Dünyaya gönderilmiştir insan...

Dünya insanın varlığını söndürür, çerçeveler, sınırlandırır.
Dünya insanın varlığını söndürür, çerçeveler, sınırlandırır.

Dünya kavram olarak yeryüzünden farklıdır. Yeryüzü insana açılan hakikat, dünyasını kurabileceği mekânken, dünya her ilişki biçiminde kendimize kurduğumuz hayat alanını anlatır. Dağlar, evler, ırmaklar yeryüzünü ikmal ederken kişi “kendi küçük dünyası”nda varoluşun en harika deneyimini gerçekleştirebilir.

Dünyaya gönderilmiştir insan fırlatılmış ya da düşmüş değil… Kimse insanın Yaratıcısı tarafından sahipsiz bırakıldığı zannına kapılmasın; insan düşseydi ya da fırlatılsaydı muhakkak bir başına kalır, kendi geleceğini kendi belirler, muhtemelen de geçen bunca zaman içinde soyunu kuruturdu. Ayeti kerimede dediği gibi “Boş bırakılacağımızı mı zannediyorduk…” Gönderilmiştir insan dünyaya, hatalarını telafi etme, kendine gelme, kendini her gün sürekli yeni bir oluşa açma fırsatı verildiği için… Gönderilmiştir, çünkü Allah’ın bu âlemin tek Yaratıcısı olduğunu ikrar etmek için… Ona eş koşmaya çalışanlara karşı tevhidi savunmak için gönderildik.

Dünya insanı hapseden şeyler üzerine kuruludur; herkesin dünyası herkesin zindanıdır. Hayatından çekip çıkartılanlarla “boş”a düşen insanın elindeki onun dünyasıdır, çünkü varlığını örter.

Dünya yeryüzü değil!

Dünya kavram olarak yeryüzünden farklıdır. Yeryüzü insana açılan hakikat, dünyasını kurabileceği mekânken, dünya her ilişki biçiminde kendimize kurduğumuz hayat alanını anlatır. Dağlar, evler, ırmaklar yeryüzünü ikmal ederken kişi “kendi küçük dünyası”nda varoluşun en harika deneyimini gerçekleştirebilir. Kimileri şaşalı, büyük, zengin hayatlar yaşar fakat dar bir dünyada derin kaygı ve endişe nöbetleriyle her dakika burulur, sıkılır, patlar; kimi sınırlı kaynakların içinde bir galaksi genişliğinde “dünya”lar kurar.

Neye özen gösteriyorsak, hangi değerler üzerine yaşıyorsak, değer verdiğimiz neler varsa dünyamız da ondan müteşekkil.
Neye özen gösteriyorsak, hangi değerler üzerine yaşıyorsak, değer verdiğimiz neler varsa dünyamız da ondan müteşekkil.

Dünya bizim yeryüzündeki varoluş tarzımızı gösterir; görünen, yaşadığımız aynı zamanda dünyamız, aynı zamanda Müslümanlığımızdır. Neye özen gösteriyorsak, hangi değerler üzerine yaşıyorsak, değer verdiğimiz neler varsa dünyamız da ondan müteşekkil. Sadece almaya, biriktirmeye, göstermeye özen gösterenin dünyasıyla geçiciliği sistemleştiren, kendinden önce başkasının varlığını koyultmasını öne çeken birinin dünyası birbirinden farklı.

  • Dünya insanı hapseden şeyler üzerine kuruludur; herkesin dünyası herkesin zindanıdır. Hayatından çekip çıkartılanlarla “boş”a düşen insanın elindeki onun dünyasıdır, çünkü varlığını örter; üzerine titrediği şeylerle varlığı parıldayan kişi dünyasında şeylere anlamını kendi vermiş demektir.

Dünya insanın varlığını söndürür, çerçeveler, sınırlandırır. Dünya tanımların, kavramların, mekânların alanında kategori dışı var olmayı imkânsızlaştırır. Oluş tarzlarını, gündelik varoluşu her gün yeniden sınırlandırır dünyalar. Kişi evine girdikten sonra bir dünyaya dâhil olur, ailesi ona başka bir dünya kurar, kitaplığına geçtiğinde dünya değiştirir; evinden çıktıktan sonra trafik lambasında bekleyen benzemezler kitlesinde bir başka dünyaya katılır, işe başlayınca gündeliğinin öteki dünyaları tepe taklak olur, arkadaşlarından bazıları onu başka dünyaya, öteki bazıları bir başka dünyaya götürür.

Varoluşun ışıldaması

Yeryüzünde dünyaları arasında gezinmekten öte bir varoluş gösterisi sergilemeyen insanın varlığını açığa çıkarması, bir dünyadan bir başka dünyaya geçerken o aradaki yarığa, “anlık” parıldamaya bağlı. Lacan simgesel düzenden çıkışın bulunmadığını söylemesine rağmen yarıklar açılabileceğini belirtir. Evdeki dünyadan işteki dünyaya, her günkü dünyalar arasındaki geçişlerde simgesel düzende anlık yarıklar açarak kendi içimize bakma imkânına sahip olabiliriz; o zaman eşyanın ötesine geçip kavramların tahakkümünü “ışıma”yla aşabiliriz. Ama dünyaya mecburuz, müptelayız dünyaya… İnsan “pürdünya” demektir. Konuştuğu kavramlar, yaptığı işler, girdiği ortamlar onun dünyasını, dünyası varoluş tarzını, kendisini anlatır. İnsan yeryüzünde yaşar, dünyalar yıkar, dünyalar kurar. Hiçbir hayat başladığı gibi bitmez. Hiçbir yaşam aynı dünyaların içinde sona ermez. İnsan soyut bir dünyada yaşamaz, kavramların tahakkümünde ideaların etrafında var olmaz, olguların belirlediği yeni dünyalara da açılabilir.

Hiçbir hayat başladığı gibi bitmez. Hiçbir yaşam aynı dünyaların içinde sona ermez.
Hiçbir hayat başladığı gibi bitmez. Hiçbir yaşam aynı dünyaların içinde sona ermez.

Olay peşinden dünya kurmayı getirir, yeni bir oluşa yol verir. Tek bir dünyada bulunmadığımız gibi tek bir dile, tek bir ilişkiler ağına da mecbur değiliz. İşteki, sokaktaki, evdeki zihin faaliyeti, dil, hassasiyet noktaları birbirinden farklıdır. Tercihlerimiz ve ihtiyaçlarımız kavramlarımızı şekillendirir, kavramlar dünyamızı tasarlar, gösterir. İnsanın karısıyla kurduğu dünyanın mahrem sınırları ve diliyle televizyon ekranlarındaki varlığının kaygıları aynı olamaz. Bir insan hayatta onlarca varoluş tarzı, dil kurar, yıkar, yeniden yapar. Anlam bağları geliştirerek inşa edilen dünyalar iradenin, şuurun, bilincin işleme gücüyle ilgili. Bilinç varoluş azmidir, insanın varlığa gelmesi şuurunu harekete geçirmesiyle mümkün, her yıkılan ve kurulan dünya arayışın, o da oluşun dinamizminin işareti. Kökende var olmayız, dünyayı köklerde şekillendirmeyiz, ilişki biçimleri arasında, simgesel düzende hiç ünsiyet kurmayacağımız insanlar bizim “dünyamıza girer.”

  • Mecburiyetler sahasında çaresiz kalınca dünyadan ikrah ederiz; anında yeni bir çevrelemenin, kendimizi dil, kavramlar evreninin içine atarız. Tercihlerimizle biz olduğumuz gibi seçtiklerimiz dünyamızı belirler. Kendine bilim evreninde bir dünya kuran kişi tercihleriyle var olduğunu gösterme adına faaliyette bulunur; hesaplanabilir işler aynı zamanda varoluşunu hangi kıstasa, ahlâka, erdeme göre “belirlediği”ni anlatır.

Atom bombasını yapanla rüşvet alanın, çorba dağıtanla top oynarken rakibine çelme takan çocuğun dünyasını, varoluşunu tercihleri belirlemiştir. Tasarımda şiddeti, şefkati, felaketi, diğerkâmlığı kodladığımızda ortaya çıkan dünya aslında kişinin ontolojisiyle, oluş tercihinin denkleşip denkleşmediğini de gösterir. Sana göre kötü olan başkasına güzel geliyorsa dünyalar arası kapışmada oluş tercihinin, ihtiyaçların kuvvetine bakmak gerek.

Dünya tasarlamak

Bir dünya kurarız yaptığımız dünyada kaybolabiliriz. Simgesel düzende kavramların yıpratıcı ve öldürücü döngüsünden çıkamadığımız için dünya-lar-ımızı kendimize zehir ederiz. Kurduğumuz dünyada ağulu aşı pişirmek için yaşar, kavga veririz. “Ekmek parası” yüzünden başkalarının ihsan ettiği dünyaya dalmak için yırtınır, bir başkasının sırtında yükseliriz. Bunlar bir tercih, o tercihler birer varoluş gösterisi, dünyaya fırlatıldığını yahut düştüğünü düşünenler dünyalarını her türlü kötü etrafında, hayatta “yırtacak” usullerle kurabilir; dünyaya gönderildiğinin bilincindekiler ise öncelikle varlıkla uyumlu yaşamaya, doğanın doğruları etrafında intizama, sahiciliğe, samimiyete öncelik vererek dünyasını kurar, gönderilmenin karşılığını verebilir.

Dünyaya gönderildiğimizi bilerek dünya-lar içinde kaybolmayız, bir aile, devlet, çalışma hayatının arasında kendilik bilincini idrak edebiliriz; oluşa açılacak tercihleri erdemlerin doğrultusunda yapabiliriz. Dünya-ların içinde köleleşerek, sınırlanmış dünyada, daha da sınırlanmış sahada sadece nimetleri “ele geçirme” psikozu etrafında yeryüzünde kaybolabiliriz. Tevbe ederek düzeltmeye, değiştirmeye başlamak mümkün. Dünya-lar içre tasarım imkânsız değil. Bozup, yıkıp yeniden yaparak her günkülüğümüzü tamir etme imkânı bize bahşedilmiş; insan metafizik sahada değil gündelik hayatın içinde yaşar. Metafizik düşünse de sokağa çıkmak zorundadır. Metafizik düşünse bile dünyasını ideaları değil onu algıladıkları, anlamlandırdıkları, değer verdikleri oluşturur. Kimse kötülerle birlikteyken metafizik iyiden, mutlak güzelden bahsetme cüretine sahip olmamalı.

Dünyaya gönderildiğimizi bilerek dünya-lar içinde kaybolmayız, bir aile, devlet, çalışma hayatının arasında kendilik bilincini idrak edebiliriz.
Dünyaya gönderildiğimizi bilerek dünya-lar içinde kaybolmayız, bir aile, devlet, çalışma hayatının arasında kendilik bilincini idrak edebiliriz.

İnsan eyleyendir, ontolojik güzellemesini dille yaparken başkalarına kendinde kötüyü gösterdiğinde zaman dışı kopuş yapar. Tevekkülle, teslimiyetle dünyaya gönderildiğimizi ikrar, hatta tashih ederiz. Yeryüzüne doğduk fakat dünyalar içine giriyoruz. Bir anda kendimizi farklı ortamlarda pasif bireyler olarak görüveriyoruz. Muhasebe yapmak fırlatılmanın değil gönderilmenin emaresi… Bilmem üç kuruşa kölelik düzeni kuran bir küçük burjuva işletmecinin “akıldanesi” olmak hangi değerle izah edilebilir… Onun dünyasına gönderildiysek o dünyayı makbul kabul etmemiz istenmediğinden hatta o dünyaların dilini, kavramlarını, işleyişini bozmak mecburiyetimizden var olduğumuzu anlayabilmemiz gerekir. İnsan tercihleriyle insanlaşır ya da dünyasallaşır. Kötünün yanında, köleliği berkiten, masumiyet kıran gibi çalışırken aynı zamanda var olmak, yaşamak, karnını doyurmak için bulunursun.

Savaşmak için…

Fütuhat’ta “Dünya hayatı köprüdür geçilir, imar edilmez” der. Oysa bizler dünyasallığımızı mutlak kılma çabasına gireriz. Simgesel düzendeki görüntüleri asıl kılmak için çabalar, kişiyi insanlığından çıkaran eylemleri, şahısları yüceltmenin kavgasını veririz. İnsan, ilişkileriyle, dünyada bulunmasıyla, yeryüzünü mamur veya mahrum bırakmasıyla insan olacakken başkalarının kurduğu dünyada figüranlığı tercih ettikçe dünyaya gönderilmesinin anlamını kaybeder.

  • O zaman sahiden fırlatılmıştır, sürülmüştür, düşmüştür dünya-lara… İnsan en çok savaşmaktır, kavgadır, mücadeledir. Dünyaya savaşmak için gönderilmiştir insan; verili dünya-ların içinde varlığı unutturmaya matuf ilişkileri, hiyerarşiyi, egemenliği, tahakkümü kırmak için savaşmaya gönderilmiştir.

Zalimle, kafirle, hainle savaşmak için, bizi kendimizden uzaklaştıran, kurduğu erk ile bireysel yetkemizi öldüren, onurunu kıran, hiçleştiren düzenle, insan ilişkileriyle savaşmak için gönderildik dünyaya… Foucault’nun “iktidar her yerde” dediği gibi hayatın her aşamasında eline fırsat geçtiği her ortamda kendi iktidarını kuran “sıradan insan”lara, “Allah’ın verip Allah’ın aldığını” hatırlatmak, göstermek için savaşırız.

Dünyaya gönderildik, çünkü sadece izahlara, makul ve mantıklı gerekçeleri yalnızca kendimize bulmaya ihtiyacımız var

Doğa durumunu kendi lehine çevirmek için yeryüzünün akışını değiştirmeye kalkanların o yetkilerini, güçlerini sıfırlamak için gönderildik. Dünya bir çerçevedir, sıktıkça sıkar insanı… Bilinenin aksine yeryüzü bir ceza ya da mükâfat alanıdır; dünya-sı içinde ezenin, sömürenin iktidarını yaşatıp öldürme imkânı ve ihtimali “insanlar”ın mesuliyetinde, onların gücü sürdüğü müddetçe, dünya zindanı karardıkça kararır. Yeryüzüne bir tez olarak gelir, pek çok dünyaya doğar, çok sayıda dünyaya açılır, ya hezimet ya zaferle ayrılırız. Yeryüzü, olguların dünyası bize kavga verecek araçları sağlar, simgesel düzendeki dünyasallıklar elimizden insanlığımızı, yeteneğimizi, oluşa açılan ufkumuzu çalmak için uğraşır. Savaşarak, bize dünyalar içre iktidar kurmak isteyen her tür mekanizmayı ortadan kaldırarak, yeryüzüne gönderilmemizin manasını, nedenini açıklayabiliriz. Dünyaya gönderildik, çünkü sadece izahlara, makul ve mantıklı gerekçeleri yalnızca kendimize bulmaya ihtiyacımız var; bir sebep oluşturabiliyorsak oluşu ve gönül rahatlığını bir zaman daha götürebiliriz. Ölüm hiçbir sebep ve izah bulamadığımızda hak vaki olur!