Göç, kimlik, aidiyet, müzik Raşid Taha'nın Fransa'sı

Raşid Taha
Raşid Taha

Raşid Taha kendisini ‘‘Müslüman bir anarşişt’’ olarak tanımlayan tuğlaları üst üste koymaya başlamıştı. Fransa’ya karşı bir duvar örmek niyetinde değildi, kendi evini inşa ediyordu sadece. Fransızların bilinçaltındaki göçmen imgesini tasvir ederken kullandığı ‘’Sanki her an gelip kanlarını emecek Drakulalardık.’’ ifadesi, uzunca bir öfkeyle birlikte ‘’değiliz’’i kapsıyordu aslında. “Değiliz!”

“Ben kendi dilimde, kendi kültürümle, Kendimi, acımasız görünen dünya müzik platformuna kabul ettirme çabası içindeyim. Pek çok zorluğa rağmen savaşıyorum. Her gün mücadele veriyorum... Bu, kendimi kültürümle, dini inancımla ifade etme biçimidir.”

Raşid Taha, ülkemizdeki özel bir televizyon kanalının düzenlediği güzellik yarışmasındaki mini konserine ‘

  • ‘‘Selamün Aleyküm İstanbul!’’ diyerek başlamıştı. Bir göçmen selamıydı bu, kalabalıktan fazla karşılık bulamasa da, dinleyici kitlesinin meseleye Fransız kalışını pek umursamayarak bir dünya starı gibi devam etmişti şarkılarına.

90’ların sonu Türkiye için Raşid Taha’nın sesinin ezberlendiği bir dönemin adıydı. Taha, 1997 yılında uluslararası bir şöhret kazandığı geleneksel Cezayir şarkısı “Ya Rayah”ın (Ey Yolcu) “cover”ıyla listeleri fena halde sarsmıştı. Yankısı eş zamanlı olarak Türkiye’ye de ulaştı. Kulaklarımızın duymakta hiç zorlanmadığı bir yakınlıktan gelen sesi, kültürel çağrışımı ve arabesk tonlarıyla kabul görmüş, çok sevilmişti. Fransa’dan gelen seküler bir göçmenin kimliği, müziğinin ve “hareketli” şarkılarının ana omurgasını oluşturuyordu. “Ya Rayah” şarkısı diskolarda çalınsa da, Raşid Taha gibi yurtlarından ayrı düşenlere sesleniyordu aslında; “Nereye gidiyorsun ey yolcu? / Eninde sonunda döneceksin bana”

Albert Camus gibi Raşid Taha da Oran’da (Cezayir’de) doğmuştu. Ailesi Cezayir’i terk ederek Lyon’a göç etmeye karar verdiğinde henüz çocuk yaşlardaydı. Bir Fransız sömürgesinden gelerek Fransa’nın bir şehrine yerleşmenin zorluklarını iliklerine kadar hisseden Taha’nın ailesi, ağır şartlar altında tekstil atölyesinde işçi olarak çalışan bir babanın omuzlarında yükseliyordu. Fransa’ya rağmen umudunu bayrak gibi taşımaya devam etti Taha. Beden gücü gerektiren işlerde ter dökse de, geceleri DJ’lik yaparak müziğe tutunan genç bir göçmenin hayat mücadelesini resmetti. Lyon gettolarında filizlenen kendi uzun hikâyesini de başlatmış oluyordu böylece. Irkçılığın her çeşidini görmüştü ve dilini bilmediği bir ülkeye kendi bildiği dille itiraz etmeye hazırdı. 21 yaşındayken Lyon’da çalıştığı fabrikadaki bir grev sırasında tanıştığı müzisyen işçilerle kurduğu Arapça ve İngilizce rock yapan ‘‘Carte De Sejour’’ adlı grupla en iyi bildiği dille yani müzikle isyan ateşini yakacaktı. Ateş, grubun adında en ironik şekliyle parlıyordu üstelik; “Carte de Séjour”, yani “Oturma İzni”

Fransa’ya rağmen umudunu bayrak gibi taşımaya devam etti Taha.
Fransa’ya rağmen umudunu bayrak gibi taşımaya devam etti Taha.

Drakula ve sevgili Fransa

Raşid Taha kendisini ‘‘Müslüman bir anarşişt’’ olarak tanımlayan tuğlaları bu yıllarda üst üste koymaya başlamıştı. Fransa’ya karşı bir duvar örmek niyetinde değildi, kendi evini inşa ediyordu sadece. Fransızların bilinçaltındaki göçmen imgesini tasvir ederken kullandığı ‘’Sanki her an gelip kanlarını emecek Drakulalardık.’’ ifadesi, uzunca bir öfkeyle birlikte ‘’değiliz’’i kapsıyordu aslında. “Değiliz!” Bu, ezberleme zorunluluğu olan bir göçmen parolasıydı. Değiliz, demelerini ve bunu ispat etmek için ömür harcamalarını teklif ediyordu Fransa onlara. Hiç cazip bir teklif değildi doğrusu. Raşid Taha, “Bunu kabul etmek zorunda değiliz.” diyenlerin tarafında yer aldı. Şarkıları hep bunu söyledi. 80’li yılların ‘’beur’’(Fransa’daki 2. kuşak göçmenler) gençlerinin isyankâr dili, ‘‘’Oturma İzni’’ grubuyla temsil edilse de, bu müzik sosyolojinin konusu olarak kalarak gettoların dışından pek duyulmadı. Ama grubun 1986’da dağılmadan önce yaptığı son müzikal eylemi oldukça ses getirmişti. Fransız kimliğinin müzikal yapı taşlarından sayılan, kreşlerde ninni olarak söylenen Charles Trenet’in meşhur vatansever halk şarkısı “Douce France” (Sevgili Fransa), Taha’nın arabesk gırtlağında alaycı bir yorumla yer alınca muhafazakârlar büyük tepki göstermiş, üstüne üstlük şarkı Raşid Taha’nın yorumladığı şekliyle 1986’da dönemin Kültür Bakanı Jack Lang tarafından Fransa Ulusal Meclisi üyelerine dinletilince, Drakulalarıyla yüzleşmek zorunda kalan Fransa’nın beyaz yüzü, Cezayirli kara çocuklara yine aynı şekliyle görünmeye devam edeceğini ilan etmişti. Fransız sağı ise, şarkının radyolarda çalınmasını engellemekle meşguldü.

“Ya Rayah” şarkısı diskolarda çalınsa da, Raşid Taha gibi yurtlarından ayrı düşenlere sesleniyordu aslında; “Nereye gidiyorsun ey yolcu? / Eninde sonunda döneceksin bana”


Lyon varoşlarında başlayan müzikal kariyeri “oturma izni”ni almasını sağlamış ve Paris’e doğru uzanan o sarp yolu yürümesini de artık neredeyse zorunlu kılmıştı. Grubu dağılmış, bu yolda artık -belki de bir imkân olarak- tek başına kalmıştı. Raşid Taha’nın solo kariyeri, 1991 yılında yayınladığı ilk albümü “Barbes” ile biraz talihsiz bir şekilde başlayacaktı. Küresel gündem oldukça yoğun, Arapça bir kez daha sakıncalıydı. Müziğe de hiç vakit yoktu. Paris’te Mağribîlerin yoğun olarak yaşadığı Barbes mahallesinden aldığı isimle dikkat çeken ilk solo albümüyle Paris’i yakmayı başaramasa da, ilk adımını güçlü şekilde atmayı başarmıştı Taha. Politik kimliğini esnetmeye niyeti olmadığını da bir kez daha göstermişti.

Raşid Taha’nın doğduğu Cezayir’in batısında yer alan liman şehri Oran, Rai (rey-görüş) müziğiyle özdeşleşmiş bir şehir olarak bilinir. Bu şehirde ortaya çıkan, politik içeriğe sahip geleneksel Rai müziği, toplumun alt katmanlarına hitap eden, muhalif bir damara sahip, sömürgeciliğe karşı tavrı olan “yasaklı” ve eleştirel bir tür olarak dikkatleri çekmiştir. Taha’nın müziği bu kültürel arka plandan beslenen geniş bir zeminde hayat bulacaktır. Rai’yi, pop, tekno, rock, punk Kuzey Afrika ve Arap ezgileriyle harmanlayarak ideal bir karışım yakaladığı müziğini; ‘’Benim müziğim Rai ile Punk’ın, Mısırlı Ümmü Gülsüm ile Elvis Presley’in, Sex Pistols’un bir evliliği gibidir.’’ sözleriyle tanımlaması, bu kültürel zenginliğe işaret eder.

“Entegrasyon” gibi müphem kavramlar üzerinden varoluşuna karşı yapılan saldırıları sesiyle püskürtmeye çalıştı. Yenildi ve başardı. “Fransa” imgesiyle kavgasını anlamlı kılacak sözler bıraktı geriye.

Paris ile oran arasında

Khaled ve Faudel ile birlikte Cezayir klasiklerini seslendirdikleri “1-2-3 Soleils” (1-2-3 Güneş) albümü, Raşid Taha’nın zirveye ulaştığı dönemin adıdır. Özellikle Türkiye’de, bu konserin en iyi performansı sayılan sömürgecilik karşıtı “Abdülkadir” şarkısı büyük etki uyandırmıştı. Üçlü olarak çıktıkları Fransızların da dinlemeye geldiği meşhur 98-Paris konseri, Taha için Paris’i yaktığının deliliydi. Bu konserin CD’leri 1 milyona yakın bir tiraj yakalayarak rekor kıracaktı. Bu konseri, Taha’nın şu sözleriyle birlikte okumak gerekir; “Cezayir’i politik olarak kaybetmiş olmak Fransızları oldukça rahatsız etti. Bu sebeple en başta Cezayirlilerden nefret ediyorlar. Cezayir özgürlüğünü kazandıktan sonra bölgeyi domine edemediler. Benim eğitimim ve entelektüel birikimim onları şaşırttıysa da bugün bile onlar için ben ‘Fransız müzisyen’ değilim.”

Black Hawk Down filminde kullanılan “Barra Barra”(Dışarı) isimli oldukça sert sözlere sahip şarkısıyla Taha efsanesi büyümeye devam etti.
Black Hawk Down filminde kullanılan “Barra Barra”(Dışarı) isimli oldukça sert sözlere sahip şarkısıyla Taha efsanesi büyümeye devam etti.

Ridley Scott’ın yönettiği 2001 yapımı Kara Şahin Düştü (Black Hawk Down) filminde kullanılan “Barra Barra”(Dışarı) isimli oldukça sert sözlere sahip şarkısıyla Taha efsanesi büyümeye devam etti. Yine aynı yere dayanarak tabi; Fransalı bir Cezayirli olmak! Taha için yürünecek tek yol buydu. Bu uğurda itiraz da etti, taviz de verdi. Anadilinde şarkılar söylemeyi, Paris ile Oran arasında geleceğe taşınan köprüler kurmayı hayal etti. Göçmen olduğunu hiç unutmadı, bazen unutacak olduysa da Fransa bunu yeniden hatırlattı ona. Taha, Paris’i yakmaya azmeden Mağriplilerden biri değildi, Paris’te yaşamayı arzu ediyordu. Kavga değil, uzlaşmak istiyordu. Ama onurlu şartlar altında bir uzlaşı, taviz vermeye de razıydı. Asla bir ‘’Fransız müzisyen’’ olarak sayılmadı, bunu istiyordu. Fransa’ya bir şans tanıdı bu konuda. Ama Ezra Pound’un Amerika’sı neyse, Raşid Taha’nın Fransa’sı da oydu. Tüm gerçeklik bundan ibaretti.

Taha, 10 yaşında ayak bastığı Fransa’da, Fransızların gözünde “sakıncalı bir göçmen” olmaktan öteye geçmek için çabaladı. Zorlu bir yola çıksa da şanslıydı, çünkü müziğiyle kendini ifade etme imkânı bulmuştu. Göçmenlerin haklarını savunan şarkılar yaptı. Kimliğini kabul ettirmek için çetin mücadeleler verdi. Endişelerini ve kökenlerini bir köşeye bırakmadı. “Entegrasyon” gibi müphem kavramlar üzerinden varoluşuna karşı yapılan saldırıları sesiyle püskürtmeye çalıştı. Yenildi ve başardı. “Fransa” imgesiyle kavgasını anlamlı kılacak sözler bıraktı geriye. Müzikal evreni için konuşacak olursak, şunu herkes bilirdi; ne Khaled, ne de Faudel kadar iyi bir sese sahip değildi. Taha’yı klasik bir Rai icracısı olarak görmek eksik bir tanımlama olacaktır bu yüzden. Sesiyle farklı dünyalara kapı araladı, müziğini zenginleştirdi.

Taha’yı klasik bir Rai icracısı olarak görmek eksik bir tanımlama olacaktır
Taha’yı klasik bir Rai icracısı olarak görmek eksik bir tanımlama olacaktır

Kimilerine göre “Cezayir’in Johnny Cash’e cevabı”ydı Taha. Ümmü Gülsüm için şarkı (Zoom Sur Oum) yazacak kadar coğrafi köklerine bağlı, yükselen Arap düşmanlığını protesto etmek için saçlarını sarıya boyayacak kadar ironik ve “Dünyanın en ırkçı şehri Paris’tir.” diyecek kadar cesur bir müzisyendi.

Göçmen'in dönüşü

Raşid Taha. Cezayir Menekşesi. Cezayir asıllı Fransız müzisyen. Attila İlhan Edit Piaf’ın ölümünün ardından şunları yazmıştı; “Piaf’ın ölmesi gerçekte, kıyısından köşesinden bizim de tanıdığımız eski bir Fransa’nın ölmesi demekti.”Raşid Taha’nın ölümü ise bize Fransa imgesinin değişmeyen anlamlarını yeniden hatırlattı sadece. Şu sözler Taha’nın;

  • ‘’Benim jenerasyonum Fransız olmak için çok çaba sarf etti. Ailemiz de kendimiz de Fransızmış gibi göstermek için çok uğraştık, buna mecbur bırakıldık. Dünyadaki en ırkçı şehir Paris’tir, sonra da Berlin. Bunu ancak yaşadığınız zaman anlayabilirsiniz. Benim oğlum mesela 21 yaşında ve benden çok daha koyu bir Müslüman. Üstelik annesi Fransız olmasına rağmen. O tam bir Fransız olarak kabul görebilmesine rağmen. Ama bu tamamen Fransa ile alakalı bir durum. Biz Fransız olmaya çalışıyorduk, bizden beklediklerini kabul ediyorduk ama şimdiki jenerasyonda böyle bir şey yok. Onlar bizim verdiğimiz tavizleri asla vermiyorlar.’’

59 yaşında, yepyeni albümüne hazırlanırken, uykuda bir kalp krizi. Paris’teki Bercy Konser Salonu’nda verdiği efsane konser ve Cezayir bayrağına sarılmış naaşının ait olduğu topraklara gelişi. Bu iki fotoğrafa uzun uzun bakıyorum. Bir eylül günü geldiği dünyadan yine bir eylülde ayrıldı Raşid Taha. Göçmenliği bitti. Bize, yani Türklere hatırlattığı bir Arap atasözü vardı, belki buradan başlayabiliriz; “Adın yüzünden yolunu, yolun yüzünden adını değiştirme”

“Ya Rayah” şarkısı şöyle bitiyordu;

“Ey uykudaki, haberin ulaşır bana, sana ne olduğu, bana olduğu gibi / Nihayetinde kalp gelir, döner sahibine. Şanı Yüceye.”