Haşlanmış bir günün akşamı

Galata Köprüsü'nden sonra İstiklal'e doğru geçiyorum.   Yüksek Kaldırım Caddesi'ni kullanamam, o cadde oldukça riskli, okuldan biri görse yanlış anlayabilir.
Galata Köprüsü'nden sonra İstiklal'e doğru geçiyorum. Yüksek Kaldırım Caddesi'ni kullanamam, o cadde oldukça riskli, okuldan biri görse yanlış anlayabilir.

Ağrı Dağı'nın eteklerinde toprak damlı bir evde bir kış günü dünyaya gelmiş olmam, kulağımda "just beat it" çalmasına mâni değil, neticede für elise benim için ancak bir teneffüs zilidir.

Vefa'ya yağmur yağıyor. İhtimâl Şişhane'ye de yağıyordur, Haldun Taner daha iyi bilir. Vakitlerden Amr için cumartesi gecesi, Yıldız Tilbe için cuma akşamı. Yurttan çıktım, Beyazıt Meydanı'nda akşamüzeri kurulan bitpazarından aldığım müzik çaları ve siyah kulaklığı çıkardım. Şarkı dinlemem lazım. Hep böyle yaparım çünkü. Şarkı dinlerken kalabalıklarda daha özgüvenle yürüdüğüm duygusuna kapılıyorum. Olduğumdan daha yakışıklı ve daha uzun gözüküyorum. Müzik, ruhun Sülün Osman'ıdır.

Mercan yokuşunu inerek Galata Köprüsü'ne varıyorum.
Mercan yokuşunu inerek Galata Köprüsü'ne varıyorum.

Mercan yokuşunu inerek Galata Köprüsü'ne varıyorum. Yağmur hâlâ yağıyor. Üsküdar sahilinde olduğum yağmurlu günlerin birinde "bu şehre yağmur yakışıyor, ceteris paribus" demiştim; ama beni kimse alkışlamamıştı. Galata Köprüsü üzerinde veya herhangi bir sahil kenarında olduğumda kendime hak veriyorum, evet, bu şehre yağmur yakışıyor, ceteris paribus. Mamafih, bu şehrin kıymetini, sadece havasını soluyup ayrı kalanlar biliyor. Zaten "Kar Musikileri" ancak Varşova'da yazılabilirdi. Galata Köprüsü'nden sonra İstiklal'e doğru geçiyorum.

  • Yüksek Kaldırım Caddesi'ni kullanamam, o cadde oldukça riskli, okuldan biri görse yanlış anlayabilir. Halbuki ne işim olur benim zürafaların semtinde. Hem o semtin bende oldukça acı bir hatırası var.

Ta yıllar önce, ergen bir lise talebesiyken bir bayram günü bekleyen kalabalığın ne kuyruğu olduğunu sorduğumda aldığım "ekmek kuyruğu" cevabının sızısı hâlâ duruyor. Tek tesellim o gün o kuyruğa girmeye zorlayacak kadar bir açlığımın ve Ahmet Vehbivari bir beleşçiliğimin olmaması: saflık iyidir. Neyse Yüksek Kaldırım'ın soluna düşen ve merdivenle çıkılan Hacı Ali Sokak var, yorucu ama ben de daha gencim. Galata'ya nihayet varıyorum. "e min tezekküri cî.."… Yok, burası yeri değil, yerde bira şişeleri tüketiliyor, bunu dinleyemem, kulaklığımın düğmesine basarak bir sonraki müziğe geçiyorum, "just beat it"… Ha, bu olabilir. Ağrı Dağı'nın eteklerinde toprak damlı bir evde bir kış günü dünyaya gelmiş olmam, kulağımda "just beat it" çalmasına mâni değil, neticede für elise benim için ancak bir teneffüs zilidir.

Galata'ya nihayet varıyorum.
Galata'ya nihayet varıyorum.

Gerçi hafız olan ateist bir arkadaşımın, herkese hamburger ısmarlayacağımı vaat ettiğim bir iddia esnasında sorduğu "neden lahmacun değil de hamburger" sorusu da aynı kapıya çıkıyor, "köylüsün sen, köylü kal". Keşke kalabilseydim ya da çıkardığım gömleğimi askıyla dolaba koyacak kadar şehirli olabilseydim. İçki içmeyeceğim için Galata Kulesi'nin etrafında dolanmama gerek yok. Gerçi içenler de gece olduğunda kapı eşiklerine idrarlarını yapıyorlar.

İstiklal Caddesi'ni boydan boya yürümeye başlıyorum. Zaten insanlar İstiklal Caddesine ya düşünmek ya içmek ya da söylemeye dilimin varmadığı başka bir iş için gelir. Ben hiçbir şeyim ve her şeyim. Aslında tüm zihni ve ameli tıkanıklığım burada düğümleniyor.

Ben her şey miyim yoksa hiçbir şey miyim? Her şey olmak hiçbir şey olmak mıydı? Ya da ben her neysem o değilim, ne değilsem o muyum? Bilmiyorum. Tek tesellim, bu sorunun hayatımdaki varlığı. Öyle ya, bu soru hayatımda hiç var olmayabilirdi de. O zaman çok daha mutlu olacağım konusunda hiç şüphem yok.

Dünyanın en gereksiz meşgalesinde bu soruların çokça sorulduğunu biliyorum, zaten onlar sadece soruların peşinde koşmuyorlar mı?

Peki, bu teselli niye? Aslında haklısın, bu zihin kavgasından teselli çıkarmak sadece akıl kârı olabilir, başka bir şey değil. Çünkü dalga dalga ağlayan Nekşflişçi'nin 12 evi, 4 arabası var. Ha, bu arada Kierkegaard'a kim ihanet etmişti? Hitler'in rektörü mü yoksa midesi bulanan Fransız mı? Soruyu, Yırcalı bir köylünün "kim g…mü elledi benim, hangi şerefsiz g…mü elledi" şaşkınlığı ve öfkesinde pat diye sorduğum için üzgünüm. Gerçi Kierkegaard da soruyu bu öfke nöbetinde sorabilirdi, ama şu an kirkegardda yattığı için bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Neyse biz meselemize geri dönelim, her şey olmak biraz hiçbir şey olmak değil midir? Dünyanın en gereksiz meşgalesinde bu soruların çokça sorulduğunu biliyorum, zaten onlar sadece soruların peşinde koşmuyorlar mı? Hâlbuki, benim koşmaya değil, bir tuvalete ihtiyacım var, tüpçünün AVM'sinin tuvaletini kullansam iyi olacak, ücretsiz, üstelik tuvalet kâğıdı ve kâğıt havlu da var. Bu beleşçilik de yeni başladı ha.