Her şey her yerde

Yerlerde çürümüş limonlar içinde bağdaş kurup oturan ve birbirlerine hafız falı bakan kadınlar ıslığın sesini duymuyorlar.
Yerlerde çürümüş limonlar içinde bağdaş kurup oturan ve birbirlerine hafız falı bakan kadınlar ıslığın sesini duymuyorlar.

Limon ağaçlarının altında biraz oturuyorum sonra. Elim defterime gidiyor. Sevdiğim bütün kelimeleri şeker gibi eritiyorum üzerinde. Yerlerde çürümüş limonlar içinde bağdaş kurup oturan ve birbirlerine hafız falı bakan kadınlar ıslığın sesini duymuyorlar. Ne de fark ediyorlar gittikçe büyüyen gölgesini şahinin…

Hafız'ın limonları

Şiraz’ın sarı soğuk sokaklarında (hayır, sarı sıcak değil) kışlamaktan vazgeçmiş bir ordunun geride bıraktığı bir çeri gibi dolaşıyorum. Falcılar ve niyetçiler, amatör şairler ve türbedarlar arasında Türkçeye tutunuyorum.

Fars mistisizmi tedirgin ediyor beni. Bu tedirginliğe tutunuyorum. Hafız-ı Şirazi’nin beyaz mermerden nakışlı kabrinin önündeyim. Hiçbir şey hissetmiyorum. Ne Hafız’ın şiirlerinden bestelenen şarkıların ince bir uğultu gibi bahçeyi kaplayan tınıları ne de heyecanlanıp ondan beyitler okuyan hayranlar ilgimi çekiyor. Aklımda sadece Ali Şir Nevai var. Onun Farsça’ya meydan okuyuşu var. Türkçenin ilk Ferhad’ı var. Bir ıslık ile göklerden süzülüp gelen bir şahin hayal ediyorum. O ıslığın şiir olduğuna daha fazla inanıyorum.


Limon ağaçlarının altında biraz oturuyorum sonra. Elim defterime gidiyor. Sevdiğim bütün kelimeleri şeker gibi eritiyorum üzerinde. Yerlerde çürümüş limonlar içinde bağdaş kurup oturan ve birbirlerine hafız falı bakan kadınlar ıslığın sesini duymuyorlar. Ne de fark ediyorlar gittikçe büyüyen gölgesini şahinin…

Dündar ne kadar garibansa Karayel o kadar gösterişli.
Dündar ne kadar garibansa Karayel o kadar gösterişli.

Bütün saadetler mümkündür

Ana yok, baba yok. Bir amca var bir yenge. İki göz odada sekiz nüfus bir de Dündar. Cüceden hallice uzun, tüy kadar hafif, aynalara düşman bir surat. Yengesi her sofraya oturduklarında yüzünü ekşitiyor.

Bir ıslık ile göklerden süzülüp gelen bir şahin hayal ediyorum. O ıslığın şiir olduğuna daha fazla inanıyorum.

O gün bu gündür Dündar’ın midesinde hep bir ekşime var. Boya sandığını kahvenin önüne açıyor. Bir zaman sonra geceleri birleştirdiği sandalyelerden yatak yapıp orada kalmaya başlıyor. Ocakçı bir kıyak yapmış. Sonra bir el uzanıyor Dündar’a. Veliefendi’de “Karayel” isimli bir ata bakıcı oluyor. Dündar ne kadar küçükse Karayel o kadar büyük. Dündar ne kadar çirkinse Karayel o kadar güzel. Dündar ne kadar garibansa Karayel o kadar gösterişli.

Seyisin kızı var bir de. Saadet. Bazı bazı yemek getiriyor ustasına. Dündar’ın midesi sadece o zaman ekşimiyor. Saadet de Karayel gibi. Uzun, güzel, asil ve gösterişli. Saçlarını savura savura bir gelişi var, sanırsın Karayel piste çıkmış rüzgarla yarışıyor. Bir gün ustası ona bir broşür uzatıyor. Okumaya çalışıyor üzerinde yazanları. Apranti ne demek usta diyor Dündar. Aha bu Karayel gibi atları koşturmak istiyorsan önce apranti sonra da jokey oluyorsun diye cevap veriyor usta. Elini Dündar’ın omzuna koyup devam ediyor: “Bak oğlum kısa boyun ve çelimsiz vücudun bu kez sana yarayacak. Eğer jokey olursan hayatın kurtulur, yırtarsın.”


  • Böylece başlıyor Dündar’ın Apranti okulu macerası. Aklında sadece bir tek şey var; bir gün Karayel ile birlikte Gazi’yi kazanmak. Belki o zaman Saadet onu görür. Belki ustası da onu kızına layık bulur. Belki. Neden olmasın.

Zaman akıyor. Foto finişe kalıyor Dündar’ın kalbi. Padok’da Karayel’in üzerinde elleri yelelerinde dolaşıyor” cümlesi de “ Padokta beklerken Karayel’in yeleleri arasında dolaşıyor elleri. Tabancanın sesiyle Saadet’e doğru koşacaklar birlikte. Aynı anda başka bir yerde; Bakırköy Evlendirme Dairesi’ne Melih Kibar’ın bestesi eşliğinde giriş yapıyor gelin ve damat. Dündar ve Karayel sessizce bekliyorlar. Bir tabanca patlıyor. Saadet evet diye bağırıyor. Bütün atlar padoktan ok gibi fırlıyorlar. Damat ve gelin ayağa kalkıyor. Padokta dışarı çıkmayan tek at Karayel. Damat, gelinin duvağını kaldırıyor. Dündar at gözlüğünü aralıyor. Damat alnından öpüyor Saadet’in. Dündar gözlerinden öpüyor Karayel’in.

Hele bir daha desene o şiiri diyor. Ziya Osman’dan söyle. Söyleniyorum sessizce…
Hele bir daha desene o şiiri diyor. Ziya Osman’dan söyle. Söyleniyorum sessizce…

Sonra diyorum, sonra ne oldu. Sigarasından bir nefes daha alıp kül tablasına gömüyor. Sonrası; “Artık bütün saadetler mümkündür…”

Hele bir daha desene o şiiri diyor. Ziya Osman’dan söyle. Söyleniyorum sessizce…

Bütün saadetler mümkündür...

Şu kapının açılması,

İçeri girivermen,

Bahar, kuşlar, gündüz.

Ve bütün dünya

Bir an içinde gürültüsüz.

Bütün saadetler mümkündür...

Bahtsızların biraz gülümsemesi...

Körlerin gün görmesi,

Mümkündür bütün mucizeler...

Ana, baba, evlât, bütün kaybolanlar...

Ebedî bir sabahta buluşmamız bir daha.

Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allah'a...

Bir ıslık ile göklerden süzülüp gelen bir şahin hayal ediyorum. O ıslığın şiir olduğuna daha fazla inanıyorum.