Halil Cibran'dan dört şarkı

Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar.
Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar.

Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler... Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur Ve Tanrı’nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur...

Sevgi

Bunun üzerine Almitra, ‘Bize sevgiden bahset...’ dedi.

Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.

Ve yüksek bir sesle konuşmaya başladı:

Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?

‘Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da...

Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...

Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgârının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...

Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...

En yükseklere uzanıp, Güneş’le titreşen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...

Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...

Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur Ve Tanrı’nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur...

Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar Ve bu biliş, Hayat’ın kalbinin bir cüzünü yaratır...

Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı Ve sevginin harman yerine adım atın...

Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...
Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...

Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...

Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayrı...

Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...

Sevdiğinizde, ‘Tanrı benim kalbimde’ yerine, Şöyle deyin, ‘Ben kalbindeyim Tanrı’nın...’

Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, Sizi değer bulduğunda...

Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...

Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...

Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...

Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...

Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...

Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla…’

Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.
Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Acı

Ve bir kadın, ‘Bize acıdan bahset’ dedi. Ve o cevap verdi:

‘Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi güneşi görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylayacaksınız.

Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafınızdan seçilmiştir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu “acı” ilaçtır.

  • Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için; Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri, ‘Görülmeyen’in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.

Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, O’nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır.’

Konuşma

Ve bir öğrenci, ‘Bize konuşmadan bahset’ dedi.

Ve o cevap verdi:

‘Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terk edersiniz;

Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terk edersiniz.
Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terk edersiniz.

Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız.

Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.

Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir; Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.

Aranızda bazıları, yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerini gözleri önüne serer ki onlar bundan kaçarlar.

Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler.

Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile getirmezler.

Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.

Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın.

Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin; Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin gerçeğini saklayacaktır;

Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi...’

Kurallar

Sonra bir avukat, ‘Bize kurallardan bahset’ dedi.

Ve o cevap verdi:

‘Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.

Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.

Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder.

Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler.

Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.
Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.

Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.

Fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?

  • Onlar için yasam bir kaya ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.

Dansçılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz? Veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak yargılayan bir öküz için? Peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen yaşlı bir sürüngene ne demeli?

Veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnini doyurduktan ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?

Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde, Güneş’e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.

Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.

Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?

Ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.

Ancak yüzünü Güneş’e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar durdurabilir mi?

Eğer rüzgârla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgârgülü yönünüzü çizebilir?

Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?

Ve eğer dans ederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?

Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz, ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi için kim emir verebilir ki?’