Katolik oynayan takımlar, yobaz toplumlar, uzak meşrepler ve dergisine ayar veren bazı güzel okurlar

Cins
Cins

Şenol Hoca, hücum futbolu, üçüncü bölgede pres… Beşiktaş kendi oyunuyla başlamadı, aşırı kontrollü başladı. Öyle olunca Porto attı hemen.

Konuşanlar: İsmail Kılıçarslan, Aykut Ertuğrul, Furkan Çalışkan, Yusuf Genç, Arda Arel, Rıdvan Tulum, Samed Karataş, Enes Kılıç

İsmail: Güzel top oynadı Beşiktaş.

Rıdvan: Klasik Beşiktaş oyununu oynamadı abi.

İsmail: Klasik Beşiktaş oyunu diye bir oyun mu var?

Arda: Şenol Hoca, hücum futbolu, üçüncü bölgede pres… Beşiktaş kendi oyunuyla başlamadı, aşırı kontrollü başladı. Öyle olunca Porto attı hemen.

Abi Beşiktaş, Ortodoks mu Katolik mi oynuyor bilmiyorum ama bu seneki performansıyla Cenk Tosun baya Heterodoks.

Yusuf: Gençleri futbolla uyutuyorlar Aykut Bey.

Furkan: Bence Porto çok Katolik oynuyor abi.

İsmail: Oğlum o ne demek lan. Katolik oynuyor nedir?

Furkan: Fena Katolik oynuyor abi.

İsmail: Katolik oynamak ne abi?

Yusuf: Mesela Protestan oynamıyor demek.

Aykut: Allah’ınızı severseniz Yusuf Bey'in bu cümlesi kayıtlara geçsin.

Arda: Celtic Katolik oynuyor desen, tamam da abi. Porto neden?

Furkan: Evet, Celtic de Katolik oynuyor.

İsmail: Abi ‘Katolik oynuyor’ ne demek? Celtic Katolik diyebilirsiniz ama Katolik oynuyor ne?

Furkan: Şöyle ki Beşiktaş da çok Ortodoks bir takım.

Aykut: Abi anlamadım Beşiktaş Ortodoks bir takım ama Katolik mi oynuyor?

İsmail: Abi Beşiktaş, Ortodoks mu Katolik mi oynuyor bilmiyorum ama bu seneki performansıyla Cenk Tosun baya Heterodoks. Tamam, bu futbol muhabbeti ile başladık ama kayıtlara girsin diye söylüyorum. Yusuf Genç, “Gençleri futbolla uyutuyorlar” diyerek gerekli Milli Görüşçülüğünü yaptı.

Yusuf: Aykut Bey de bana destek oldu, o da kayıtlara geçsin lütfen.

Aykut: Evet, ben de her türlü destek oluyorum.

İsmail: Neden? Senin Milli Görüş ile ne alakan var?

Aykut: Milli Görüş’ten değil. Ben ekranlarda sevmiyorum Yusuf Genç’i. Normalde çoğu konuda hem fikirizdir kendisiyle.

Güzel top oynadı Beşiktaş.
Güzel top oynadı Beşiktaş.

İsmail: Ekranda sevmiyorsun bir tek, anladım.

Aykut: Ama şunu da ekleyeyim, futbol iyi bir şey olsa bu kadar Hristiyan kavramlarla anlatılmazdı.

Yusuf: Bravo!

Aykut: Mesih bekliyorlar sanki böyle bir hava var.

İsmail: Peki, peki…

Aykut: Futbol zaten bir Mesih bekleme oyunu değil midir?

İsmail: Yav bir bırakın. Bu neymiş böyle. Bir Beşiktaş sorusu sorduk ortam Tanıl Bora’ya döndü. Öyle bir şey var di mi? Memlekette ne kadar kötü solcu varsa, kendini futbol üzerinden ifade etme uğraşında.

Aykut: Bir yerlileşme çabası olarak Futbol.

İsmail: Halkla temas edebilecekleri yegâne alanı futbol tribünü olarak görüyorlar.

Furkan: Onlar da Gençlerbirliği’ni tutuyorlar.

İsmail: Gençlerbirliği tribünü tamamen entelektüelize edilmiş cıvık bir romantizm barındırır abi. Ben Ankaragüçlüyüm. Bizim tribün gayet realisttir. Sopaları alır maça gider.

İslam düşünce atlası, heyecan verici bir iş

İsmail: İslami Düşünce Atlası abi, beni son zamanlarda daha çok heyecanlandıran bir şey olmadı.

Furkan: Evet, abi. Şimdi İslami Düşünce Atlası’na bakıyorum; kimler bu işe emek vermiş diye. Yaklaşık 400’e yakın insan var. Bak, 400 insan, 4 yıl boyunca sadece bir derdin peşinde çalışmışlar. 4 yıl boyunca böyle dev bir çalışmayı yapabilmek için emek vermişler. Ve ortaya somut, ne dediği belli olan, önerilerde bulunan bir eser çıkarmışlar. Sadece bir düşünce tarihçiliğinden bahsetmiyoruz; tasnif, planlama, tarihsel bir metodoloji önerisi…

Yusuf: Yeni bir okuma…

Furkan: Hepsi var. Bunun önünde şapka çıkartılır. Artı İhsan Fazlıoğlu’nda ben şöyle bir şey gördüm ve gerçekten hayran kaldım. Son zamanlarda birazcık mürekkep yalayıp da azıcık söz söyleyen herkeste, geriye kalan herkesi kötüleme, Türkiye’nin çok kötüye gittiğini söyleme hazzı, şevki var. Sen, bir adım attıysan; herkes kesin bir adım geride kalmıştır. İhsan Hoca’da tam tersi;

  • Türkiye dünyaya çok önemli bir şeyler önermenin tam eşiğinde duruyor, oradayız şu anda, ben çok umutluyum, inanılmaz beyinler yetişiyor ve çok önemli şeyler söyleyeceğiz, diyor. Ve bir şey daha ekliyor abi… Bunu da çok önemsiyorum. Artık, diyor, dünyada ve özellikle Türkiye’de insanlar mezheplerine, dinlerine ve ideolojilerine göre sınıflanmıyor; meşrebine göre sınıflanıyor.

Aykut: Çok iyimiş ya…

Furkan: Yezidi meşrep olmak var, Hüseyni meşrep olmak var. Mesele bu kadar basit artık.

İsmail: Ha, öyle söyleyince ortalık karışıyor.

Furkan: Karışsın abi. Yani bizle aynı safta olduğunu zannettiğimiz adam, Yezidi meşrepse benle aynı safta değil. Bu zandan kurtulmamız gerekiyor.

İsmail: Güzel.

Furkan: Mesele de ‘bunlar bizi neden savunuyor’, ‘bunlar bizimle neden aynı safta’ sorusunu sorma cesaretine gelir. Biz bu soruyu soramadığımız sürece de birtakım bagajları, bir takım yükleri sırtımızda taşımamız gerekecektir.

Aykut: Yezidi belki çok ağır abi ben daha temiz söyleyeyim: Hafif meşrep biri mi, yoksa yerinde ağır oturan biri mi? Bu kadar basit yani.

Furkan: Bu da güzel bir tasnif bence.

İsmail: Abi, insan şundan utanmaz mı Aykut. Bir tane gerçek adamsın. Mesela Rıdvan Tulum, Enes Kılıç, Samet… Gerçek adamlarsınız. İkinci bir sosyal medya karakteri oluşturmak haramdır, bunu ispat edebilirim.

Yusuf: Ama bunlar hiç konuşulmaz değil mi… Satrancın haramlığı konuşulur ama bunlar konuşulmaz.

İsmail: Evet, ikinci bir sosyal medya karakteri oluşturmanın haramlığı üzerinden hiçbir laf edilmez.

Furkan: Çünkü fıkıh biteli yüz yıllar oldu…

İsmail: Tabii, fıkıh kalktı rafa. Koca adamsın ya, sen ne diye ikincil bir sosyal medya karakteri yaratıp, ‘yaratmak fiili Allah’a mahsus’, ikinci bir sosyal medya karakteri yaratıp oradan kötülük üretiyorsun. Bunu yaparken de ahlaki pozisyon takınıyorsun.

İslami Düşünce Atlası abi, beni son zamanlarda daha çok heyecanlandıran bir şey olmadı.
İslami Düşünce Atlası abi, beni son zamanlarda daha çok heyecanlandıran bir şey olmadı.

Aykut: Ben gerçi bu konuştuklarımızı hep “Bir Taş At” bölümünde yazdım.

Yusuf: Okumuyorsunuz siz, diyor.

Aykut: Yok yeni…

Furkan: Yazdık, diyor, biz bunu kitaplarımızda.

Aykut: Yok, yeni sayıda. Denk geldi.

Furkan: Eee, Biz bunları köşelerimizde yazdık.

Yusuf: Niye okumuyorsunuz, diyor.

Aykut: Bak, bunu bugün, bir mesele etrafında ilk defa konuşuyoruz. Ama ben de dün oturup sayfamı hazırlarken, demek ki dolmuşum, “Şüphe Duy” diye bir şey yazdım.

Modern toplum, herhalde insanlık tarihinin görüp görebileceği en yobaz toplum

İsmail: Şimdi, bir şey soracağım. Bu masadaki 4 gence soracağım. Bizim bazı klasik kelam kitaplarımızda Allah’ın insana vacip kıldığı ilk özellik ne diye tanımlanır, hiç duydunuz mu daha önce? Allah’ın insana vacip kıldığı ilk özellik ne olarak tanımlanır?

Rıdvan: Ben duymadım abi.

Samet: Maalesef abi.

Enes: ?

Arda: ?

İsmail: Niye siz Arapçadan nizami ibare okuyan hoca dinlemiyor musunuz? Kendisinden öncekileri tekrardan başka bir vazifesi olmayan âlimlerin paçalarına yapışmıyor musunuz? Merak etmeyin, onlar da bilmiyor zaten. Abi, bazı kelam kitaplarımıza göre insana vacip olan ilk şey kuşkudur. Şüphe etmek… Şüphe etmeyen insanın elinde hiçbir sermaye yoktur. Şüphe ile ve soruyla başlar insanın büyük yolculuğu. Bugün insan ne şüphe ediyor, ne soru soruyor.

  • Bugün insan, kesin bir inançla, kendisine verilmiş cevaplar kategorisiyle idare ediyor. Hayatını bununla geçiriyor. İnsan kendisine verilmiş cevaplar kategorisine fit olur mu, buna razı olur mu ya? Bir soru sor abi, bir şüphe duy ya! En azından de ki, bu adam beni nereye çağırıyor.

Aykut: Bu oturumda da ilk ‘modern’i ben diyeyim. Modern toplum, herhalde insanlık tarihinin görüp görebileceği en yobaz toplum. En kesin inançlı toplum, bu anlamda.

Yusuf: Çok iyi tespit.

Aykut: Hep özgürlük, özgürlük deniyor ama aynı şeylere inanan, aynı şeyleri seven, aynı şeyleri sevmeyen, aynı şeylerden nefret eden ve aksini hiç düşünmeyen bir toplum. O yüzden, hakikaten bugün en kıymetli şey şüphe duymak. Ben “Şüphe Duy” başlığımda bunlardan bahsetmedim ama…

İsmail: Samet, en şüphelendiğin şey ne abi modern dünyada?

Samet: Abi, şüphenin de kullanılışı yerine göre değişiyor. Anadolu’da babaannem şüphe etmiyor mesela öyle bir tarafı da var. Mürşidim Kocakarı dediğimiz olay.

Aykut: Yok, hayır. Babaannen şüphe etmez olur mu… Babaannen yeni her şeye karşı çok irfani bir şüphe duyuyor.

İsmail: Babaanneni şüphesiz kılan şey, sürekli sahip olduğu şüphe duygusu.

Samet: Ama babaannem bugün şüphe duyuyor. Geçmişte şüphe duymuyordu.

İsmail: Biz de bugünü konuşuyoruz abi. Ama zaten geçmiş de yaşadığı günün moderni değil midir? Yani Allah’ın insana vacip kıldığı ilk şey şüphedir diyen kelam âlimi de tam o modernin içinden konuşmuyor mu?

Aykut: Doğru, eyvallah.

İsmail: Şimdi şu soruya geri dönelim. Bugün en çok şüphe ettiğin şey nedir?

Rıdvan: Ben kendim neyden şüphe ediyorum bilmiyorum ama tahminen Samet’in babaannesi zamanın geçişine dair bir şüphe duyuyor abi.

İsmail: Eyvallah. Enes?

Enes: Ben abi ilerleyen süreçte kötüye gideceğini düşündüğüm her şeyden şüphe ediyorum. Yeni olandan şüphe ediyorum.

İsmail: Yenilik putundan şüphe ediyorsun. Arda?

Arda: Valla yalan yok, ben çoğu zaman kendimden şüphe ediyorum.

İsmail: Kendine karşı Agnostik misin Arda?

Arda: Elhamdülillah, kendime Agnostikim.

Furkan: Ama ejderhalardan şüphe etmiyorsun.

Arda: Herhalde bir tek ejderhalardan şüphe etmiyorum.

İsmail: Ne demek o; ejderha var mıymış?

Aykut: Abi Beşiktaş’ın Katolik oynadığına inanıyorsun da, ejderhaların varlığına mı inanmıyorsun.

İsmail: Hahaha, güzelmiş bu.

Aykut: Ben bir şey daha söylemek istiyorum; benim fantastik damarlarımı kabarttı Arda. Borhes’in güzel bir şeyi var. Daha sonradan çok kullanıldı neredeyse klişeye döndü.

İsmail: Adını da Borhes diye okumayı öğrenmişsiniz.

Aykut: Tabii, onun Borges mi Borhes mi olduğundan çok şüphe duyuyordum ben.

Rıdvan: Neymiş abi doğrusu?

Aykut: Borhes diye okunuyor. Barselona’da sordum. Kitabı gösterdim bir İspanyol’a, şunu bir oku hele, dedim. Borhes, diye okudu. Borges şey diyor, tabii Yusuf bey kızar şimdi muhtemelen ama…

Yusuf: Her türlü…

Aykut: Ya bütün bu yaşadıklarımız bir çocuğun rüyasından ibaretse.

İsmail: Bu şirktir.

Yusuf: Net şirktir.

Furkan: Şirktir.

Yusuf: Üstelik yeni bir şirk de değil bu, kadim şirktir.

Aykut: O zaman kayıtlardan çıksın bu.

Arda: Abi çıkmasın.

İsmail: Kalsın böyle.

Modern toplum, herhalde insanlık tarihinin görüp görebileceği en yobaz toplum.
Modern toplum, herhalde insanlık tarihinin görüp görebileceği en yobaz toplum.

Yusuf: O zaman Allah’tan başka hiçbir şey yoktur diyen adamın hissettiği gibi belki şüphe…

İsmail: Madem Barselona dedik, onun biraz aşağısı Endülüs’te, duvarlarda yazılı bir şey var. Bugün onu çoğu zaman unutuyoruz galiba: La galibe illallah! Allah’tan başka kazanan yoktur.

Yusuf: Eyvallah.

İsmail: Bugün kaybettiğimiz bazı şeylerden biri de sanırım o.

Aykut: Bazı kelimeleri daha çok kullanmak lazım abi. Ben bazen kendi kendime yapıyorum. Lütuf da bunlardan biri. Günlük hayatta lütuf kelimesini daha çok kullanmak lazım.

Furkan: Rıza kelimesini daha çok kullanmak lazım.

Aykut: Tevekkül kelimesini daha çok kullanmak lazım.

Yusuf: Kader…

Aykut: Bazı kelimeler hayatımızdan çıktığı için o bahsettiğimiz değişimi yaşıyoruz.

Furkan: Abi bence modern insan en çok kadere inanmıyor.

Yusuf: İsmail abinin orada güzel bir tarifi var: Modern insan Allah’a inanıyor ama güvenmiyor.

Furkan: Evet. Kadere inanmamanın açılımı bu… İnanmıyorsan, kullanamazsın bu kelimeleri abi.

Yusuf: Kelime öyle çekilip gider zaten.

  • Furkan: Bu kelimelerin şekillendiği bir inanç var. Kelime havadan, sözlükten fırlamıyor ki. Bir inancın içerisinde yoğruluyor da çıkıyor. Lütufla, rızayla, merhametle alakalı bir inanca sahip değilsen bunları cümle içinde de kullanamazsın.

İsmail: O zaman şununla bitirelim. Geçtiğimiz günlerde Bursa’da bir konferans vesilesiyle bulundum. Bir İmam Hatip Lisesi’nde Cins’in iyi okurlarından bir kızımız dedi ki; İsmail abi, bazen dergide bazı filmlere ve dizilere atıflar yapıyorsunuz. Sonra biz o dizi ve filmleri iyi şeylermiş gibi izliyoruz. Utanacağımız kimi sahnelerle karşılaşıyoruz, dedi. Biraz daha hassasiyet lütfen. Biz o atıfları insanlar izlesinler diye yapmıyoruzdur muhtemelen ama gene de böyle ama… Okur bizi hizaya çekiyor.

Furkan: En sevdiğimiz.

İsmail: İyi ki hizaya çekiyor.

Yusuf: Olması gereken de bu.

İsmail: Okuruyla, takipçisiyle hizaya gelmeyen herkes için bir kez daha yüksek sesle söyleyelim: İyi ki bizi hizaya çeken okurlara sahibiz.