Hepimiz biraz Bekri Mustafa değil miyiz?

Kim bilir, belki de Bekrî Mustafa'nın yeri tam olarak Şeyh Şamadani Hazretlerinin dizinin dibidir.
Kim bilir, belki de Bekrî Mustafa'nın yeri tam olarak Şeyh Şamadani Hazretlerinin dizinin dibidir.

Bekrî Mustafa yüzlerce yıl öncesinden; günümüzün, hatalarının sorumluluğunu üstlenmeyen, özür dilemeyi zül addeden, kendisini dev aynasında gören insanına çok şey söylüyor. Evet, hepimiz aslında biraz Bekrî Mustafa'yız. Ama daha da önemlisi, artık biraz da Bekrî Mustafa olmak zorundayız.

Devlet-i Aliyye'nin 17. Padişahı, 96. İslam Halifesi fatih-i Bağdat Sultan IV. Murad talihsizliklerin olduğu kadar, enteresanlıkların da zuhur ettiği bir devirde saltanat sürdü. Abisi Sultan Genç Osman'ın vahşice katlına şahitlik etmiş, bu nedenle çocuk yaşta tahta geçmiş olsa bile muktedir olur olmaz işi sıkı tutmuş ve her alanda sert tedbirlere başvurmuştu.

41 yaşında vefat eden Bekrî Mustafa, vasiyeti üzerine Eminönü'nde Balık Pazarı'nın yakınlarındaki bir mezarlığa defnedilir. Kadınların alkolik kocalarının içkiyi bırakmaları için yemeklerine Bekrî Mustafa'nın mezarının toprağını karıştırdıkları söylenir.


İktidarın hayli kaygan zeminini, askerlerin ansızın kılıç çekip kapınıza dayanabileceği bir atmosferi düşünün. 28 yıllık ömrünün 17 senesi böylesi psikolojik buhran içerisinde geçen Sultan IV. Murad'ın kurmaya çalıştığı mutlak otorite bu çerçeveden bakınca anlaşılabilir görünüyor. Kahvenin, tütünün ve içkinin yasaklandığı, kahvehanelerle meyhanelerin yıkıldığı, içenlerin şiddetle cezalandırıldığı bu dönemde, aynı zamanda yavaş yavaş bozulmaya başlayan düzen tekrar tesis ediliyor.

İlginçtir, İmparatorluk tarihinin en renkli şahsiyetlerinin hayatı da bu zamana tekabül ediyor. Büyük seyyah Evliya Çelebi, tamamen kendi geliştirdiği mekanizmayla İstanbul halkının şaşkın bakışları arasında Galata Kulesi'nden havalanarak Üsküdar'a kadar uçan Hezarfen Ahmed Çelebi, umera ve ulemanın büyüklerini yerden yere vuran şiirlerin şairi Nef'i ve yakınında bulunduğu hâlde Sultan'ın gazabına uğramayan istisnalardan biri Bekrî Mustafa'nın bir arada bulunduğu rüya gibi bir payitahtmış İstanbul. Bu isimlerin en garibi de hakkında onlarca tevatür bulunan ve bugün bile tıpkı Nasreddin Hoca gibi ömrü baştan başa fıkra olarak anlatılan Bekrî Mustafa olsa gerek.

Medrese görmüşlüğü de var yorgancılık yapmışlığı da

Bekrî, sarhoş demek. Malumunuz, hal-i sekir Mustafa Efendi'de tabii vaziyet hâline gelmiş. Meyhanede sızıp kaldığı doğru, lakin evsiz, barksız, sokaklarda yatıp kalkan, bîmekan, derbeder bir şahsiyetten bahsetmiyoruz. "Sarhoşların pîri", hatta evliya diyenler bile var. Medresede eğitim almış, üst düzey hocaların rahle-i tedrisinde bulunmuş. Ne var ki kendini içkiye vermiş, bir de babası gibi yorgancılığa… 20. yüzyıl âdemlerinden Neyzen Tevfik kadar içmiş midir bilinmez, -onun Marmara denizi kadar alkol tükettiği anlatılır- ancak yaptığının yanlış olduğunun farkında. Mesela Ramazan'da içkinin yanından bile geçmez. Peki, ne derdi vardı da kalender bir babanın oğlu bu hâle geldi? Rivayet o ki Bekrî Mustafa zengin bir babanın kızına âşık olur, onunla evlenmek ister. Kızın ailesi, "bir yorgancı parçası"nı kendilerine damatlığa layık görmez. Sevdiğine kavuşamayan Bekrî Mustafa da kontrolsüz bir şekilde içmeye başlar. Klasik, hüsranla neticelenen bir "zengin kız fakir oğlan" hikâyesi işte.

Pratik zeka ile espri kabiliyeti birleşirse

Eskilerin deyimiyle latife yapmak, her yiğidin harcı değil. Biraz da karakter meselesi galiba. Bazıları, çok komik bir fıkrayı bile anlatırlar ama kimseyi güldüremez.

Hele mizah üretmek öyle zannediyorum ki apayrı bir meslektir. Bekrî Mustafa bu mesleğin erbabı. Özel şeyler yapmasına gerek yok, doğal hâli zaten komedi. Pratik zekâ da bu ahvalle birleşince ortaya Bekrî Mustafa çıkıyor demek ki. Sultan Murad, bu zekâya o kadar hayran ki, yasaklamasına rağmen onu bir kayıkta şarap yudumlarken bulur ve bağışlar. Veziri Bayram Paşa ile birlikte tebdil-i kıyafet Üsküdar iskelesine gelerek Bekrî'nin kayığına biner. "Baba bizi karşıya geçirir misin?" diye sorar. "Elbette" cevabını aldıktan sonra, Bekrî Mustafa'nın alttan bir testi çıkarıp içtiğini görür. "O içtiğin nedir? Ver biraz da biz içelim" deyince "Su değil, şarap. Sonra dayanamazsınız da hem beni hem kendinizi yakarsınız" cevabını alır.

Bekrî Mustafa, her günahkâr olanın kâfir olmadığının, yaptığı yanlışları mertçe kabul etmenin bağışlanmaya vesile olacağının ve toplumsal hoşgörünün tipik örneği.

IV. Murad ısrar edip testiyi çekip vezirine uzatırken sorar: "Şarap içtiğini padişaha söylersem ne yaparsın?" Bekrî Mustafa "Söyleyemezsin. Yoksa benimle birlikte kendini de yakarsın" cevabını verir. Sultan Murad, "Ya ben padişahsam, bu da vezirimse o vakit ne yaparsın?" diye sual edince, Bekrî Mustafa "Sizi gidi sizi. Uyarmıştım hâlbuki. Birer yudum alınca biriniz padişah diğeriniz de vezir olmaya kalkıverdi…" der.

 Sevdiğine kavuşamayan Bekrî Mustafa da kontrolsüz bir şekilde içmeye başlar. Klasik, hüsranla neticelenen bir "zengin kız fakir oğlan" hikâyesi işte.
Sevdiğine kavuşamayan Bekrî Mustafa da kontrolsüz bir şekilde içmeye başlar. Klasik, hüsranla neticelenen bir "zengin kız fakir oğlan" hikâyesi işte.

Bu cevap Sultan'ın hoşuna gidiyor, Bekrî'yi uyarır ve bağışlar. Yine bir gün Sultan IV. Murad halkın arasına karışıp emirlerinin uygulanıp uygulanmadığını denetlerken bir meyhaneye girer. Bekrî köşede demlenirken padişahı görünce kavuğuyla şişeyi saklar. En az kendisi kadar zeki padişah duruma vakıf olur ve gözüyle kavuğu işaret eder. Bekrî "settar'ül uyub" (ayıpları örten) der. Sultan, tesbihini görür "O nedir?" anlamında bakış atar. Bekrî "cila'ul kulub" (kalpleri cilalayan) der. IV. Murad "Şimdi ne yapacağız?" mânâsında başını sağa sola sallayınca Bekrî "gaffar'üz zünub" cevabını verir.

Celaliyle etrafına korku salan Sultan güler ve Bekrî Mustafa'yı tekrar bağışlar. Asırlar öncesinden bugüne seslenen başka bir hadise de Bekrî Mustafa Küçük Ayasofya Camii'nin önünden geçerken yaşanır. Cenaze namazı kılmak için toplanan cemaat, imam bir türlü gelmeyince ne yapacağını kara kara düşünürken başında kavuk üzerinde cübbe avare avare yürüyen Bekrî Mustafa'yı görürler. Koşarak yanına gidip cenaze namazını kıldırması için apar topar musallanın başına getirirler. Bekrî dakikalarca dil dökse de imam olmadığını bir türlü anlatamaz.

  • Medrese havası teneffüs ettiğinden ve mürekkep yaladığından namazı usulüne uygun kıldırır, sonra eğilip mevtaya bir şeyler fısıldar. Meraklanan birileri ne yaptığını sorunca "Sen şimdi ahirete göçüyorsun. Orada ahval-i dünyayı sorarlarsa ‘Bekrî Mustafa imam oldu' dersin. Onlar vaziyeti anlar" dediğini aktarır.

Bekri Mustafa "Hazret" olursa

41 yaşında vefat eden Bekrî Mustafa, vasiyeti üzerine Eminönü'nde Balık Pazarı'nın yakınlarındaki bir mezarlığa defnedilir. Kadınların alkolik kocalarının içkiyi bırakmaları için yemeklerine Bekrî Mustafa'nın mezarının toprağını karıştırdıkları söylenir. Uzun süre türbe muamelesi gören mezar, Bedreddin Dalan'ın belediye başkanlığı sırasında düzenleme yapılırken ortada kalınca kaldırılarak Eminönü'deki Tarih Vakfı kompleksinin içerisine dâhil edilir. Yanı başında Şeyh Abdürrahim Şamadani hazretlerinin türbesinin bulunduğu mezarın girişine "Bekrî Mustafa Hazretleri" yazılır. Her ne kadar "kapısında hazret yazan herkes evliya değildir" denilse de, Bekrî Mustafa "türbesi"nde bugün hâlâ dualar okunup adaklar adanıyor! Kader, bazen öldükten sonra bile sizi olmanız gereken yere sürüklüyor.

Kim bilir, belki de Bekrî Mustafa'nın yeri tam olarak Şeyh Şamadani Hazretlerinin dizinin dibidir. Ne diyordu Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri: "Harabat ehlini hor görme zâkir/ Defineye malik viraneler var…" Halk arasında mücrim mü'mini ve kabahatinin farkında bir karakteri sembolize eden Bekrî Mustafa, her günahkâr olanın kâfir olmadığının, yaptığı yanlışları mertçe kabul etmenin bağışlanmaya vesile olacağının ve toplumsal hoşgörünün tipik örneği. Bekrî Mustafa yüzlerce yıl öncesinden; günümüzün, hatalarının sorumluluğunu üstlenmeyen, özür dilemeyi zül addeden, kendisini dev aynasında gören insanına çok şey söylüyor. Evet, hepimiz aslında biraz Bekrî Mustafa'yız. Ama daha da önemlisi, artık biraz da Bekrî Mustafa olmak zorundayız.