Kifayet otobüsü

Dışarıda gördüğümüz insanlar, araçlar, dükkânlar her şey normal hayata dair unsurlardı. Durumu tuhaf olan sadece bizlerdik.
Dışarıda gördüğümüz insanlar, araçlar, dükkânlar her şey normal hayata dair unsurlardı. Durumu tuhaf olan sadece bizlerdik.

İçimdeki suçluluk hissinin kışkırttığı bir rüyanın içersinde olduğumu düşünüyordum. Elbet bir şekilde bu otobüsten inecek ve ayağım yere değdiğinde yatağımda uyanacağım beklentisine sahiptim. Otobüsümüz şehrin içersinde tur atarken gerçeğe yapışık hareket ediyorduk. İndirim tabelalarındaki fiyatları okuyor ve üzerine fikir teatisinde bulunuyorduk.

“Remzi B. ve Pınar D. bu durakta inebilir.”

Remzi B. benim. Sevinçle yerimden doğruldum. Ayakta duranları hoyratça ittirerek arka kapıya yaklaştım. Omuzumla dirseğimle yardığım kimselerden “Biraz yavaş, o kadar da acele etme ya” cinsinden mırıldanmalar geldiyse de hiç kimse bu kaba hâlim nedeniyle hiddetlenmedi.

Yüzünde badire atlatmışlara has yakınlaşma hak getireydi. Eliyle hoşça kal işareti yaparak benden uzaklaştı. Şehir merkezi tarafına doğru yürümeye başladı. Yürürken dönüp arkaya bakmasını bekledim. Yapmadı.

Yüzler anlayışlı ve gıpta eden bakışlarla yüklüydü. Pınar D. denen genç kadın arkamdan yürüyordu. Hoş bir yüzü var, ama saçlarını başarısız bir şekilde kızıla boyamış. Kestane rengi kendisine çok daha yakışıyor olmalı. Sayemde kapıya kolayca ulaştı. Binen yoktu. Kapılar kapanınca otobüs çekti gitti. Durakta bekleyen iki lise öğrencisi tipli genç bize ve giden otobüse meraksız gözlerle bakıp telefonlarına döndüler. Rüyada değildik. Sefer bitti ve hâlimize uyandık. Ceketimin sağ cebinde duran telefonumu aldım. Bütün yolculuk boyunca suspus duran aparatın ekranı yeniden canlanmıştı. Saat 10.19’du. Günlerden cumartesiydi. Bunlar tamam da otobüse biniş saatimi ve durağı ne yapsam hatırlayamıyordum. Pınar D. de telefonuyla aynı serüveni yaşıyordu. Alnı kırışmıştı. Bakışlarımız karşılaşınca, “İndik şükürler olsun.” dedi.

Yüzünde badire atlatmışlara has yakınlaşma hak getireydi. Eliyle hoşça kal işareti yaparak benden uzaklaştı. Şehir merkezi tarafına doğru yürümeye başladı. Yürürken dönüp arkaya bakmasını bekledim. Yapmadı. Bundan kendini yenilemeye, kifayet mücadelesinde azimli olduğu sonucunu çıkardım. Zaten genellikle kimse arızasını bilen arızalıyı yanında görmeyi pek istemez. Bu sabah bir saatte o lanet otobüse ayak bastım. Amacım yakınlardaki bir mağazada beyaz eşya satan lise arkadaşımı ziyarete gitmekti. Hava güzeldi. Yorgun değildim. Vakit ganiydi. Bir şey beni ön kapıdan içeriye itti âdeta. Kent kartımı okuyan aparata değdirince “Bakiyeniz yeterli, ama cesaret ve haysiyetiniz kifayetsiz.” anonsu duyuldu. Önce bunu kötü bir şaka sandım. Otobüsün yarısı doluydu. Yolcuların yüzünde hinoğluhin sırıtma ya da alaylı bakış yoktu. Oradan duruma hızla ayıktım. Bu otobüs normal bir araç değildi.

Şoför mahalli kapalıydı ve içerisi görünmüyordu. Normal bir hızla trafiğin içinde hareket ediyordu, ama önüne çıkan durakların hepsinde durmuyordu.
Şoför mahalli kapalıydı ve içerisi görünmüyordu. Normal bir hızla trafiğin içinde hareket ediyordu, ama önüne çıkan durakların hepsinde durmuyordu.

Şoför mahalli kapalıydı ve içerisi görünmüyordu. Normal bir hızla trafiğin içinde hareket ediyordu, ama önüne çıkan durakların hepsinde durmuyordu. Kimsenin akıllı telefonu çalışmıyordu. Daha eski model telefonlar farklıydı. Hangi numara tuşlanırsa tuşlansın “Kifayet Merkezine bağlandınız. Şu an için çok yüklüyüz. Lütfen tekrar arayın.” uyarısı duyuluyordu. Herkese binmek istediği otobüs gibi görünmeyi başaran otobüs, yapay zekânın sürdüğü bir araç bile olabilirdi. Sadist bir yapay zekâ. Kapı açıldığında ismi okunmadan inmek isteyene geçici olarak inme iniyor ve yere yığılıyordu. Bu nedenle kapı açıldığında mum gibi kıpırtısız bekleşiyorduk.

  • “Kararlılığınız kifayetsiz.”
  • “Moraliniz kifayetsiz.”

Bu anonsları duya duya şehrin içinde tur attık durduk. Her kifayetsizlik normu anons edildiğinde kendimdeki eksiklik dozunu belli edecek şeyleri hatırlatıyordu. Herkes acz ve pişmanlıkla sarsılırken yeni gelenleri teselli edecek şeyler söylüyordu. Bana da aynısını yapmışlardı.

Orada yalnız olmadığım için çok memnundum. Yalnız içimde kezzaplı bir pişmanlık kaynıyordu. Geçen hafta bir mal mülk davasında eksik şahitlik yaptım. Bildiğim şeylerin hepsini söyleyemedim. Husumete uğrarım diye biraz korktum. Ayrıca kırk yıllık arkadaşımı değeri bir milyona yakın bir dairenin sahibi olacak diye kıskandım. Bu üzerimde daha çok etkili oldu. Husumet işin bahanesiydi.

  • “İmanınız kifayetsiz.”
  • “Ferasetiniz kifayetsiz.”

İçimdeki suçluluk hissinin kışkırttığı bir rüyanın içersinde olduğumu düşünüyordum. Elbet bir şekilde bu otobüsten inecek ve ayağım yere değdiğinde yatağımda uyanacağım beklentisine sahiptim. Otobüsümüz şehrin içersinde tur atarken gerçeğe yapışık hareket ediyorduk. İndirim tabelalarındaki fiyatları okuyor ve üzerine fikir teatisinde bulunuyorduk. Dışarıda gördüğümüz insanlar, araçlar, dükkânlar her şey normal hayata dair unsurlardı. Durumu tuhaf olan sadece bizlerdik.

  • “Civanmertliğiniz kifayetsiz.”
  • “Sabrınız kifayetsiz.”

Her binen için duyulan anons bizi bir süre sessizleştiriyor ve kendi içimizdeki hesaplaşmayla başbaşa bırakıyordu. Yavaş çekim kâbus ortamı hepimizi etkilemişti. Vicdan muhasebesi yapıyorduk. Şimdi dışarıdayım artık. İstersem arkadaşıma gidebilir ya da evime dönebilirim. Bunu yapmak isteyen yanım ölgün. Çünkü ne kadar gayret edersem edeyim sabah yataktan kaçta kalktığımı, evden kaçta çıktığımı, otobüse hangi duraktan ve kaç sularında bindiğimi hatırlamıyorum. Aracın içersinde saatlerce kaldığım halde dışarıda saat onu biraz sollamış.

Aracın içersinde saatlerce kaldığım halde dışarıda saat onu biraz sollamış.
Aracın içersinde saatlerce kaldığım halde dışarıda saat onu biraz sollamış.

Bu şu demek: Henüz uyanmadım. Karnımın açlığını hissetmesi, sıradan insanları izlemem ve canım ne isterse yapabileceğimi düşünmem kandırıcı aksesuar. Hapiste havalandırmaya çıkmak cinsinden bir teneffüs arası belki de. Rastgele bir yöne doğru yürüyerek düşünmeye başladım. Otobüse kendi isteğimle, önceden ne olacağını bilerek bir kez daha binmemin şart olduğuna karar verdim. Uyanabilmem ve otobüste geçen her şeyi unutabilmem için bunu yapmam gerekiyordu.

Son seferimi yapacak, hayata kaldığım yerden devam edecektim. Tabii ardından ilk iş olarak arkadaşımın yüksek mahkemedeki davasında bir kez daha şahitlik yaparak vicdanımdaki yükü boşaltacaktım. Ayaklarımın beni doğru istikamete götürdüğünü hissediyorum. Birazdan otobüslerden birine binecek ve kartımı son kez okutacağım inşallah. Niyetim etkili olacak. Sonra bir yerde inecek, hiçbir şey hatırlamıyor durumda ve hatamı telafi etme azmiyle donanmış bir şekilde yatağımda uyanacağım. Pınar D.’yi tekrar görecek miyim acaba? Onun da son bir kez otobüse binmek üzere olduğuna kalıbımı basabilirim. Yoksa yan yana oturmaz ve araçtan aynı anda inmezdik. Yalnız bir cız noktası mevcut. Belki de en iyisi birbirimizi bir daha görmemek. Çünkü yüzümüzdeki bir ifade, ağzımızdan çıkan bir sözcük otobüsü hatırlatabilir. Bunu ikimiz de istemeyiz. “Hoşça kal” o hâlde. Bir durak var ileride. Yer değil, niyet önemli. Orada otobüsü beklemeye başlayacağım. Aldığım doz kendimi yenilemem için yetmedi. Belli ki, sebatım da kifayetsiz.