Edebiyat bahane sohbet şahane

Edebiyat ortamı denilen olgu, kavram ve oluşum her şehirde mutlaka olmalı.
Edebiyat ortamı denilen olgu, kavram ve oluşum her şehirde mutlaka olmalı.

90 Kuşağı şairlerinin nasıl birbirini okuduklarını biliyorum. Onlar sanki kendi kendilerine ayna olmuşlar. Belki de Türk şiirinde akım olmak bu manaya geliyor. Kendi göbeğini kesmek derlerdi eskiden buna. Şimdilerde kendine ayna olmak demeliyiz, belki de.

Yok, edebiyat ortamı denilen olguyu, kavramı, oluşumu her neyse onun ismi artık küçümsüyor değilim. Aksine gayet özeniyor, faydasına katılıyor, olması gerektiğini düşünüyorum.

O da öyle birkaç şehirde değil, her şehirde mutlaka olmalı. Bir de tabii ki okuyucuların Türkiye genelindeki edebiyat ortamını da hissetmesi, takip etmesi gerektiği kanaatindeyim. Edebiyat ortamı olgusunun bir aldatmaca olduğundan söz edecek değilim. Veya onun sakıncalarını, zararlı yönlerini anlatmayacağım. Yapmak istediğim, edebiyat ortamının ne olduğunu sormaktan ibaret. Gerçekten edebiyat ortamı nedir? Nasıl oluşur? Kimin işine gelir? Olursa ne olur, olmazsa ne olur? Edebiyat ortamından nasıl istifade edilir? İstifade edenler kimlerdir? Bu gibi birkaç soru sorup, aslında kenara çekilmek istiyorum. Fakat çekilemeyeceğimi de biliyorum. Her zaman edebiyat ortamı olan şehirlerde yaşadım. Maraş’ta doğdum büyüdüm, Konya’da üniversite okudum, üç yıllık bir İstanbul maceram var, Ankara’ya gidip gelmişliğim var.

Halen gözümüz 90 Kuşağı şairlerinde. Onlar gözümüzü öyle boyamış, büyülemiş ya da şöyle diyelim onlar gözümüzde öyle büyümüşler ki kendi varlığımızı göremez hale gelmişiz.

Türk şiirinde 90 Kuşağı diye adlandırılan şair ve yazarların tamamına yakınını tanırım. Onların şiir kitaplarını, edebiyat dergilerini takip ettim, bilirim. Kendi kuşağımı yine onların dergilerinden takip ettim. Samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, buna bir tespit gözüyle de bakmak mümkün, kendi kuşağımın, yani 1980 doğumluların birbirlerini takip etmediklerini, okumadıklarını düşünüyorum. Halen gözümüz 90 Kuşağı şairlerinde. Onlar gözümüzü öyle boyamış, büyülemiş ya da şöyle diyelim onlar gözümüzde öyle büyümüşler ki kendi varlığımızı göremez hale gelmişiz. Bunu düşünelim diye bir kenara bırakıyorum. Zaten Türk edebiyatında her zaman böyle olmuştur deyip geçebiliriz de. Sonuçta bir önceki kuşak veya senden önceki herhangi bir kuşak sana aynalık eder. Sen onda kendini görürsün. Ayna olmadan kendini göremezsin diyebiliriz. Ama yok, 90 Kuşağı şairlerinin nasıl birbirini okuduklarını biliyorum.

Samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, buna bir tespit gözüyle de bakmak mümkün, kendi kuşağımın, yani 1980 doğumluların birbirlerini takip etmediklerini, okumadıklarını düşünüyorum.
Samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, buna bir tespit gözüyle de bakmak mümkün, kendi kuşağımın, yani 1980 doğumluların birbirlerini takip etmediklerini, okumadıklarını düşünüyorum.

Onlar sanki kendi kendilerine ayna olmuşlar. Belki de Türk şiirinde akım olmak bu manaya geliyor. Kendi göbeğini kesmek derlerdi eskiden buna. Şimdilerde kendine ayna olmak demeliyiz, belki de. İşte bu benim kuşağımda yok. Kuşak diyorum, yaş ortalamasına göre konuşuyorum, yoksa herhangi bir akım, hareket ortaya çıkarmış değiliz, biz 80 doğumlular. Halen 90 Kuşağı’nın çıkardığı kavganın içindeyiz. Ölene kadar da öyle devam edecek gibi. Geçen gün Gaziantep’ten bir edebiyat öğretmeni aradı, “Maraş güzel, edebiyat ortamı var orada,” dedi. Aslında Maraş’ta zannedildiği gibi bir edebiyat ortamının olmadığını söyledim. İtiraz etti hoca, “Edebiyat programları, söyleşiler, sempozyumlar oluyor Maraş’ta, burada hiçbir şey yok” dedi. İtirazıma devam etmedim ama düşündüm bu konu üzerine.

  • Acaba söyleşi, sempozyum veya diğer edebiyat programlarının bir şehirde yapılıyor olması, orada edebiyat ortamının olduğunu mu gösterir? Evet, öyle bir intiba bırakıyor zihinde.

Fakat işin içinde olduğum için, öyle bir şey hissetmiyordum Maraş’ta. Çünkü edebiyat ortamı denilen olgu, her şeyden önce kendini hissettiren bir şeydir. Konya’da bunu hissederdim, 2010’dan önce Maraş’ta da hissederdim. Fakat şimdilerde öyle bir histen eser yok. Fakat evet, söyleşi, sempozyum ve diğer edebiyat programları aralıksız sürüyor Maraş’ta. Hatta kitap fuarı düzenleniyor ve bundan dolayı her yıl yüzlerce şair, yazar bir araya geliyor, doluyor Maraş’a. O zaman bazı kıpırdanmalar olmuyor değil. Acaba ben mi hissizleşmiştim, heyecanımı kaybetmiştim? 90 Kuşağı’ndan edebiyat ortamına nasıl atladım değil mi? Öyle değil. 90 Kuşağı şairlerinin birbirini okuduklarından söz ettim. İkincisi, onların her zaman etkin şekilde faaliyet gösterdikleri bir dergileri mutlaka olmuştur. Edebiyat ortamı da kuşak oluşumuna benzer.

Yani birbirini okuyan insanların topluluğudur ya da benzer yayınları takip eden, birbirini yönlendiren okuyucuların buluşmasıdır, edebiyat ortamı. Dergi çıkmayan bir şehirde edebiyat ortamından söz etmek pek mümkün değildir. Maraş’ta birkaç edebiyat dergisi de çıkıyor. Belki onlar bu hissi duyuyorlardır.

Onlarla takılmadığım için, Maraş’ta edebiyat ortamı yok sanırım diye düşünüyorum. Ama o dergilerin ülke genelinde bir etkilerinin olmadığını da müşahede edecek kadar edebiyat dergilerinden haberdarım. Öyleyse kendin pişir kendin ye, bir edebiyat ortamı söz konusu. Onun etki ve hissi ne kadar olabilir? Burada çıkan bir edebiyat dergisinden, İstanbul’daki edebiyat dergileri söz ediyor mu? O dergilerden bir tanesini çıkaran, dergiye editörlük yapan kişi yani, geçenlerde “Mavera çıkmaya devam ediyor mu?” diye sordu. Söyleyecek söz bulamadım, “hayır”dan başka. Ülke genelindeki edebiyat ortamından haberdar olmak, onunla bağlantılı olmaktan kastım buydu işte. Dergi çıkarmayı geçtik. Dergilerde çıkan ürünlerle ilgili konuşmak yoksa edebiyat ortamı yine yok demektir.

Şu kişinin İtibar’daki yeni şiirini gördün mü diye bir kişi diğer kişiye sormuyorsa, orada yine edebiyat ortamı yok demektir.
Şu kişinin İtibar’daki yeni şiirini gördün mü diye bir kişi diğer kişiye sormuyorsa, orada yine edebiyat ortamı yok demektir.

Şu kişinin İtibar’daki yeni şiirini gördün mü diye bir kişi diğer kişiye sormuyorsa, orada yine edebiyat ortamı yok demektir. Evet, eksikliğini duyduğum olgu bu. Çünkü bir şiir yazıyorsanız, bu şiir okunsun ve konuşulsun istersiniz. Fayrap’ta bir şiirim çıkıyorsa, bu şiirle ilgili atıyorum İbrahim’in, Ahmet’in bana bir şey söylemesini beklerim, bu beni heyecanlandırır. Olmuş veya olmamış şeklinde. Hatırlıyorum, Huruç dergisinde çıkan şiirimle ilgili bir arkadaşım, oturduğumuz parkta “Şiirin pornografik olmuş” demişti. Onunla uzun uzun konuşmuştuk. Şiirde cinselliğin işlenmesinden, bugünlerde bunun nasıl yapıldığına kadar.

Halen 90 Kuşağı’nın çıkardığı kavganın içindeyiz. Ölene kadar da öyle devam edecek gibi.

O arkadaşım dergi okumayı bıraktı. Oysa bekliyordum, son şiirlerimle ilgili ne söyleyeceğini. Uzatmayayım, edebiyat ortamı böyledir, edebiyat dergilerinin okuyucuları oluşturur onu ve orada şiir, hikâye ve denemeler konuşulur. Yeni yazdığın bir şiiri orada okuyabilirsin. Tepkileri ölçebilirsin, onların yüz ifadelerinden ve hareketlerinden, çoğu zaman bir şey söylemelerine gerek bile kalmaz.

Hatta dergiler arasında çıkan polemikler, bu ortamların tadı tuzudur. Bakalım cevap gelecek mi bu saldırıya diye, derginin gelecek sayısı merakla beklenir. Diğer türlü, birkaç şair veya yazarın bir araya gelerek oflayıp puflamasından, çay üstüne çay içmesinden edebiyat ortamı oluşmaz, oluşmuyor. İsterseniz o şehirde her ay sempozyum düzenleyin, her hafta oraya şair, yazar getirin ve onlarla söyleşi düzenleyin, olmaz. Edebiyat dergilerinin okunmadığı, takip edilmediği, konuşulmadığı bir ortamda zaten edebiyattan da söz edilemez. Sempozyum ve söyleşilerde ise, daha çok kitaplar konuşulur, o kitaplar da yeni çıkmış değildir çoğunlukla, en genci otuz, kırk yaşındadır.

Yine de hiç yoktan iyidir, küçümsediğim sanılmasın sempozyum ve söyleşileri. “Yeni sayısını gördün mü?” diye uzatmıştı Dil ve Edebiyat dergisini bir arkadaşım Ankara’da. Dergiyi alıp hemen karıştırmaya başlamış, o arada yeni sayıyla ilgili söylediklerine kulak kesilmiştim. Ankara’da böyle demiştim kendi kendime, edebiyat ortamı dediğimiz şey böyle bir şey.