Gözleri yeşil

​Gözleri yeşil
​Gözleri yeşil

Sibel arada sırada kapının önünde dükkânın sahibiyle laflıyor. Gözümün kenarıyla bakıyorum bana bakıyor mu diye. Bakmıyor ulan! Koltuğumun altında kitaplarla yanından geçiyorum daha bir üzgün.

O kızın gözleri yeşil. Bizim derneğin olduğu sokağın sonundaki kıyafet dükkânında tezgâhtar. Kısa boylu, uzun siyah saçlı, zayıf. Ama güzel. Adı Sibel. Bizim çocuklar dernekten çıkar çıkmaz sigaraya sarılıyorlar, bense tam o dükkânın önüne gelince yakıyorum. Artık bir ritüele dönüştü bu.

Dükkân sahibi top sakallı, hafif kilolu, saçlarını hep 5 numaraya vuran bir hırto. Ben dükkânın önünden geçerken omuzlarını dikleştirip kasılıyor. Anladı herhalde Sibel’e baktığımı. Sibel arada sırada kapının önünde dükkânın sahibiyle laflıyor. Gözümün kenarıyla bakıyorum bana bakıyor mu diye. Bakmıyor ulan! Koltuğumun altında kitaplarla yanından geçiyorum daha bir üzgün.

Sibel’in dükkânın tam karşısına çiğ köfteci açıldı birkaç ay önce. Camında kocaman ‘’Adıyaman Çiğ Köftecisi ’’ yazıyor. Camın sağ alt köşesinde de İsmail Usta. Dernek toplantılarından bıkıp usanan ben dua ediyorum toplantı olsun diye.

Sibel’i görebileceğim bir masaya oturuyorum hep. Arada gürültüyle gelen liselileri saymazsak İsmail Usta’nın tek müşterisi benim.

Toplantıdan sonra soluğu çiğ köftecide alıyorum. Çiğ köfte yemekten midem allak bullak oldu. Çok iyi de değil açıkçası. Sibel’i görebileceğim bir masaya oturuyorum hep. Arada gürültüyle gelen liselileri saymazsak İsmail Usta’nın tek müşterisi benim. Bu ülkede adettir; bir dükkâna 3 kereden fazla gidersen tanıdık, 5 kereden fazla gidersen nimet, 10 kereden fazla gidersen dost olursun. İsmail Usta Sibel’in aşkına dostumuz oldu.

Kafayı kırdım, gözümü kararttım: Sibel’e açılacağım. Ama nasıl? Bir fırsatını bulup konuşmam lazım. O top sakallı hırto dükkândan hiç ayrılmıyor ki! Kızı arabayla eve bile bırakıyor. Civar esnafı dolaşsam belki birinden bulurum telefon numarasını ama telefonla olmaz. Birini ikna etmenin altını kuralı yüz yüze iletişimdir. Yüzüne söylemem lazım. Takip edip evini öğrensem, arabadan inince söylesem? Olmaz, konu-komşu görür. Durduk yere kızın başına iş açmayalım. Kafayı yiyeceğim arkadaş.

İsmail Usta’ya durumu açtım. Tezgâhın başında çiğ köfte yoğuruyordu.

‘’Usta, bir şey diyeceğim sana?’’

‘’De bakalım.’’

Nasıl denir ki böyle şeyler? Yutkunuyorum, boğazımdan ‘’guruk guruk’’ sesler geliyor.

‘’Desene oğlum!’’

Âşık olmaktan daha kötüsü söylemek. Ulan daha İsmail Usta’ya diyemiyorum, kıza nasıl söyleyeceğim? Derin bir nefes aldım, ciğerimde feci bir yangın.

  • ‘’Usta, ben Sibel’e âşığım!’’
  • Birkaç saniye süren o sessizlik. İsmail Usta’nın meraklı gözleri üzerimde.
  • ‘’Niye benim berbat çiğ köfteleri bir lokmada yuttuğun şimdi anlaşıldı. Daha önce niye demedin lan?’’ Alaycı bir gülüş.

‘’Ne bileyim Usta, kalbin kararı da kalbe ait.’’

‘’Eee, söyledin mi kıza bari?’’

‘’Yok be Usta, sana bile derken nasıl işkence çektiğimi gördün. Hem o top sakallı hırto ayrılmıyor ki dükkândan. Nasıl diyeyim!?’’

‘’Buluruz bir çaresini. Hele bir düşünelim.’’

Neyi, nasıl düşüneceğini bilmeyen bir ben var ortada. Usta rica ediyorum, sen düşün. Benim düşünebildiğim tek şey Sibel.

İsmail Usta düşünüp taşındı. Bana sadece planı uygulamak kaldı. Plan şu: Madem o top sakallı hırto ayrılmıyor dükkândan, biz çıkartalım. İsmail Usta’nın acilen vergi dairesine gitmesi gerek. O top sakallı hırtonun da arabası var. Eee canım yabancı değiliz şurada, kapı komşusuyuz. Bir zahmet İsmail Usta’yı götürüversin. Plan gayet güzel. Vergi dairesi dediğin yer yakın bir yerde değil zaten. Olur bu iş.

O kızın gözleri yeşil. Bizim derneğin olduğu sokağın sonundaki kıyafet dükkânında tezgâhtar.
O kızın gözleri yeşil. Bizim derneğin olduğu sokağın sonundaki kıyafet dükkânında tezgâhtar.

Neyse planı uygulamaya koyulduk. İsmail Usta karşı dükkâna gitti, birkaç dakika sonra o top sakallı hırtoyla beraber dükkândan çıktılar. Heyecandan elim ayağım zangır zangır titriyor. Kalbim desen, Osmanlı’nın mehteri çalınıyor. Ya Allah, Bismillah!

Ağır ama heyecanlı adımlarla Sibel’in dükkânından içeri girdim. Kız tezgâhın arkasındaki sandalyede oturuyor. Geldiğimi görünce yerinden kalktı. Her hareketi hem heyecanımı çoğaltıyor hem de başımı döndürüyor. Bir insan sandalyeden böyle güzel kalkmamalı, kalbe zulüm vallahi. Göz bebeklerim mi yanıyor, dizlerimin bağı mı çözülüyor? Uzuvlarımı kontrol edemiyorum. İnce, dokunaklı bir ses. Lütfen böyle içimi basar gibi konuşma Sibel:

‘’Buyurun.’’

  • Kızın gözleri gibi konuşması da yeşilmiş. Adı Sibel. Başka ne vardı? Top sakallı hırto. Vergi dairesi. Aşk. Başka ne vardı benim bildiğim.

Kız meraklı gözlerle bana bakıyor. Yeşil mi bakıyor, yeşil mi konuşuyor algılamakta zorluk çekiyorum.

Saniyeler uzuyor, Sibel bakıyor, ben neredeyim? Arkasındaki rafta ‘’Etek 10 lira’’ yazan bir etiket. Onun da mı rengi yeşil? Ağzımı açıyorum konuşmak için. Boğazımda bir hırıltı. Tam o sırada arkamdan bir ses duyuluyor. Tabancanın patlaması gibi sağır edici, boğuk ve pis bir ses.

‘’Pardon, bu pantolon ne kadar?’’ Arkamı dönüp bakıyorum. Bir kadın. 30’lu yaşlarda. Parmağıyla askıdaki pantolonu gösteriyor. Boğazımdaki hırıltı hayret verici bir şekilde sese dönüşüyor:

‘’Seni çok seviyorum!’’

Kadının yüzündeki ifade. Bittim ben.