Kara Hüseyin ağıtı

Kara Hüseyin
Kara Hüseyin

O gece Hüseyin, kardeşi Mustafa ve beraberindeki on beş kişi mapushanenin duvarını aşarak firar ettiler. Firar eden ne yapar; köyüne gidip ananın elini öpemezsin, hadi öptün dizini kırıp da yanı başında oturamazsın.

- Bu gece hazır ol, dedi Hüseyin, kardeşi Mustafa’ya. Nöbet değişiminden sonra üçüncü düdüğün ardından avluda buluşalım. Diğerlerine de haber ver, köse gardiyan kilitleri gevşek bırakacak.

-Ağam, dedi Mustafa; sen ne dersen eyvallah. Amma bir daha mı düşünsen, sayılı gün geçer elbet. Biraz daha sabretsek hani.

- Sen dediğimi koştur Mustafa, sabır akıllı adam işi.

Geçen sene, bilmem ne sebepten ötürü Hüseyin ile kardeşi Mustafa’yı kapattılar bu mapus damına. Boşuna Kara Hüseyin dememişler, nerde olmaz bir iş var, Hüseyin tam ortasında. Aslında mapusa da alışıktır, volta atmayı gün saymayı bilir. Bilir ama; insanın aklında fındık burunlu, badem dudaklı bir güzelin hayali varsa, bin çeker bir sayarsın.

Hüseyin’de aynen böyle yaptı. Eşkıya Kara Hüseyin oldu. Ama öyle yol kesip, baş kesmediler; milletin malına mülküne musallat olup da telefat yapmadılar.

O gece Hüseyin, kardeşi Mustafa ve beraberindeki on beş kişi mapushanenin duvarını aşarak firar ettiler. Firar eden ne yapar; köyüne gidip ananın elini öpemezsin, hadi öptün dizini kırıp da yanı başında oturamazsın. İki çift öküzü tarlaya süremezsin, Hatice’ye davullu zurnalı düğün yapamazsın. E peki firar eden ne yapar, el cevap; dağa çıkar eşkıya olur.

Hüseyin’de aynen böyle yaptı. Eşkıya Kara Hüseyin oldu. Ama öyle yol kesip, baş kesmediler; milletin malına mülküne musallat olup da telefat yapmadılar. Onun tek muradı Hatice’ye kavuşabilmekti. Ortalık biraz sakinleştikten sonra onu da köyünden kaçırıp, yanına aldı.

Zaman geçtikçe Hüseyin adı bilinir, sözü dinlenir bir eşkıya oldu. Her köşesini, inini cinini belledi dağların. Bazen de mavzerini kuşanır, köyüne inerdi. Anasının elini öper, gün olsa da Hatice’yi bu eve, senin yanına gelin getirebilsem derdi. Ama Kara Hüseyin bu, tam duruldum derken, tam şu işten hayırlısıyla bir yakayı sıyırsam derken; gider bir eşkıyalık daha yapardı. Belki de bunların, yaptığı iş değil de; düzensizliği, asiliği eşkıyalıktır.

Afyon Kuvay-i Milliye Zabiti Arif Bey, köşe bucak fellik fellik Kara Hüseyin ve çetesini arar olmuştu. Birkaç kez karşılaşmalarına rağmen Hüseyin bir şekilde sıvışmayı başarmıştı oracıktan. Günler böyle bir bir geçerken, Arif Bey’de iyice aman vermez olmuştu Kara Hüseyin’e. Hatice’nin sevdasına firar etti, asi oldu; şimdi teslim olsa ya mezara ya da yeniden mapusa girecek. Ölmek bir şey değil de, sevdiğinden ayrı tutsak kalmak zor geliyordu Hüseyin’e.

Bir gece Hüseyin yine etrafa duyurmadan köyüne indi. Doğruca anasının yanına vardı. Daha kapıdan girer girmez, ayağa fırladı kadın, oğlunun boynuna sarıldı. Gel oğul, dedi; otur şöyle sana anlatacaklarım var. Arif Bey haber yolladı iki gün evvel. Demiş ki; Hüseyin mert adamdır, bir cahillik etti dağa çıktı ama kimsenin canını yakmadı, mazluma musallat olmadı. İnsin aşağı, teslim olsun. Askere alacağım onu; kendini de yanındakileri de, o gencecik kızı da telef etmesin oralarda, dedi.

Anası öyle heyecanlı öyle sevinçli anlatıyordu ki; göz kapakları bile pır pır ediyordu kadıncağızın.

Dedikleri tastamam böyle, dedi anası. Hele sen söyle şimdi ne dersin. Hüseyin ne desin, bu teklife karşı gelinir de, yok ben eşkıyalığa devam edeceğim, denir mi. Ama içi de hiç rahat değildi. Bu işte var bir bit yeniği, diyordu kendi kendine.

 Bir Hatice’nin güzel yüzüne baktı, bir dağların tozuna dumanına.
Bir Hatice’nin güzel yüzüne baktı, bir dağların tozuna dumanına.

Hüseyin anasının elini öptü yine geldiği gibi sessizce gecenin karanlığına karıştı. Üç gün boyunca gece gündüz düşündü, kardeşine danıştı, diğerleriyle konuştu. Bir Hatice’nin güzel yüzüne baktı, bir dağların tozuna dumanına. Ne gele, gele; dedi içinden. Hiç olmazsa Haticem çekmez bu sefaleti.

Tez elden anasına haber saldı, Arif Bey nasıl diyorsa öyle olsun, dedi. Falanca gün falan saatte yamacın dibindeki derenin önünde buluşulacak diye haber aldı Hüseyin. Hatice’yi öptü kokladı, gözünün yaşını sildi, anasının yanına yolladı. Ismarlanan yerde zamanı gelince Hüseyin ve arkadaşları hazır bekliyorlardı. Bütün silahlarını, el yapımı çoban çakıları dâhil hepsini, bir araya toplamışlardı. Arif Bey ve yanındakiler dere kenarına gelince hemen Hüseyinlerin etrafını sardılar, silahlarını çekip üzerlerine yürüdüler. Aman dediler Arif Bey’im etme eyleme, böyle konuşmamıştık biz. Bak kendi ayağımızla geldik sana. Dediler ama nafile, hepsinin elini bağlatıp atların peşi sıra yürüterek ilçe merkezine indi Arif Bey.

  • Hüseyin artık iyice bellemişti başına gelecek işi. Bundan sonra ne söylese, kime çatsa fayda vermeyecekti. Anasını düşündü, Hatice’yi düşündü, mapus duvarını ilk aştıklarında içine çektiği nefesin serinliğini hissetti bütün vücudunda.

Arif Bey hepsini mektebin önündeki mermer direklere bağlatmıştı. Her tarafa haber saldırıp, gelsinler de Kara Hüseyin ve çetesini bir de böyle görsünler, diyordu.

Birkaç saat sonra halk toplanmıştı mektebin önünde, koskoca anlı şanlı Kara Hüseyin direğe bağlanmış öylece duruyordu. Arif Bey artık vakti geldi, dedi. Askerlerini, Hüseyin ve arkadaşlarının karşısına dizdirip ölüm emrini verdi.

Hüseyin anasının elini öptü yine geldiği gibi sessizce gecenin karanlığına karıştı.
Hüseyin anasının elini öptü yine geldiği gibi sessizce gecenin karanlığına karıştı.

Kara Hüseyin ağıtı

Gara Hüseyin mavzerini yağlıyor

Hatçe gelin siğim siğim ağlıyor

Mavzerin kurşunu dağı deliyor

Aman Arif Bey’im öldürme beni

Mermer direklere sardırma beni

Af(ı)yon damını yardım da kaçtım

Suvermez yoluna sar(ı) altın saçtım

Onbeş atlıyınan gız aldım gaçtım

Aman Arif Bey’im öldürme beni

Mermer direklere sardırma beni

Yağmur gibi yağdım yel gibi esdim

Belce’yi aşınca umudum kesdim

Beni öldürmeye varımış kasdın

Aman Filik aman har demedin mi

Yanımda Mustafa var demedin mi

Yöre: Afyon