Dünyaya küsen çocuk

cnns
cnns

Bir günde olmadı hiçbir şey.Ümran bebek, kanlar içerisindeama bizden yardım beklemiyorartık. Dünyaya küseli çok oldu.Tepkisiz. Bu tepkisizliği hepimizimahvetti değil mi?

Ümran Dakneş bize bugün küsmedi. Beş yıl önce doğduğunda küsmüştü bile. Savaş kaderiydi onun.

O yüz ifadesi bir gecede oluşmadı, her anı ağır bedeller ödeterek devam eden savaşın bütün o korkunç sürecinde yüzüne kondurduğu bir ifadeydi. Dünyanın kayıtsızlığına o da kayıtsız kaldı. Alnından akan ve eline bulaşan kanı tanıyor gibiydi adeta.

Çoğunuz unuttunuz biliyorum, Hamza El Hatip’i. Suriye’deki ayaklanmaların ilk yılında Dera’da muhaberat tarafından göz altına alındığında henüz 13 yaşındaydı. Vücudunda sigara söndürmüşlerdi hani? Bedeninde ağır işkence izleri ve üç kurşun deliği vardı. Cinsel organı kesilmişti. Sonra da annesine teslim etmişlerdi öylece. Masum yüzü gözünüzün önüne geldi mi?

Çocuklar, bu yazıyı yazdığım süre içerisinde bile ölmeye, yıkılan binaların altından kurtarılmaya, hayretler içerisinde kendilerini moloz yığınından çıkaran adamlara bakmaya devam ediyor.

Suriyeli on yaşındaki bir kız çocuğunun tabutunu çizdiği ve altına vasiyetini yazdığı bir resim düşmüştü internete. Esed rejiminin kuşatması altında bulunan Şam’ın Madaya kentinde açlıktan ölmek üzereyken yazmıştı vasiyetini. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünyaya duyurmaya çalışmıştı bir konuşmasında sesi titreyerek. Unuttunuz biliyorum. Şöyle diyordu çocuk ölmeden önce yazdığı vasiyetinde: “Bu benim vasiyetimdir. Canım anneciğim! Senden benim güzel gülüşlerimi hatırlamanı ve yatağımı olduğu gibi bırakmanı istiyorum. Ve sen ablacığım! Arkadaşlarıma de ki: ‘O açlıktan öldü...’ Ve sen abiciğim! Üzülme; ama ikimiz birlikte ‘Biz açız!..’ dediğimizi hatırla. Ey Ölüm meleği! Acele et ve ruhumu al ki artık cennette yemek yiyebileyim. Ben çok açım. Ve ey ailem! Benim için korkmayın. Ben sizin yerinize de cennette yiyebildiğim kadar çok yiyeceğim.”

Mülteci olarak ülkemize gelen Halil’i hatırlıyor musunuz? Her gün girip çıktığınız Burger King’de dayak yemişti. Aç kaldığı için masalarda arta kalan patatesleri toplarken işletme sahibi burnunu patlatmıştı. Sonra da restoranın işletmecisi babasına yüz lira vererek olayı kapatmaya çalışmıştı da baba parayı yüzüne fırlatıp gitmişti. O günlerde kısa süreli de olsa gündem olduğu için söylüyorum.

Tepkisizliğimiz bir yana bu çocuklara hayata tutunma aşamasında çelme taktığımız bile oldu.
Tepkisizliğimiz bir yana bu çocuklara hayata tutunma aşamasında çelme taktığımız bile oldu.

Tepkisizliğimiz bir yana bu çocuklara hayata tutunma aşamasında çelme taktığımız bile oldu. Macaristan’da kucağında çocuğuyla polisten kaçarken bir gazetecinin çelme taktığı baba ve oğul görüntüsü yansımıştı ekranlara. Baba tepetaklak olurken çocuk fırlayıp gitmişti kucağından. Çocuğun ismi Zeyd, Avrupa yollarında diğer binlerce mülteci çocuk gibi kaderinin peşinde, bizden yardım değil çelme takamamamızı bekliyor sadece. Ne alçak şu insanoğlu.

Hepimizin, hatta tüm dünyanın bildiği bir çocuk daha var. Kıyılarımıza vuran çocuk. Aylan bebeğin trajedisi o kadar büyüktü ki dünya basını artık saklayamadığı için fotoğrafını çokça yayınlamıştı. Umuda yolcuğun en hüzünlü, haliydi. Yeryüzünü titreten bir trajedi.

  • Sonraları da Aylan gibi bir çok çocuk kıyıya vurdu. Libya, Mısır sahillerinde, Akdeniz’in azgın suları boğup attı masum bedenleri. İsimlerini bilmiyoruz, fotoğrafları yok. Sayılarını ajanslar geçiyor sadece.

Afra’yı hiçbiriniz tanımazsınız. Halep’li Ebu Cud’un küçük kızı. Ay gibi parlayan yüzü, neşeli tabiatı ve minik elleri aklımdan hiç çıkmıyor. Halep’te o korkunç bombardımanlarda evlerinin kapısını açmışlardı bana. Eski Halep’te, Emevi Camii ile Halep Çarşısı’nın arasındaki dar sokakta bir kadim Arap evinde yaşayan çekirdek aile. Afra’nın ablalarından farkı, yabancıdan çekinmemesiydi.

Geniş avlulu Arap evinin ortasındaki limon ağacının dibinde otururdum. Silah sesleri ve uçakların şehrin banliyölerine attığı varil bombalarının inerken çıkarttığı korkunç sesle ürperirdim. Afra hiç oralı olmazdı, oyun oynamak isterdi sadece. Zahter ve zeytinyağlı yeşil sabun kokulu avluda koştururduk, şımardıkça şımarırdı.

Afra bu yazıya başladığım gün öldürüldü. Bu asırlık Arap evi varil bombasıyla yerle bir oldu. O sırada Ebu Cud dışarıymış. Geldiğinde Afra ve iki ablasının cansız bedenini molozların altından çıkarıyorlarmış. Afra, annesi ve iki ablasıyla birlikte cennete gitti.

Bir günde olmadı hiçbir şey. Ümran bebek, kanlar içerisinde ama bizden yardım beklemiyor attık. Dünyaya küseli çok oldu. Tepkisiz. Bu tepkisizliği hepimizi mahvetti değil mi?

Çocuklar, bu yazıyı yazdığım süre içerisinde bile ölmeye, yıkılan binaların altından kurtarılmaya, hayretler içerisinde kendilerini moloz yığınından çıkaran adamlara bakmaya devam ediyor. Neredeyse her yıl dünyayı sarsan bir trajik fotoğraf görüyoruz Suriye’den. Ekranda bir kaç spiker nemli gözlerle haberini sunduktan sonra her şey normale dönüyor. Sanki savaş bitiyor, çocuklar daracık yerlerden geniş salonlara alınıyor. Ferahlıyor.

Öyle olmuyor.

Hiçbir şey değişmiyor.