da dilimizde son derece kullanışlı bir adı var: arkadaş. Günlük yaşantımızda “dostum” hitabını sıkça kullansak da her birimizin -istisnaları dışarıda tutmak şartıyla- en fazla birkaç dostu vardır, birçoğumuz ise düşman sahibi olamadan göçüp gideriz.

Dilimiz dostluk dili, dinimiz dostluk dini; milletimiz işte görüyorsunuz, kendine her fırsatta düşmanlık edenleri bile dostlukla kucaklamaya hazır ölçüde, merhametle yoğrulmuş bir millet.

Evet, dost da düşman da nadirattandır, bu yüzden değerlidirler zaten; ama asıl değerleri ancak emekle kazanılabilir olmalarından kaynaklanıyor. Tembel insanların dostu da düşmanı da olmaz çünkü dostluk kurmak adeta bir şehir inşa etmeye benzer, yıllarınızı alır, tükenmez bir iştahla alın terinizi emer; düşmanlıklar ise işte kurduğunuz bu şehirlerin doğal bedeli olarak karşınıza çıkacaktır. Ne var ki zaman içerisinde koskoca kıtaların, karaların/denizlerin ve artık gözle görünür biçimde mevsimlerin yer değiştirdiği dünyada dost ile düşman da yer değiştirir durur; Hz. Ali’nin “Dostunuzu çok sevmeyin, bir gün düşmanınız olabilir; düşmanınızdan nefret etmeyin, bir gün dostunuz olabilir” sözü, bu bağlamda dile getirilmiş en bilgece yargılar arasındadır. Trajedi de galiba burada başlıyor, hele de uzun süreli dostluklardan sonra oluşan düşmanlıklar ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. Eski dosttan düşman olmaz sözüne güvenmemek lazım; asıl düşmanlar, eski dostlar arasından çıkıyor.

Dost kelimesinin edebiyatımızda, özellikle de halk şiirimizde geniş bir kullanım anlamı var, tasavvufi içerikli bazı şiirlerde Allah’ı karşılar biçimde kullanıldığına da tanık oluruz. Arkadaş ise edebiyatımızda ciddi bir yere sahip olmadığı gibi gündelik yaşantımızda da daha ziyade yüzeysel ilişkileri ifade etmek için kullanılıyor. Okul arkadaşı, askerlik arkadaşı, iş arkadaşı gibi tamlamalar ilişkinin sınırlarını da gösterir; dostluk ise önüne herhangi bir sıfat gerektirmeyecek kadar geniş bir birlikteliğin adıdır. Asıl problem ise bu belli mekanlarla sınırlanmış arkadaşlıkları dostluk olarak sanmaya/sunmaya başladığımızda ortaya çıkıyor; oysa kendini kandırmak, bir yerde kendine düşmanlık etmek anlamına da gelir.

Gerçek iki dostun arasında, orada bir fazlalık olarak durduğunuzu, onlar bunu örtmeye çalışsa da derinden derine hissedersiniz.
Gerçek iki dostun arasında, orada bir fazlalık olarak durduğunuzu, onlar bunu örtmeye çalışsa da derinden derine hissedersiniz.

Bir soralım kendimize: O iş, o topluluk olmasa da mutluluk içerisinde o insanla bir araya gelmeye devam edecek miyiz? Bizi birbirimizle görüşmeye mecbur tutan özel, tüzel vs. kişilikler olmasa da görüşecek miyiz? Cevap evetse burada bir dostluktan bahsedilebilir. Kanaatim şu ki kurumlar ve kalabalıklar, dostlukların algılanması hususunda birer perdedir, dostluk en nihayetinde iki kişi arasında yer alan bir ilişki biçimidir. Gerçek iki dostun arasında, orada bir fazlalık olarak durduğunuzu, onlar bunu örtmeye çalışsa da derinden derine hissedersiniz.

  • Şahsen, dostlukların sınanması noktasında, Rilke’nin genç şaire yaptığı “Şiiri bırakmayı dene. Bırakamıyor musun, o halde şairsin.” önerisinin bir benzerini dile getirmek isterim: “O insanla ayrılmayı deneyin. Ayrılabildiniz mi? O halde…”

Çocukluktan bugüne gelmiş dostlarımızla olgunluk yıllarımızda edindiğimiz dostlar arasında ilginç bir paradoks bulunmaktadır. İlki, hem gerçek hem de mecaz anlamıyla “çocukluğumuzu bilir”, dolayısıyla ilişkilerimizde daha bütünlüklü bir perspektife sahiptir, ne var ki zaman ilişkileri yıpratmış, mizaçlar arasında başlangıçta dar olan makası acımasızca genişletmiştir; burada şu soru sorulmalıdır: Bugün karşılaşsak yine onu dost seçer miydim? İkinci gruptakiler ise mizacen daha yakın olduğumuz, daha çok ilgi alanını paylaştığımız, daha sağlam bir bilinçle tercih ettiğimiz kişilerdir; fakat onlarla da hatıralarımız kısıtlıdır, bunun eksikliği yer yer hissedilir, ısrar edildiği takdirde bu ilişkilerden de büyük dostluklar çıkması mümkündür.

Çocukluktan bugüne gelmiş dostlarımızla olgunluk yıllarımızda edindiğimiz dostlar arasında ilginç bir paradoks bulunmaktadır.
Çocukluktan bugüne gelmiş dostlarımızla olgunluk yıllarımızda edindiğimiz dostlar arasında ilginç bir paradoks bulunmaktadır.

Sık görüşmek, dostluk alameti midir? Bazı dostların, aradan geçen uzun yıllara rağmen birbirinden sıkılmaksızın sürekli görüştüklerini gözlemleyebilirsiniz, orada ciddi bağlar vardır; kimilerinin sürekli bir araya gelmeleri ise güvensizlikle bağlantılıdır, ilişkiyi kontrol altında tutma gayretinin olduğu yerde dostluk değil çıkar ilişkileri bulunmaktadır.

Yazı boyunca düşmanlıktan ziyade dostluk üzerinde durduğumun farkındayım ama dost dost diye inleyip durmuş bir dilin mensubundan aksi beklenemez ki!

Dilimiz dostluk dili, dinimiz dostluk dini; milletimiz işte görüyorsunuz, kendine her fırsatta düşmanlık edenleri bile dostlukla kucaklamaya hazır ölçüde, merhametle yoğrulmuş bir millet. Bize dostluğun övgüsünü yapmak ve övgüsü yapılacak dostluklar inşa etmek düşüyor.