İslam aleminin temel meseleleri

Müslümanların külliyatlı sorunlarının siyasi temelleri, fikri, psikolojik, iktisadi, zihni olanlarla entegre aslında.
Müslümanların külliyatlı sorunlarının siyasi temelleri, fikri, psikolojik, iktisadi, zihni olanlarla entegre aslında.

İslam âleminin, Müslümanların en büyük sorunu üstünlük fikrini kaybetmeleri, aşağılık kompleksi içinde Batı’yı yakalamayı hedefliyor, oysa İslam bize kendimize özgü bir hayatı yaşamayı, vakti ayarlamayı, gündelik hayat geliştirmeyi, yeni bir dünya, yeni bir nizam, yeni bir şahsiyet, model geliştirmeyi emrediyor. Müslümanlar bu asalete döndüklerinde, siyasi, fikri, iktisadi sorunları da kendiliğinden çözülür!

İslam âleminin içinde bulunduğu kötü durum, Osmanlı’nın yenilgisiyle daha çok tartışılmaya başladı. İmparatorluğun Batı karşısında geriye düşmesi Müslümanların, öteki İslam ülkelerinin de yenik sayılmasını getirmişti. Pek çok Müslüman ülke emperyalizmin pençesine düştü, İmparatorluk’tan ayrıldı, ulusçuluk hareketleriyle sadece siyasi bütünlükten değil İslam düşüncesini teşekkül ettiren genel toplamdan ayrıldı.

Pek çok Müslüman ülke emperyalizmin pençesine düştü, İmparatorluk’tan ayrıldı, ulusçuluk hareketleriyle sadece siyasi bütünlükten değil İslam düşüncesini teşekkül ettiren genel toplamdan ayrıldı.

Ulusçuluk siyasi buhranın yanında Müslüman düşüncenin üzerinde en çok durduğu sorunların başında gelir; asabiye, ulusçuluk, milliyetçilik ihtilaf fıkhına yeni bir boyut da ekledi. Mezhepleri oluşturan itikadi, siyasi, fıkhi farklılıklara artık yeni ve modern kavramlar da dâhil olmaya başladı. Ulusçuluk ayrışma diyalektiğine güncel ve köklü boyut eklerken aktüel meseleleri daha da katladı. Ulusçuluk bir vesile İslam düşüncesinin çağdaş hâline ciddi tesirlerde bulundu, modern zihinle tefsir, içtihat, kelam hatta ve belki de en çok tasavvufi yorumlarda, güncellemelere gidildi.

Klasik düşünce

İçtihat kapısının “icma ehli” tarafından kapatıldığı kanaati üzerinden Müslüman düşüncenin gelişmeyi bıraktığı tezi uzun 20. yüzyıl boyunca Müslümanların geri kalmasının bidatlar, hurafeler nedenine bağlanmasıyla en geçerli tez olarak yerini aldı. Belki de buna en çok Kur’an ve sünnete dönüşü ekleyebiliriz… Müslümanların arasındaki ihtilafların Kur’an etrafında toplanarak çözüleceğine dair afaki kanaat, uluslararası sistemden habersiz, ulus devlet mekanizmasını, tarihten gelen intikam hislerini, egemen diktatör ve kabilelerin konumlarını korumalarının emperyalistlere bağlı olduğunu görmeyen bir bakışın ürünü. İran’ın ve pek çok ülkenin fetihlerle yani kılıçla Müslüman olduğunu hatırlatmakta fayda var aslında…

Buna Emevi ve Abbasi asabiyesini eklemek gerek. Kısmen Selçuklu büyük oranda Osmanlı’nın büyümesiyle siyasi birlikteliklerin gerçekleştiği, Hilafet kurumuyla İslam ülkelerinin “imame”ye sahip olduğu bir dönemde İslam birliği gibi tezlerin üst kurumlardan ziyade güçlü, dünya sistemine alternatif, ticaret yollarını elinde tutan ülkelerce gerçekleşeceği açıklık kazandı.

İslam âleminin içinde bulunduğu kötü durum, Osmanlı’nın yenilgisiyle daha çok tartışılmaya başladı.
İslam âleminin içinde bulunduğu kötü durum, Osmanlı’nın yenilgisiyle daha çok tartışılmaya başladı.

İhtilafların Kur’an’a dönmekle son bulacağı, gerilemenin Kur’an’dan uzaklaşmaktan kaynaklandığı, yeniden yükselmek için Asr-ı Saadet’e rücu etmeyi savunduğu hâlde model içermeyen, temel ilkelerden ibaret, argümansız, pratikten yoksun tezler Müslüman düşüncenin en belirgin meselelerinden…

Müslümanların siyasi sorunları

Müslümanların külliyatlı sorunlarının siyasi temelleri, fikri, psikolojik, iktisadi, zihni olanlarla entegre aslında. Dünyadaki en zengin ve en fakir ülkeler, en zengin sınıflarla en fakir kesimler İslam ülkelerinde mevcut! Müslümanları kendilerine köle gibi kullanan, Yemen, Sudan, Afganistan, Bangladeş, Somali gibi geri ülkelerin vatandaşlarını Körfez’in hizmetçileri yapan Batı değil Müslüman zenginler, yöneticiler. Müslüman olmanın asaletini görmekten ve göstermekten kaçınan bu yönetici elit İslam âleminde ortaya çıkabilecek alternatiflerin en büyük engelleyicisi. Körfez ülkeleri büyük paralara sahip fakat iktidarlarını koruma adına başta ABD olmak üzere dünya sisteminin kutup başlarına ciddi haraçlar veriyor.

ABD Başkanı Trump bunu saklamayanlardan, ABD’nin Körfez’deki yöneticileri korumasının karşılığını “bedavadan” kazandıkları paralarla ödemek zorunda olduğunu açık açık dile getirdi. Katar’ı “darbeden koruma”, Arabistan’da Prens Selman’ın varlığı, pek çok “diktatör” ün iktidarda kalıp bir anda bahara kurban gitmesi, Sisi darbesi son yıllardaki en net tarafgir “olay”lar… Buna öldürülmeleri televizyonda yayınlanan Kaddafi, Saddam gibi isimlere rağmen Esed’in korunmasını da ekleyebiliriz… Suriye’de en zayıf mezhebin, Arabistan’da saygınlığı en düşük aşiretin iktidarı temel meselemizi yeterince anlatıyor. Siyasi istikrarsızlık sınırlarla da ilgili… İran, Türkiye, Suriye, Irak, Lübnan başta olmak üzere sınırları istikrarsızlık esasına göre çizilmiş, Kürt-Şii-gayrimüslim varlığı dört ülkeye paylaştırılmış! Buna bir çıbanbaşı gibi, hançer gibi Müslüman coğrafyaya yerleşen İsrail’i de eklemeli.

  • “Arz-ı Mev’ud” ideali etrafında dünya sistemi İsrail’i korumak için Müslümanları yakmaktan çekinmiyor. Denebilir ki Şii-Sünni ayrımını da mı ABD çıkardı… El hak doğru; fakat bu temel ayrım Watergate başta olmak üzere sistem tarafından daha da derinleştirilip genişletiliyor.

İran’a müdahalede bulunacağı haberleriyle gündemi meşgul eden Amerika aynı zamanda İran Şebbihalarının korumalığını yaptığı, yönettiği Esed’i iktidarda tutuyor. Elbette Baas yönetimleri, Arap milliyetçiliğinin doğurduğu sosyalizmler şimdiye kadar Arapların İslam âlemiyle, tarihle, kökleriyle en başta da Osmanlı ve Türkiye’yle bağlantısını kesti.

Osmanlı Düşmanlığı

Arap ulusçuluğu baştan başa Osmanlı-Türk düşmanlığına dayanır, ABD’yi değil Osmanlı’yı sömürgeci sayar. Esasında bakılırsa yönetimler koyu bir Osmanlı düşmanlığı yapsa da Müslüman halkların genel kesafeti Türkiye’yi hâlâ öncü hatta kurtarıcı görür. Mısır’ın Sisi darbesiyle Müslüman kıyımı bu irtibatları kesmeye yönelik biraz da… Buna Fas-Tunus-Cezayir-Libya hattını katabiliriz. Afrika ülkelerinin geri kalanlarının düşünceye, siyasi ve iktisadi olana katkısı bulunmasa da Kuzey Afrika zengin bir tecrübeye, fikri hasılaya, “hareket potansiyeli”ne sahip. Hint-Pakistan, Kazan hattını da bu minvalde sayabiliriz. İslam âleminde Graham Fuller’in deyimiyle 2.5 ülke vardır; Türkiye ve İran tam, Mısır buçuktur! Bu zaten sistem üreten, gaza ve medeniyet karakteriyle ilgili…

Endonezya, Malezya gibi zengin ülkelerin, Yemen gibi stratejik konumdaki mevkiin öncü karakteri hiçbir zaman belirginleşmemiştir. İslam ülkelerinin Mısır, Türkiye, Fas, Libya, Cezayir gibi güçlü ülkelerinde laiklik, zayıf siyasi birimlerinde teokratik-asabiye Şeriatı hüküm sürer! Pek çok ülkede Şeriat hükümleri yürürlükte olmasına rağmen ne alternatif modeller çıkar ne dünya sistemine kafa tutacak bir siyasi eğilim ne de başta teknoloji geliştirme olmak üzere bilginin üretilmesi mümkün olur. İslam ülkelerinin esaslı sorunlarının maddiyat olduğunu iddia etmek hatalı; güç kurabilecek irade eksikliği beraberinde pasif Müslüman varlığını getiriyor. Hint-Pakistan hattında Keşmir, Ortadoğu’da siyasi-mezhep-etnik ayrılıklar ve İsrail, Afganistan-Irak-Suriye işgalleri-çatışmaları, Açe, Sudan, Somali, Nijerya gibi sahalarda öteki din mensuplarının zulümleri İslam âleminin öncelikli meseleleri arasında.

  • Bakılırsa İslam ülkelerinin büyük çoğunluğunda devlet mekanizması, bilinci, zihniyeti yok; hâliyle meseleleri etraflı biçimde ele alabilme iradesi de gelişmemiş durumda. Bu hâliyle ulus devletlere geçemeyen post-feodal dönem görüntüsü, sefaletiyle, açlığıyla, yoksulluğuyla, eğitimsizliğiyle, cahilliğiyle, en temel ihtiyaç maddelerini karşılayamayacak, halkına temiz su sağlayamayacak yapısıyla İslam ülkeleri siyasi çöküntüde…

Hemen tüm İslam ülkelerinde istikrarı görüntüde askeri darbeler sağlarken bir yönüyle sürekli darbelere açık hâle gelen hiyerarşi yoksunluğu zevali artırıyor. Çünkü İslam ülkelerinin çoğunluğu “aşiret” modeliyle yönetiliyor, asabiye hâlâ çok güçlü. Hâlbuki modern ulus devlet aşiret-klan ötesi bir mekanizma da içeriyor; İslam ülkelerinin en başta “devlet” hâline gelmeleri gerekir.

11 Eylül ve İslam düşmanlığı

İslam düşüncesinin, Müslümanların belli başlı sorunlarını Medeniyetler Çatışması ve 11 Eylül’den sonra dünya sisteminin İslam’ı düşman olarak kodlaması oluşturuyor. Graham Fuller’in, “Nazileri, faşistleri, komünizmi bitirdik sıra siyasi İslam’da” dediği husus mucibince terör İslam âleminin gündemine oturdu. El-Kaide ve Işid başta olmak üzere dünyanın dört bir köşesinde “gayrı İslami” yöntem ve ilkeleri kullanan örgütler Müslüman topraklarının gâvur çizmesi altında ezilmesine vesile teşkil etti. Buna insanlığın genel ortalaması hâline gelen mesiyanik eğilimleri de eklemeli… İslam düşüncesi selefilik ile mehdilik; FETÖ ile IŞİD arasında kaldı! Müslümanların siyasette olduğu gibi fikir hayatında, kültürde birbiriyle bağlantısı, saygısı, takibi yok!

ABD Başkanı Trump bunu saklamayanlardan, ABD’nin Körfez’deki yöneticileri korumasının karşılığını “bedavadan” kazandıkları paralarla ödemek zorunda olduğunu açık açık dile getirdi.
ABD Başkanı Trump bunu saklamayanlardan, ABD’nin Körfez’deki yöneticileri korumasının karşılığını “bedavadan” kazandıkları paralarla ödemek zorunda olduğunu açık açık dile getirdi.

Genel Arap uleması İstanbul merkezli düşünceyi reddettiği, görmezden gelirken felsefe, kelam hususlarında aynen Hilafetin Kureyşliliği mevzuunda olduğu gibi İslam düşüncesini yalnızca kendi uhdelerine almak istiyor; üstelik ABD’nin, dünya sisteminin bu derece etkisindeyken, alenen darbe yerken, Sisi ve Prens Selman gibi örnekler yaşanırken! İdeolojik kliklerin düşüncelerine itibarsızlık Müslümanların genel tarzı, buna farklı mezhep havzalarını, asabiye adalarını da eklersiniz Müslüman düşüncenin birbirinden nasıl koptuğunu daha iyi idrak edebilirsiniz. Müslümanların sahiden bir eğitim sorunu var; evet, Batı düşüncesini, felsefesini ve hele iktisadını tam manasıyla okumadığımız, anlamadığımız, tanımadığımız gerçek. Buna cehaleti de eklemeli…

Arifane cehaletin ötesinde okula gidemeyen milyonlarca Müslüman var, eğitimi yerinde olanların büyük kısmı beyin göçüne maruz kalırken çok düşük bir oranda kendi ülkesi için kaliteli eğitim alt yapısını kullanan, aldığı eğitimi ülkesi ve ümmeti hayrına dönüştüren var. Batı, Türk korkusuyla başa çıkabilmek, bidat saydığı İslam’ı alt edebilmek için önce onu yok saydı, Peygamber Efendimiz’e hakaret etti fakat mani olamayınca bu sefer İslam’ı, Müslümanları, Türkleri okumaya, öğrenmeye, anlamaya başladı. Sonrasında zaten “bizi” çözdüler.

Müslüman düşüncenin otokritik ihtiyacı

Müslüman dünya Batı felsefesini, kapitalist iktisadı tam manasıyla okuyup içselleştirmedi. Dolayısıyla onu geçebilecek, yenebilecek bilgiyi de elde edemedi. Bunun yerine rahatlıkla komploculuğa, dış güçler bahanesine, sloganlara, retoriğe sarılıyoruz. Sahiden bir Yahudi komplosu yok mu, dünya sisteminin oyunları, içerden satın aldığı hainler, provokasyonlar, yetiştirip su başlarına koyduğu tipler bulunmuyor mu…

Elbette ziyadesiyle Müslüman ülkelerden hainler çıkıyor, hatta iş başında onların desteğiyle duruyor! Fakat bu yenilginin, çöküntünün, gerilemenin ve hâlâ gerilemeye, çökmeye devam etmenin tek bahanesi değil, olamaz. Reddiyecilik döneminde, modern dünyanın başlarında çok daha canlı bir fikir hayatımız vardı; Renan başta olmak üzere İslam’a ithamlarda bulunanlara karşı tezler geliştiriyorduk, modern bilimi, ilmi, felsefeyi önemsiyor, okuyor, İslam düşüncesini mezcetmeye çalışıyorduk, sonuçta buradan bir yol çıkmadı, sadece İslam sosyalizmi, liberal İslam, laiklik ve demokrasi İslam’ın ilkeleri gibi eklektik düşünceler geliştirildi.

İslam’ı materyalizmle, bilimle, rasyonalizmle, pozitivizmle uyuşturma, “bilgiyi İslamileştirme” çabalarına girişildi; bunu ister usûl arayışı ister entegrist-uyumcu tarz diye açıklayabilirsiniz. Sonuçta Müslümanlar kendiliklerini gösterebilecekleri, İslam kültürünü yaşayabilecekleri, kamusal manada Müslümana, İslam’a has olanı ifade edebilecekleri ortamları, imkânları yakalayamadı. Müslümanlar çağlarını, zamanlarını, moderniteyi, kapitalist dünya sistemini eleştiriye tâbi tutmadı; kritik etme Agamben’in yönteminde olduğu gibi aynı zamanda geleceğin ilkelerini de ortaya çıkarır çünkü! Bu iktisadi ve felsefi olanı da kendi kabuğuna sıkıştırıyor, düşünce çok yönlüdür, disiplinler birbirini destekler, tetikler. Modern dünyada yaşayabilecek bir erdemler listesi, estetik, yaşam felsefesi, varlığı anlama ve anlamlandırma çabası, metafizik ortaya koyamadık, bu biraz da moderniteyle sorunlu olmayı göze alamamaktan, kendini gösterememekten ileri geliyor.

Müslüman dünya Batı felsefesini, kapitalist iktisadı tam manasıyla okuyup içselleştirmedi. Dolayısıyla onu geçebilecek, yenebilecek bilgiyi de elde edemedi
Müslüman dünya Batı felsefesini, kapitalist iktisadı tam manasıyla okuyup içselleştirmedi. Dolayısıyla onu geçebilecek, yenebilecek bilgiyi de elde edemedi

“Batı medeniyeti üstün, biz aşağıda olduğumuzdan oraya çıkmaya çalışıyoruz”, medeniyet teorisindeki bu “uygarlaştırıcı” tutum Müslümanlar için geri kalmanın en bariz gerekçesi! Elbette kabul etmek gerekir, Müslüman toplumlar artık aklıyla değil duygularıyla, romantizmle, nostaljiyle hareket ediyor. Asr-ı Saadet’i yeniden üretmek yerine oraya dönme fikri başta tarihsizlik, zeminden yoksunluk, birikimi gözden çıkarma, tekfir, çaresizliğin verdiği suhuletle düşünememe, her zokayı yutma, ölçüp tartmadan kendisine sunulanları aynen alma, irade ve bilinci saf dışı ederek hareket etme, bilgi sahibi olmadan konuşma, eyleme geçme, reflekslerle işini yürütme, şablonlara sığınma, hazır kalıplarla idare etme, yenilenme derken klasik ıslah-ihya-tecdid formüllerini ısıtıp yeniden piyasaya sürme, pragmatizmi takiyye ile birleştirip tutarlılıktan uzak bir ahlâk-sızlık, kayıtsızlık, Batı’ya karşı direnme gibi pek çok konuda sorunlu İslam âlemi.

Bunun yerine yardım kuruluşlarıyla vicdan rahatlatan “etkinlikler” yapmak bize kâfi geliyor! Protestan ahlâkı icabı dini ve mükâfatını dünyada alma felsefesini kabullenmesini beklemesek de Müslümanlardan asalak gibi yaşamamayı tercih edebilirler; esasında bakarsanız bu asaleti yakalamayı bırakın tam tersine Batı’ya yerleşip oranın şartlarında varlık göstermeyi seçiyor. Müslüman olmanın, üretmenin, kendi kendine yetmenin, kendine ait bir dünya kurmanın erdemi İslam âleminden çekilmiş durumda. Fetva makamı olmadığı gibi asaleti hatırlatan merciler de kayboldu, deve sidiği üzerine yapılan tartışmaların seviyesi genel Müslüman kimliğini izah ediyor. Köle olmadan köleliği seçen bir ruhla karşı karşıyayız, isyan etiği, küfrün karşısında var olma ameliyesine, Müslüman kültürü hayatına taşımaya, kendi gündelik hayatını, kendi iktisadi kaidelerini yaşamaya niyetli, istekli bir Müslüman gerçekliği yok…

  • Müslüman dünya Batı felsefesini, kapitalist iktisadı tam manasıyla okuyup içselleştirmedi. Dolayısıyla onu geçebilecek, yenebilecek bilgiyi de elde edemedi. Bunun yerine rahatlıkla komploculuğa, dış güçler bahanesine, sloganlara, retoriğe sarılıyoruz.

Varsa yoksa Batı’da üretileni İslam âlemine taşımak, ona da Kur’an ve sünnetten dayanaklar bulma, kâfirin ürettiklerini meşru zemine çekme çabası etkin. Gençliğin deizmden, kamusal dindarlığa, pop akımlardan konformizme geçiş arayışları yeni ve fakat daha zorlu bir dönemin ipuçları… İslam âleminin, Müslümanların en büyük sorunu üstünlük fikrini kaybetmeleri, aşağılık kompleksi içinde Batı’yı yakalamayı hedefliyor, oysa İslam bize kendimize özgü bir hayatı yaşamayı, vakti ayarlamayı, gündelik hayat geliştirmeyi, yeni bir dünya, yeni bir nizam, yeni bir şahsiyet, model geliştirmeyi emrediyor. Müslümanlar bu asalete döndüklerinde, siyasi, fikri, iktisadi sorunları da kendiliğinden çözülür!