Fotoğrafın garibi

İnsan elbette anda gizlidir. Ama bir fotoğraf değildir, olsa olsa fotoğrafın garibidir.
İnsan elbette anda gizlidir. Ama bir fotoğraf değildir, olsa olsa fotoğrafın garibidir.

Garipsin. Olduğun yerden çok ötesine gitmişsin. Mekândan çekip alıyorsun beni: Boyanmış, ışıklandırılmış caddelerden, bakımlı ve betimlenmiş eşyalardan koparıyorsun. Böyle olunca giydiğim gömleğin de önemi kalmıyor, içtiğim suyun da. Tüm kitaplarımı yakıyorsun. Garipliğin rotası olur mu hiç?

Anlık bir seğirme değilsin ama başkaca bir tarifini de bulamıyorum senin. Fotoğrafların garibisin. Anda yakışıksız bu duruş; seni, şimdini ve sonranı tanımlıyor. Mahzun ve uçkun hâlinle ışığın ulaştığı son yerde duruyorsun.

Bir fotoğrafta görünmeyen ne varsa, sen onu anlatıyorsun. Fotoğraflar, hayatın en yaldızlı günleri. Unutulmamak için çaresizce kaydı tutulan anlar. Senin yerin olmamalı orada.


Bir fotoğrafta görünmeyen ne varsa, sen onu anlatıyorsun. Fotoğraflar, hayatın en yaldızlı günleri. Unutulmamak için çaresizce kaydı tutulan anlar. Senin yerin olmamalı orada. Çünkü unutulması gereken bir dalgınlık hâlisin sen. Gizlemeye çalışılan diğer tüm günleri ele veren bir kusursun. Anda yoksun, zamanda varsın. Ressamları anlamak için tabloların tam karşısında duran insanlar gibi senden gözlerimi alamıyorum. Garipliğin betimlemeden çok bir gizleniş. Kasten atılmış bir düğüm. Sanatın içine istemsiz yerleştirilmiş fazla kelime gibi, fırça darbesi gibi, film kesiği, göz kırpması yani… Notaların arasındaki es gibi. Anlamı ekliyorsun dünyaya. Anlam seninle bağımsızlığı kazanıyor. Anların arasına örülmüş bir geçiş gibi. Düşünce disiplinlerine karşı uyumsuzsun. Senin teorini kimse yazmadı.

Göz yaşı, acı ve sevinç kartelasında büyük bir yer kaplıyorsun. Allah’ın aklıma dokunduğunu hissediyorum sayende. Senin çelişkin en büyük samimiyet. Başka neyle anlayabilirim dünyayı, bilmiyorum. Garipsin. Olduğun yerden çok ötesine gitmişsin. Mekândan çekip alıyorsun beni: Boyanmış, ışıklandırılmış caddelerden, bakımlı ve betimlenmiş eşyalardan koparıyorsun. Böyle olunca giydiğim gömleğin de önemi kalmıyor, içtiğim suyun da. Tüm kitaplarımı yakıyorsun. Garipliğin rotası olur mu hiç? Yıkılmakta olan bir şehri gözleri kapalı terk edip, genişleyen bir odada kılavuza ihtiyaç duyar mı insan? Öncesini karmaşa olarak tanımlamıştım hâlbuki, şimdi tüm garipliğin planlı bir labirent gibi: Başlangıcı ve varılacak yeri olan bir anlam bütünlüğü. Bakmadığın yönden saldırıyor hayat sana, bunu biliyorsun. Gözlerini kaçırdığın yerde de yoksun. Buradasın ama değilsin. Varlığın, bundan daha güzel bir tanımı olamaz.

Esen rüzgârın sesiyle konuşmasan, uykumu bölmesen gecenin ortasında, ben de unuturdum.
Esen rüzgârın sesiyle konuşmasan, uykumu bölmesen gecenin ortasında, ben de unuturdum.

Konuşurken kekeleyen, harfleri yutan, cümlelerin sonunu getiremeyen biri olarak yaşayansın. Gülerken çirkin, kızgınken yenik, üzgünken yine çirkin yüzünle yakışmıyorsun pürüzsüz ve parlak kağıtlara. Çünkü kalbin atması yetmiyor. Yükselmesi, düşmesi ve durulması gerekiyor. Durması gerekiyor. Bunu en iyi bilen de yine sensin.

  • Fotoğrafların garibisin, dünya işlerine yabancısın. Evden işe giderken göremiyorum seni. Sorduklarında söyleyemiyorum. Esen rüzgârın sesiyle konuşmasan, uykumu bölmesen gecenin ortasında, ben de unuturdum.

Gördüklerimden derlenmiş rüyalarıma anlamlar yüklerdim. Güzel yüzleri hatırlamak yerine, ben dalgın bakışları seçtim. İlk bakışta korkutan sessizliğini büyük bir gürültüyle dolduruyorsun sen. Üstüne pek konuşulmamış şeyler senin düşlerin. Cevabı hesaplanmamış belirsiz sorular. Uygun adım yürümek yerine elimden tutup dans ediyorsun benimle.

Yaprağı sürükleyen bir rüzgâr gibi. Şimdi seni bilmesem, görmemiş ve tanımamış olsam bir başkasıyla karıştırdım derdim. Seni gerçek bir dalgınlık sayıp başka fotoğraf seçerdim. Ona bakıp içlenir, geçmiş günlerimi özlerdim. Ama bu böyledir. İnsan düzen kurdukça, üst üste istifledikçe kendini, kendini başka bir yerde biriktirdikçe tehlikeli sorular sorar. İnce ince parçalayıp o albüme dizmiştir dizmesine ama o birikintide asla kendisini bulamaz. Olsa olsa bir başkası... Kaydı tutulmamış bir doğum. Bir ikizi belki. Masalların yardım etmediği bir dünyada yaşayan, gerçek ve bir o kadar dünya dışı. İçinde değil, içini de kapsayan, belki onu da kapsayan biri. İnsana, doğru bir tanım getiren, fotoğrafın ve kâğıdın ve sözün üstünde yabancı bir suret. Seni tanıdığıma memnun oldum.

İnce ince parçalayıp o albüme dizmiştir dizmesine ama o birikintide asla kendisini bulamaz. Olsa olsa bir başkası...
İnce ince parçalayıp o albüme dizmiştir dizmesine ama o birikintide asla kendisini bulamaz. Olsa olsa bir başkası...

İnsanı tanımaya ve tanımlayama çalışmaktan başka gayesi olmayanlar için büyük-küçük tüm fotoğraflar, tüm anılar ve tüm tecrübeler bir anlatıdır sadece. Ardı sıra dizilmiş başka başka hikâyelerden oluşan tek bir anlatı. Bazen bir kelimede ya da bir fotoğrafta buluruz insanı. O, kelimeyi ve fotoğrafı aşan bir yerlerden gelmiştir. Bize doğduğu memleketini anlatır.

Bizse “insan”ı tanıdıkça, tanımladıkça biraz daha insan oluruz ve niçin yaratıldıysak onun için yaşamaya, o anlamı karşılayan insan olmaya gayret ederiz. Yani olduğumuzdan başka biri olmak zorundayız. Daha iyi, daha doğru. Güzel gözüktüğümüz birkaç göz kamaşmasından daha gerçek. İnsan elbette anda gizlidir. Ama bir fotoğraf değildir, olsa olsa fotoğrafın garibidir. Belki de anlık bir seğirmedir.