“Kahvaltı operasyonu”

‘Ölüm Tarlaları’ filminden bir kare
‘Ölüm Tarlaları’ filminden bir kare

ABD'nin adını ve suçunu zikredip ondan beri durulmaması halinde veya her daim düşman olduğu fikrini akıldan çıkartıp dost olma ihtimali seçenekler arasına dâhil edildiğinde ise “Kahvaltı Operasyonunu” düşünmek gerekir. Bu tavır ABD'nin şerrinden emin mi kılar? Elbette hayır. Ama akıbetin hayr olma ihtimalini gündemde tutar.

Spalding Gray bir İngiliz aktör, yazar ve monologcu. ‘Ölüm Tarlaları’ filminde rol almak üzere Tayland’a gittiğinde filmin senaryosundan başka, bir de Kamboçya halkının başına gelenlerle ilgilenmeye başlıyor.

Daha sonra, Kamboçya’nın Amerikan ordusu tarafından bombalanmasını ve Pol Pot rejimine ilişkin öğrendiği gerçekleri 1987 yılında tamamı monoloğa dayalı olarak ‘Kamboçya'ya Yüzmek’ adıyla film yapıyor. Filmin tamamı bir masa, bir bardak su, siyah bir perde ve iki haritanın yer aldığı dar mekanda çekilmiş. Gray; yer yer geriye dönüşler, kısa film ve fotoğraflar ile o günlerde yaşayanların şahitlikleri ışığında Kamboçya’daki zulmün tarihini, neredeyse iki saat boyunca soluksuz anlatıyor.

Kamboçya'ya Yüzmek film afişi
Kamboçya'ya Yüzmek film afişi

“Tam orada Roland Chapy’i gördüm. Ölüm Tarlaları için oyuncu seçiyordu. Warner Bross da bu işe para koyduğu için onların ofislerini kullanıyordu ve ‘Hadi konuşalım’ dedi. Kamboçya’dan bahsediyordu. Nasıl bir düşler ülkesi olduğundan, sömürgecilerden önce neden bir cennet olduğundan. ‘Harikulade bir yer’ dedi. Ve dedi ki; ‘Toprağın yüzde doksanı insanlara aitmiş. Çamurmuş, pislikmiş ama onlarınmış ve iyiymiş. Ve nasıl vakit geçireceklerini biliyorlarmış; doğarken iyi vakit geçirmeyi biliyorlarmış. Büyürken biliyorlarmış. Aşık olurken biliyorlarmış. Evlenirken biliyorlarmış. Evlilikleri boyunca biliyorlarmış. Çocuk sahibi olurken, çocuklarını büyütürken biliyorlarmış. Yaşlanırken biliyorlarmış. Ölürken bile biliyorlarmış.’

İnanamadım.

Toprağın yüzde doksanı insanlara aitmiş. Çamurmuş, pislikmiş ama onlarınmış ve iyiymiş.
Toprağın yüzde doksanı insanlara aitmiş. Çamurmuş, pislikmiş ama onlarınmış ve iyiymiş.

Yani ben, Kamboçya’nın daha yerini bilmiyordum. Kafamda bir haritası bile yoktu.

Sonra Roland dedi ki; ‘1966 da prens Sihanouk, belki de Budist hoşgörüsünden, Vietnamlıların bu sınır boyunca birkaç tapınak kurmasına izin vermiş. Fakat Amerikan hava kuvvetleri bu işe çok bozulmuş. Onların teorilerine göre tapınaklar buradaki ormanlarda bulunan merkez karargâh tarafından kontrol edilmekteymiş.

O insanı bir kurban bayramı günü kurban kesen Müslümanın kapısına değil de çöpe yönelten halin peşindeyim ben. Yoksulu, çöpün içerisinde yiyecek bulacağına dair kesin kanaat sahibi yapan israfımızın derdindeyim.

Pentagon büyüklüğünde bir merkez karargâh diyorlar. Ve düşünmüşler Bangkok’un üstünden birkaç B-52 göndersek nasıl olur. Amerikan halkına bunu bildirmeye gerek yok. Birkaç baskın, merkez karargâhının işini bitiriverir. Ve kahvaltı saatinde Pentagon’da gizli bir toplantı yapmışlar. Ve adını ‘Kahvaltı Operasyonu’ koymuşlar. Bu gizli toplantıda bir mönü ortaya çıkarmışlar.’

Bombacıları hatırlarsınız; Amerikan bombacıları. Bangkok’tan havalanıp, sanki havada otelleri varmış gibi bilgisayarla bombaları bırakıyorlar. Ve sonra böyle geliyorlar. Ve ilk olarak bir şeyler atıştırmak için şu tapınak. Sonra Papağan burnu çevresinden kahvaltı için şu tapınak. Sonra akşam yemeğine yukarı. Üstüne bir tatlı. Sonra dümdüz yukarı. Öğle yemeği için merkez karargâh olduğunu düşündükleri yeri vurmaya.”

Spalding Gray, 14 Ocak 2004 günü aniden ortadan kayboldu. Arkadaşlarıyla bir yemek buluşması için cumartesi akşamı çıktı ve buluşma yerine gitmedi. En son, 6 yaşındaki oğlu ile yaptığı telefon konuşmasında şunları söyledi: “Yakında görüşeceğiz!”

Bir savaş veya işgalde, saldırganlar ve direnenlerin dışında mermi ya da bomba ile her an gelmesi muhtemel bir ölümden köşe bucak kaçarak yaşamaya çalışan ve yemek pişiren, çamaşır yıkayan, yiyecek arayan, oyun oynayan, canı oyuncak isteyen çocuklar, kadınlar, erkekler ve yaşlılar da var. Savaşın haber bültenlerine düşen karelerinde yer almayan bu hayatlar için de şahitliğe ve yaşananlardan haberi olmayan diğer insanlara aktarmayı görev bilen anlatıcılara ihtiyaç var. Ta ki, bu zulüm ve zalimler unutulmasın.

Savaş sadece bizimkiler, düşmanlarımız ve silah tedarikçilerinden ibaret değil. Her iki tarafta da savaşmayı istemeyen veya savaşamayacak kadar yaşlı, hasta, çocuk ve kadınların bulunduğu insanlar var. İster fıkhi, ister ideolojik, isterse dünyevileşme adına; yaşanan savaşta kendisine yer bulamayan, savaşın bizzat kendisini kabul etmeyenler de var.

  • İnsanın kendi varlığına, kendini onunla inşa ettiği mukaddesatına yönelen saldırıya karşı koyması kadar elzem ve hak olan bir durum, ancak nefes alıp vermek olsa gerek. Bugünden yarına, haksız yere ölüm ve zulme maruz kalmaktan başka her şeyin değiştiği bir bölgede yaşıyoruz.

Üstelik ABD asker ve saldırganlık planlarıyla hemen yanı başımızda. Buna ağababalarının peşinden ayrılmayan devlet ve organizasyonlar ile sırada bekleyen diğer katil sürüsünü eklendiğinde aklıma ilk gelen yerlerden biri Kamboçya oluyor. O yıllarda hem ABD'nin hem Pol Potçu kızılların yok etmeye çalıştığı değil neredeyse yok ettiği bir ülke Kamboçya. ABD'nin 1960'lı yılların sonuna doğru başlayan bombalama saldırılarıyla birlikte neredeyse tek geçimliği tarım olan altı milyon nüfusun yarısından fazlası canlarını kurtarmak için topraklarını terk edip şehirlere sığınmıştı. Ardından ABD'nin darbe ile iş başına getirdiği işbirlikçi yönetim. Aynı süreçte işbirlikçilere karşı mücadele için örgütlenen Fransız imalatı Pol Potçular. Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler ABD destekli darbeci işbirlikçileri mağlup edip kovaladıktan sonraki dört sene içerisinde nüfusun neredeyse yarısını öldürdüler. Üç milyon insan. Öldürmek için mermi harcamak istemediklerinden bıçaklayarak ve döverek yaraladıkları insanları öylece ölmeye terk ederek hallettiler işlerini.

Şöyle bir insan düşünün lütfen; hayatı tanımaya başladığı andan itibaren komşuları oldukları aile, aşiret, şehir veya devletin düşmanları olduğu bilgisiyle büyümüş olsun. Daha kendisinin ne olduğunu anlamaya sıra gelmeden, hayatı benzer zorluklarla yaşayan diğer insanların aslında düşmanları olduğunu öğrenerek yetişiyor. Öteki aşiret, diğer örgüt, bizim cemaat veya mezhep. Yatay ve dikey bölünebildikleri kadar ufalıyorlar, ta ki sadece kendileri kalıncaya kadar. Buyurun size hazır lokma, yiyin yiyebildiğiniz kadar.

Adanılmış ve anlaşılmış bir din, fikir veya fıkıhtan kaynaklansa bu durum, en azından meseleyi konuşmak için bir zemin imkanı ortaya çıkardı. Bu da yok.

Sadece leopar ve avcı kedilerde görülen (beslenme ihtiyacını aşan öldürmeye odaklanmış) bir hal ile en ilkel dehşet sarmalı içerisinde yuvarlanıp duruyorlar. Üstadın (Allah Azze ve Celle rahmet etsin) kayda alınmış kendi sesinden dinlediğimde manasını daha iyi idrak ettiğim mısrası geliyor aklıma, "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!"

Devlet, örgüt veya şebeke; düşmanlarını öldürmek, komşularının boynunu bükmek, kendi ülkesinde yönetime sahip olmak, sınırlarının dışında savaşmak, askeri mühimmat bakımından techizatlanmak, uluslararası insan, uyuşturucu veya organ kaçakçılığı işine girmek, nükleer silah yapmak vs. hepsi için ABD’nin kapısını çalmak istiyorlar. Oradan yüz bulamadıkları takdirde kapısını çalmak istedikleri diğer devletler ise ABD ile “idolümsün” anlaşması imzaladılar haberleri yok.

Spalding Gray
Spalding Gray

Fazla derine inmek basınç kuvvetini değiştiriyor, sağlığa zararlı. Aslında ABD ne biliyor musunuz; bir Afro- Amerikalının devlet başkanı olduğu ülkede polislerin şüpheli olduğuna dair tahmin yürüttüğü bir Afro-Amerikalıyı yabancı değil insan bile kabul etmeyerek sokağın ortasında vurup öldürebilmesi demek. Bu da yetmediyse üstüne bu polisin ceza almadan işine devam edebilmesini ekleyin. Suriye ve Afganistan’da olup bitene şaşıranlara ise Kamboçya stickerı verebiliriz.

Dışarıdaki yaradır, beladır, içindeki derttir. Yarayı dağlarsın, kanatır zehrini akıtırsın, canını dişine takar tahammül edersin, kaçar kurtulursun, olmadı başından savarsın. Derdin ise içindedir, ancak yanarsın.

ABD'nin adını ve suçunu zikredip ondan beri durulmaması halinde veya her daim düşman olduğu fikrini akıldan çıkartıp dost olma ihtimali seçenekler arasına dâhil edildiğinde ise “Kahvaltı Operasyonunu” düşünmek gerekir. Bu tavır ABD'nin şerrinden emin mi kılar? Elbette hayır. Ama akıbetin hayr olma ihtimalini gündemde tutar. Ayrıca işbirlikçilerinin arkasına saklanacağı uyduruk mazeretler de kalmaz. Bu da bir şeydir, işbirlikçileri olmayan düşman sizi asla mağlup edemez.

Adamlar dünyanın ağası gibi davranıyorlar tamam ama bu raconu besleyenler biraz da onların etrafında pervane gibi dolaşıp duranlar değil mi? Üstelik bunlar ezilen ve sömürülen insanlardan, dünyayı katleden savaşlardan, uluslararası çıkar hareketi olan sermaye gruplarından, Batının iki yüzlülüğünden, mültecilerin yaşadığı sıkıntılardan, milliyetçilikten muhafazakarlıktan dem vuruyorlar. Ulusal kanallara çıkıp konuşan özellikle yurtdışına sıkça gidip gelenler bölgemize ilgili değerlendirmelerde ABD'nin adını “biliyorsunuz onların kim olduğunu” koydular. Tek sıkıntıları eğer bir gün yolları düşecek olursa oradan vize alamamak. Rahmetli kardeşim Naci Altaş'tan öğrenmiştim; “birinin sizi korkuttuğu şey aslında kendi ödünü patlatacak olandır.” Bütün analiz strateji ve reel politiği bir tarafa bırakıp kamyon kasası vecizesi ile “benim için düşündüğünü senin için mümkün kılmaya geliyorum” diyemeyecekseniz ya lafı gevelemeden doğrudan onlarla beraber olmaya azmedeceksiniz ya da o lafı edecek zamana kadar yakın durmayı ve şikayetlenmeyi bırakıp bileneceksiniz.

“birinin sizi korkuttuğu şey aslında kendi ödünü patlatacak olandır.”
“birinin sizi korkuttuğu şey aslında kendi ödünü patlatacak olandır.”

Bütün ince eleyip sık dokuma, devletlerarası çıkar ilişkileri ve toplumbilimsel analiz ameliyesini de bir tarafa bırakalım. ABD derdimiz değil başımıza beladır. Düşmandan gelen dert veya ihanet değildir. Bunlar dost bildiğinden zuhur edendir. Dışarıdaki yaradır, beladır, içindeki derttir. Yarayı dağlarsın, kanatır zehrini akıtırsın, canını dişine takar tahammül edersin, kaçar kurtulursun, olmadı başından savarsın. Derdin ise içindedir, ancak yanarsın.

Düşmanlık veya şiddet söz konusu olduğunda dini referanslara yapılan müracaat işi; gündelik hayatın tanzimi söz konusu olduğunda yerini rahatlıkla din dışı kabullere bırakabiliyor. Din, hayatı keyfimize göre yaşamanın bir aracı mı yoksa esasları vahiy ile bildirilen kulluk manzumesi mi (haşa) belli değil. Bize hayat veren şeylere çağrıldığımızda sırtımızı dönmüşken, hâlâ yaşıyor olduğumuzu zannetmek tam bir uyurgezerlik halidir. Allah'ın (Azze ve Celle) emir ve yasakladıklarından çoktan seçmeli test mantığı ile istediğimizi seçip diğerlerinden vazgeçiyoruz.

  • Müslüman olduğunu söyleyip namaza sırtını dönenleri de bir tarafa bırakalım, namazını eda eden bir Müslüman için camiler ve camilerden okunan ezanın karşılığı nedir mesela?

Vakti bildiren akıllı telefon uygulaması veya ezan sesli çalar saat olmanın ötesinde ne manaya geliyor. Namaz daveti mi, hayat, ölüm ve hesap hatırlatıcı mı, herkes kendi işine baksın bana aldırmayın mı, ne? Namazı cemaatle ikame etmenin vacibiyetini unuttuk.

Ben aklımda bu yazı ile dolaşıp dururken gördüğüm şey yazmak istediğim meselenin tamamlayıcısı oldu. Bayramın birinci günü. Orta yaşlarının sonunda bir adam büyük çöp toplama kaplarından birini karıştırıyor. Önce alüminyum bir tepsi buldu. Yine çöpten bulduğu bir kağıtla onu güzelce temizledi. Daha altları karıştırarak bir parça et çıkardı. Üzerindeki çöpleri ayıklayıp tepsiye koydu. Eline geçirdiği bazı market naylonlarından en uygun olanın içerisine yerleştirip yola koyuldu.

Anlattığım bunca dramdan sonra vaziyetimiz bu, maalesef bu.

O insanı bir kurban bayramı günü kurban kesen Müslümanın kapısına değil de çöpe yönelten halin peşindeyim ben. Yoksulu, çöpün içerisinde yiyecek bulacağına dair kesin kanaat sahibi yapan israfımızın derdindeyim.

Bu derdi dert edinebilmek için kaç “Kahvaltı Operasyonu” daha görmemiz gerekecek sizce!