'Gerçeği arayanlara inanın. Bulanlardan da şüphe edin.' Andre Gide

 Andre Gide
Andre Gide

Yıllardır topladığı Komünizm düşüncesi artık bir çıkış haline gelir yazarımız için. Sahte ama büyük umutlarını da yanına alarak Sovyet Rusya’sının davetine uyarak yola çıkar. Maksim Gorki’nin cenaze törenine katılır ve Kızıl Meydan’da bir konuşma yapar.

1

Acısıyla, sancısıyla, şüphesiyle, arayışıyla ve elbette kaybettikleriyle çağının tipik bir Batılı yazarı. Herkese değenin kendisine de değdiği bir savruluş biçimi o.

Açığa çıkardıkları da gizlemek istedikleri de bununla ilgili. Batının bir mide sancısı. Soylu ya da değil bir itiraz. Bir rahatsızlık biçimi. İyi edebiyat, karışık hayat ve bir sürü pişmanlık geride. Biraz da müzik elbette: Andre Gide.

2

‘Hayat yaşla değil, yaşamakla anlaşılır’ diyen şair. Hikâye, bundan 148 yıl önce başlıyor. Sultan Abdülaziz, Paris’ten döndükten birkaç ay sonra Paris’te doğuyor yazarımız. Yıl: 1869. Protestan bir baba ve Katolik bir annenin çocuğu.

Önem bakışında olsun, bakılan şeyde değil’ diyen romancı. Okuldan mezun olduğunda yirmi yaşındaydı. Ve sonrasındaki tüm hayatını belirleyecek kararı da o vakitler vermişti: Ekmeğini yazarak kazanacaktı.

Anneler zaten Katolik olur Batı’da. Hastalıklı, zayıf, kırılgan bir çocukluk… 11 yaşında babasını kaybeder. Sonrası anneler ve teyzeler iktidarı… Baskı ve sıkıntı. Der Batılılar.

3

Önem bakışında olsun, bakılan şeyde değil’ diyen romancı. Okuldan mezun olduğunda yirmi yaşındaydı. Ve sonrasındaki tüm hayatını belirleyecek kararı da o vakitler vermişti: Ekmeğini yazarak kazanacaktı. İlk yazı çalışmaları da yine bu yıllarda… Sonra bakmak için Afrika’ya uzatır gözlerini. Yıl: 1893. İlk tecrübe. Yeni bir dünya. Bir sürü rahatsızlık. Geri gelir ama gittiği gibi değil.

4

1894’te yeniden Afrika seyahati. Yeni tanışıklıklar, karışık ilişkiler, zayıflığın dışavurumu. Çocukluğun acılarıyla sonradan yüzleşir çünkü insan. Annesinin hastalığı üzerine yeniden Fransa’ya döner. Ertesi yıl annesinin acı haberiyle yüzleşir. Bir ay geçmeden kuzeni Madeleine ile nişanlanır, tuhaf elbette. Eşiyle İsviçre, Tunus, Cezayir arasında geçen uzun bir seyahat... 1896’de Normandiya’da belediye başkanı olur. Bay başkan!

5

1908’de arkadaşlarıyla herkesin bir şekilde uğrayacağı o durağa uğrar: bir edebiyat dergisi çıkarır. Yıllar ilerler, savaş gelip dayandığında orta yaşlarında bir adam olarak Kızılhaç’ta yardım gönüllüsü olarak çalışır. Bu yıllar, öncesi ve sonrasında hayatı için pek çok büyük saçmalıklarla doludur. Bir kısmını sonradan savunur, bir kısmını sessizlikle unutmak ister. 1919’da Türkiye’de en çok bilinen eseri, Pastoral Senfoni yayınlanır.

1908’de arkadaşlarıyla herkesin bir şekilde uğrayacağı o durağa uğrar: bir edebiyat dergisi çıkarır.
1908’de arkadaşlarıyla herkesin bir şekilde uğrayacağı o durağa uğrar: bir edebiyat dergisi çıkarır.

6

Seyahatleri oldukça geniş bir coğrafyayı kapsar yazarımızın. 1914’te Osmanlı İstanbul’una gelir. İstanbul’un ardından Bursa, İznik, Eskişehir, Konya ve Uşak derken Anadolu’yu dolaşır. Başta ne demiştik, çağının tipik bir batılı yazarı. Aynı önyargılar, aynı köksüzlük, aynı kültürel üstencilik. Yanlış bakış, bütün iliklerine yapışmış halde seyreder İstanbul’u ve Anadolu’yu. Yansımalar’da genişçe anlatır bunu.

7

  • 1925’te ülkesinin bir kolonisi olan Ekvator Afrika’sına giden fırtınalı hayatın sahibi yazarımız, burada sömürgeciliğin ne demek olduğunu daha net görebilmiştir. Ancak mı? Evet. Döndükten sonra sömürgecilik karşıtı yazılar yazar.

Tartışmaların içine girer. Aynı yıl en iyi kitabı kabul edilen, Kalpazanlar yayınlanır. Yankı uyandırır elbette. Ertesi yıl ise biyografisi gelir. Uzun dolaşmış, hatıra biriktirmiştir çünkü.

8

Yıllardır topladığı Komünizm düşüncesi artık bir çıkış haline gelir yazarımız için. Sahte ama büyük umutlarını da yanına alarak Sovyet Rusya’sının davetine uyarak yola çıkar. Maksim Gorki’nin cenaze törenine katılır ve Kızıl Meydan’da bir konuşma yapar. Bu sıralar Jurnal’lerini yayınlar. Ve sonra geri döner. Dönerken Komünizme ilişkin büyük umutlarını da Rusya’da bırakır. Hayal kırıklığı yani. 1938’de sıklıkla aldattığı eşini kaybeder. Savaş, ikinci kez insanlığın başına gelince yine Afrika’ya… Savaş bitene kadar da geri dönmez. 1947’de Oxford Üniversitesi, edebiyat doktoru unvanını verir kendisine. Aynı yıl Kraliyet ailesi de Nobel’i…

1947’de Oxford Üniversitesi, edebiyat doktoru unvanını verir kendisine. Aynı yıl Kraliyet ailesi de Nobel’i…
1947’de Oxford Üniversitesi, edebiyat doktoru unvanını verir kendisine. Aynı yıl Kraliyet ailesi de Nobel’i…

9

Hikâyesinin buraya kadar olan kısmında bir sürü kitap, bir sürü edebiyat dergisi, bir sürü tiyatro metni, bir sürü şarkılar, bir sürü çabalar var. Paul Valery’yle, Oscar Wilde’la, Albert Camus’yle, Maurice Blanchot’la ve daha bir sürü isimle mektuplaşmalar, beraber çalışmalar ve saire… Hatta Andrei Malraux’la propagandacımız Goebbels’a gitmişliği bile var yazarımızın… İyilik tabiki…

10

Geride ne var? Kırgın ikindiler, cesurca yazılmış anılar, hayal kırıklıkları ve iyi edebiyat. Üretken bir yazar Gide.

Edebiyatın hemen her türünde eser verdi: Anı, biyografi, otobiyografi, deneme, roman, hikâye, tiyatro, hiciv, gezi yazısı, şiir bunlardan sadece bir kaçı. Dar Kapı’sıyla, Günlük’üyle, Pastoral Senfonisi’yle hatırlanıyor en azından burada. Ve bir dizeyle elbette: “Kafamda yasak düşünceler / Gide mesela.” Unutma sevgili okuyucu, Batı’da olduğunda iyi bir yazarın karşısındasın. Çevrilince değil.