Ezra Pound başıboş bir belge

Ezra Pound
Ezra Pound

Şiirinin okurun hayal gücünde parıldayan parçası yabancı bir dile tercüme edildiğinde hiçbir şey kaybetmez; kulağa hitap eden parçaları ise ancak onu özgün suretinden ele alanlara ulaşır.

Çeviri: Ahmet Ölmez

Aşağıda yeniden sergileyeceğimiz “Aslalar” metni, basit bir şekilde kullanışlı olması niyetiyle yazılmıştı. Yani bir nevi ticari bir senet tarafından reddiye kâğıdı olarak kullanılacaktı. 1905 ila 1912 yılları arasında şiirde görülen en yaygın kusurları hedef alıyordu. Bu imgeci üçlemesinin ikinci bendi görmezden gelinecek ilk hükmüydü. Biraz düşünce ve bilinç talep ediyorlardı. Takibinde de bu tür bir sıkıntının üstesinden gelmek için çok kelimeli bir formül ortaya konulmuştu. Yaşı ne olursa olsun, sözel tezahürlerde ilginç bir gerginliği birçok insanın muhafaza edebilmesini bekleyemeyiz. Büyük bir yığın tasarımcı veya muazzam melodik icat yeteneğine sahip bir sürü güfteci tarafından rahatsız edilmemiz de aynı oranda mümkündür.

Bu imgeci üçlemesinin ikinci bendi görmezden gelinecek ilk hükmüydü. Biraz düşünce ve bilinç talep ediyorlardı.

Geriye doğru birbakış

1912 yılının baharında veya yazının başlangıç kısmında “H.D.”, Richard Aldington ve ben aşağıdaki şu prensipler hususunda mutabık kaldık:

1. “Şey”, nesnel veya öznel olsun, doğrudan muamele edilecek.

2. Sunuşa katkıda bulunmayan hiçbir kelime kati surette kullanılmayacak.

3. Ahenge gelince: Müzikal söze göre ahenk kurulacak, metronoma göre değil.

Zevk ve tercihlere dair birçok noktada farklı düşünsek de bu üç konumda sabit kalmamız hasebiyle Bay Flint’in Harold Munro’nun dergisinin 1911 senesindeki Ağustos sayısında zikrettiği birçok Fransız “ekolün” yaptığı gibi bizim de bir isim altında gruplaşmamızın makul olacağını düşündük. Bu ekole sonradan birçok kişi “katıldı” veya bu ekolü “takip etti”, ama yetenekleri ne olursa olsun bu ikinci hükümde mutabık kaldıklarına dair bir emare yoktu. Serbest vezin de ondan önce gelen sönük vezinler kadar ayrıntılı hâle gelmişti ve laf cambazlığına mahal vermişti. Kendine mahsus kusurlar edinmişti. Serbest vezindeki dil ve cümleler bizden önceki gelenler kadar kötü bir hâle bürünmüştü. Bunun üstüne bir de veznin ölçüsünü tamamlamak gibi bir bahanesi yoktu. Takipçilerin takip ettiği cümlelerin müzikal olup olmadığı okurların takdirine kalmıştır.

Kendine mahsus kusurlar edinmişti. Serbest vezindeki dil ve cümleler bizden önceki gelenler kadar kötü bir hâle bürünmüştü.
Kendine mahsus kusurlar edinmişti. Serbest vezindeki dil ve cümleler bizden önceki gelenler kadar kötü bir hâle bürünmüştü.

Bazen “serbest vezinli” şiirlerde herhangi psödo-Swinburnyen şiirdeki bayat ve sıradan vezinleri görebiliyorum, bazen de yazarlar hiçbir surette müzikal bir yapıyı takip etmemektedir. Ama bütün itibarıyla tarlanın sürülmesi iyi bir şeydir. Bu yeni yöntemle birkaç güzel şiir çıktığına göre meşruiyetini kazanmıştır. Eleştiri bir tür çevreleme veya birtakım yasaklar değildir. İnsana sabit varış noktaları sağlar. Yılmış bir okurun dikkatli olmasını sağlayabilir. Bu tür metinlerin içerdiği küçük miktardaki iyi şeyleri başıboş cümlelerde bulabiliriz. Mesela yaşlıca bir sanatkâr, kendisinden genç birisine göz kararı şeyleri veya tecrübeyle edinilmiş uyarıları anlatarak ona büyük fayda sağlayabilir.

Birkaç asla

İmge” entelektüel ve duygusal yapıya zamanın bir anında sunulan şeydir. Ben, Hart gibi yeni psikologlar tarafından kullanılan tabir yerine “yapı” kelimesini kullanmaktayım; ama bu uygulamamda mutlak surette hemfikir olmayabiliriz. Bu “yapıyı” aniden sunduğumuz vakit derhâl bir özgürlüğe varırız; bu özgürlük hissini hem zaman hem mekân sınırlar; bu ani büyüme hissini en büyük sanat eserleri karşısında hissederiz.

  • Hacimli eserler üretmektense ömür boyu tek bir imge üretmek evladır. Bazı kimseler bütün bunları tartışmaya açık zannedebilir. İlk ihtiyacımız olan şey, şiir yazmaya yeni başlayan kimseler için birkaç aslayı cetvele geçirmektir. Onların hepsini mozaik bir negatifte derleyemem.

İlk başta bu üç öneriyi (doğrudan muamele, kelime iktisadı ve müzikal cümle) dogma olarak addetmeyin -hiçbir şeyi dogma olarak addetmeyin- bunları daha ziyade uzun bir tefekkürün neticesi olarak düşünün. Bu başka birisinin tefekkürü olsa dahi ele almaya değebilir. Kendi başına dikkate değer bir eser yazmamış kimsenin eleştirisine kulak vermeyin. Yunan şair ve oyun yazarlarının yazdıkları ile bunların vezinlerini açıklamaya çalışan Yunan ve Romalı dilbilimcilerin teorileri arasındaki çelişkileri bir düşünün.

Dil

Bir şey ifşa etmeyen lüzumsuz kelimeleri ve sıfatları kullanmayın. “Barışın loş diyarları” gibi ifadeler kullanmayın. Bunlar imgeyi körleştiriyor. Soyutlamayla somutu birbirine karıştırıyor. Böyle ifadelerin var olma sebebi yazarların doğal nesnelerin her zaman en makul simge olduğunu kavrayamamasındandır. Soyutlamalardan korkun. İyi nesirle yazılmış şeyleri vasat bir şiirle tekrar anlatmayın. Kelimelerin iktifa etmeyeceği kadar zor bir sanat olan iyi nesirlerin bütün zorluklarını mısra ebadına indirerek şiirine dâhil ettiğinde herhangi akıllı bir insanı kandıracağını zannetme. Bugün uzmanları yoran şey yarın halkı yorar.

Şiir sanatını müzik sanatından daha basit olarak görme. Ortalama bir piyano öğretmeninin müzik sanatına adadığı çaba kadar şiir sanatına çaba sarf etmediğin sürece hiçbir uzmanı memnun edeceğini zannetme. Ne kadar büyük sanatkâr tarafından etkilenebiliyorsan etkilen. Ama bu borcunu ya doğrudan ifade edecek kadar dürüst ol ya da bunu gizlemeye çalış. “İlham” senin için sevdiğin birkaç şairin süslü kelimelerini şiirine katma anlamına gelmesin. Yakın zamanda yakalanan Türk bir savaş muhabirinin notlarında “kumru grisi” tepelerden bahsettiği görülmüş… Ya da “soluk inci” rengindeydi, hatırlayamıyorum. Ya hiç süs kullanma ya da iyi süs kullan.

Ahenk ve kafiye

Aday, aklını keşfedebileceği en ince terennümlerle doldursun. Tercihen bu yabancı bir dilde (bu ahenk için, kelime için tabii olarak anadiline bakmalı) olsun ki dikkati hareketten başka bir yere yönelmesin. Sakson tılsımları, Hebridlerin türküleri, Dante’nin şiirleri ve Shakespeare’ın dizeleri. Tabii eğer kelimeleri terennümden ayrı tutabiliyorsa. Aday, Goethe’nin dizelerini soğuk bir edayla ses değerlerine, uzun ve kısa hecelerine, vurgulu ve vurgusuz yerlerine, ünlü ve ünsüzlerine ayrıştırabilsin.

Aday, aklını keşfedebileceği en ince terennümlerle doldursun. Tercihen bu yabancı bir dilde (bu ahenk için, kelime için tabii olarak anadiline bakmalı) olsun ki dikkati hareketten başka bir yere yönelmesin.

Şiirin kendi müziğine dayanması mecburi değildir, ama eğer kendi müziğine dayanıyorsa onunla muhatap olan uzmana zevk vermeli. Nasıl ki bir müzisyenin sanatına dair kontrpuan ve sair bütün ince detayları bilmesi gerekiyorsa acemi şair de asonans ve aliterasyonu, ani ve gecikmeli kafiyeyi, tek ve çok sesliyi bilmeli. Sanatkâr bunlara pek ihtiyaç duymasa da onlar için harcadığı zaman asla israf olmaz. Bir şeyin nesre giremeyecek kadar sıkıcı olması onun şiire “uyacağını” göstermez. Çok da “kanaatimsi” olma, bunu küçük sevecen felsefe yazarlarına bırak.


Tasvirci olma. Unutma ki ressam bir manzarayı senden daha iyi tasvir edebilmekle beraber bu hususta senden daha fazla bilgiye sahip. Shakespeare “kızıl kahverengi harmaniyeyle kuşanmış şafak” dediğinde ressamın sunamayacağı bir şey sunmuştur. Bu dizede tasvir denebilecek bir şey yoktur, şair takdimde bulunmuştur. Yeni bir sabun pazarlamaya çalışan reklamcıdan ziyade bir bilimcinin yolunu ele alın. Bilimci, bir şey keşfedene kadar büyük bir bilimci olarak kabul görmeyi beklemez. İşe zaten keşfedilmiş olanla başlar. O noktadan böylece ilerler. Şahsiyet olarak sevecen bir adam olma özelliğine ağırlık vermez. İlk dönem çalışmalarının arkadaşlarınca alkışlanmasını beklemez. Ne yazık ki şiire yeni başlamış kimseler bütüncül bir sınıf oluşturamıyor. Onlar “her yere dağılmış” durumdadır. Bundan dolayı “halkın şiiri umursamamasına” şaşırmalı mıyız? Malzemenizi ayrık iamblara (iki ayrı heceye) bölmeyin. Her dize bittiğinde durup bir iç geçirmeyle bir sonraki dizeye başlamayın. Bir sonraki dize o ahenk dalgasını yakalasın. Tabii eğer kesinkes uzunca bir duraksama istemiyorsanız.

Kısacası, müzikte paralel bir eşleniği olan o şiir sanatının cümlelerini ele alırken bir müzisyen, daha doğrusu iyi bir müzisyen gibi davran. İkisi için de aynı kanun vardır ve başka bir kanun seni ilgilendirmez. Ahenksel yapın doğal olarak kelimelerinin şeklini, doğal sesini veya anlamını yok etmemeli. İlk başladığında bu özellikleri etkileyecek kuvvette bir ahenk yapısı bulman pek muhtemel değil, ama mısra bitişleri ve durakların mağduru olabilirsin. Müzisyen orkestranın perdesine ve sesine güvenebilir. Sen güvenemezsin.

Uyum kelimesi şiirde yanlış bir biçimde uygulanmaktadır; atıfta bulunduğu anlam farklı perdelerdeki birliktelik sağlayan seslerdir. Ne var ki en iyi şiirlerde bir tür ses artığı vardır. Bu ses artığı dinleyicinin kulağına takılır ve öyle ya da böyle bir org bası gibi davranır. Eğer bir kafiyenin zevk vermesini istiyorsanız ona bir tür şaşırtıcı unsur sağlamalısınız; bunun garip veya ilginç olmasına gerek yok, ama kullanılacaksa iyi kullanılmalı. Dahası için Vildrac ve Duhamel’in kafiye üzerine yazdığı Technique Poétique metnine bakınız.

Bir duygunun hissini, başka bir duygunun tabirleriyle ifade ederek bozma.
Bir duygunun hissini, başka bir duygunun tabirleriyle ifade ederek bozma.

Şiirinin okurun hayal gücünde parıldayan parçası yabancı bir dile tercüme edildiğinde hiçbir şey kaybetmez; kulağa hitap eden parçaları ise ancak onu özgün suretinden ele alanlara ulaşır. Dante’nin sunumundaki kesinliğin Milton’un retoriğine kıyasen nerede durduğunu ele alın. Tamamıyla can sıkıcı olana dek yeteri miktarda Wordsworth okuyun. İşin özünü kavramak istiyorsanız Safo’ya, Catullus’e, Villon’a, damardaki Heine’a ve çok soğuk olmadığı zamanlarda Gautier’e gidiniz. Eğer bu dilleri bilmiyorsanız eğlenceli Chaucer’a bakınız. İyi nesrin size bir zararı dokunmaz. İyi nesir yazarak iyi bir disiplin elde edebilirsiniz. Tercüme de benzer bir şekilde iyi bir alıştırmadır. Özellikle de metni yeniden yazdığınızda orijinal eser “titriyorsa”. Tercüme edilecek şiirin anlamı “titreyemez”. Simetrik bir şekil kullanıyorsan istediklerini metne dâhil ettikten sonra kalan boşlukları çer çöple doldurma. Bir duygunun hissini, başka bir duygunun tabirleriyle ifade ederek bozma.

  • Bu genelde tam isabet kelimeyi bulmak yerine tembel davranmanın bir neticesidir. Tabii bu hükmün muhtemel istisnaları vardır. İlk üç basit yasak günümüzde standart ve klasik olarak kabul gören bütün kötü şiirlerin onda dokuzunu bir köşeye atar.

Böylece üretirken bir suç işlemekten kaçınmış olursunuz. MM. Duhamel ve Vildrac’ın Notes sur la Technique Poétique adlı küçük kitabında da dediği gibi; “…Ama önce bir şair olmalısın.”

* * *

Mart 1913’ten beri Ford Madox Hueffer, Wordsworth’ün sıradan ve sade sözde ısrarcı olması hasebiyle doğru kelimenin izini sürmeyi hiç düşünmediğine işaret etmiştir. John Butler Yeats, Wordsworth ve Viktorya dönemi yazarları ele aldı. Daha doğrusu kaba kuvvetle ele aldı. Oğluna mektup olarak yazdığı bu eleştiriler artık basılmış bir şekilde erişime açıktır.