Kolaycı 'okumanın' zorlukları – II

Eğer bir mesele Kur'an'a girmişse ortada toplumsal bir sorun var demektir.
Eğer bir mesele Kur'an'a girmişse ortada toplumsal bir sorun var demektir.

Kur'an'ın ilk muhataplarıyla ilişkisi öğretimden ziyade eğitim ilişkisiydi. Bir insanı eğitmek belli bir zaman içerisinde gerçekleşebilir ancak.

Bir mesele Kur'an'a konu olmuşsa orada iki durumdan biri söz konusu olmuş demektir; ya meydana gelen olayda gaybî bir bilgiye ihtiyaç duyulmuş, dolayısıyla meselenin çözüme kavuşması için ilahî beyan şart olmuştur ya da toplumsal bir mesele krize dönüşerek meselenin halli ilahî iradenin devreye girmesini gerektirmiştir. Hz. Aişe'ye iftara atıldığında onu temize çıkaran ayetler ilkinin en tipik örneğini oluşturur. Başka şekilde iftiradan kesin olarak berî olması imkânsızdır. İftiraya konu olan hadise sadece iki kişinin bilgisi dâhilinde gerçekleşmiştir. Müşrik ve münafıkların ilahî beyan olmadan bu çirkin ithamdan vazgeçmelerini sağlayacak ne sosyal bir çözüm ne de mantıklı bir açıklama mümkün değildir. Diğer kısma örnek teşkil eden birçok misal Kur'an'da mevcuttur. Müslümanların kendi aralarında veya ötekiyle ilişkilerinde ortaya çıkmış bazı hadiseler vahyin nüzulüne sebep olmuş ve ayetlerin inmesiyle toplumsal bir kriz çözüme kavuşmuştur. Bu ikinci kısma konu olan hadiselerin bir bölümü ilk bakışta münferit bir olay gibi görünebilir. Bu durum sonraları vahyin nüzulüne sebep olan sorunun ortadan kalkmasıyla ayetin varlık zemininin kaybolması şeklinde algılanmasına sebep olmuştur. Dahası ayete sebep olan hadisenin son bulması veya durumun değişmesiyle beraber sonraki muhataplarda ciddi anlama problemine sebebiyet vermiştir.

Örneklere geçmeden önce Kur'an'ın konuyla alakalı genel tutumunu ifade etmemiz gerek. Kur'an gündemine aldığı konuları giriş, gelişme ve sonuç şeklinde tematik bir tarzda ele almaz. Zaten muhatapları nüzule sebep olan konunun bizzat içinde bulundukları, hatta olayın aktörü oldukları için meseleyi en kritik yerinden ele alarak konuya dair hükümleri serdeder. Kur'an'ın muhtevasına dair bu genel durum tefsir için munzabıt kaidelerin ve herkesi bağlayan bir usul sisteminin kurulmasını da zorlaştırmıştır. Asırlar boyunca ne mutabık kalınan bir tefsir kaidesi ne de müsellem bir tefsir usulünün oluşturulamamasının temel sebebi budur. Çünkü bir olgu onu çevreleyen zaman ve mekân unsurundan bağımsız anlaşılamaz. Ayetlerin inişine sebep olan hadiselerin bütün yönleriyle keşfedilmesi imkânsıza yakın derece zordur. Zaten birbirlerinden farklı, hatta zaman zaman birbirlerini nakzeden sebebi nüzul rivayetleri bunun en önemli delilidir. Bu meseleyi anlayabilmemiz için Kur'an'ın ilk muhataplar nezdindeki konumunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Birincisi, ilk muhataplar için Kur'an kaide ve kurallar koyarak bütün yönleriyle hayatı çepeçevre kuşatan yazılı bir metin değildi. Her durumda nasıl davranmamız gerektiğini önceden bütün ayrıntısıyla ortaya koyan, yapılacak her işi planlayan, her hareketi önceden net bir şekilde kurallarla belirleyen normatif bir bütünlük yoktu. Genel gidişat Hz. Peygamberin rehberliğinde devam ediyordu. Akan ve sürekli yeni durum ve şartlar ortaya çıkaran hayata, nebevî rehberlik anlık müdahalelerle yön veriyordu. Fakat yukarda da belirttiğimiz gibi gaybi bilgiye ya da toplumsal krize dönüşmüş hadiselerde Hz. Peygamberin söz ve davranışlarının yeterli olmaması durumunda ilahi irade devreye giriyordu.

Kur'an'ın ilk muhataplarıyla ilişkisi öğretimden ziyade eğitim ilişkisiydi. Malum, eğitim tematik bir tarzda bilgi aktarımıyla gerçekleşen bir olgu değildir. Eğitim bir süreci gerektirir. Bir insanı eğitmek belli bir zaman içerisinde gerçekleşebilir ancak. Bir şeyler okuması ve öğrenmesi eğitimin sadece bir parçasını oluşturur. Bir çocuğun eğitimini düşünün; çocuğa gün boyu nerede nasıl davranacağını net kurallarla öğretemezsiniz. Bir kere çocuğun gün içinde ne yaşayacağını, nelerle karşılaşacağını kestirmeniz imkânsızdır. Ona ahlâka ve âdâb-ı muâşerete dair genel prensipleri öğretirsiniz. Buna karşın hangi durumda hangi kaidenin nasıl tatbik edileceğini ancak kendisinin de aktörü olduğu bir olayın içinde belletmeniz mümkündür. Ayrıca bir çocuğun eğitim süresinin 8-10 yıl sürdüğünü düşünürsek, aynı hadise karşısında 7 yaşında takınması gereken tavır ve davranışı 15 yaşında tekrar etmesi düşünülemez. Ayrıca zamanın ve şartların değişmesi eğitime yön verdiği gibi çocuğun gelişimi de eğitimin metot ve şeklini değiştirmeye zorlar.

Kur'an gündemine aldığı konuları giriş, gelişme ve sonuç şeklinde tematik bir tarzda ele almaz.

Kur'an'a dönecek olursak, Kur'an bir milleti eğitmek için peyderpey durum ve şartların ihtiyacına uygun biçimde nazil olmuş bir hitaptır. Şartlar değiştikçe Kur'an'ın dili, üslubu ve çözüm şekli değişmiştir. Bunun envaiçeşit örneği mevcuttur. Bir kere durum ve şartların değişimi akan hayatın istikametine bağlıdır. Hayatın istikametini ise çoğu zaman bir kişinin, hatta bir gurubun iradesi belirlemez. Toplumsal temayüller, kitlesel yönelişler gibi büyük ölçekteki değişikliklerde insan iradesini aşan etkenler mevcuttur. Mesela bir doğa hadisesi kitlesel yönelişe sebebiyet verir ki hiçbir güç bunun önüne geçemez. Kıtlık ve savaş gibi sosyal bir felaket büyük toplumsal dönüşümleri tetikler ki buna hiçbir yazılı ya da sözlü etken tesir edemez. Bazı gelenek ve adetlerin zaman içinde kaybolması veya yeni yaşam pratiklerinin toplumda yer bulması çoğu zaman bu tarz hadiselerin etkisiyle gerçekleşmiştir. Bu durum mevsimlerin meydana gelişine benzer. Dini veya geleneksel hiçbir gelenek ya da adet, kış şartlarını göz ardı edecek bir toplumsal düzenleme vazedemez. Etse de tesiri olmaz, tesiri olsa da kalıcı olmaz.

Sonuç olarak, kışın çıplak dolaşmayı ne inançla ne de kültürel bir öğretiyle sağlamanız, hele hele bunu yaşam tarzına dönüştürmeniz imkânsızdır. Kur'an'ın ilk muhataplarının dünyasındaki yerine dönecek olursak, Kur'an ilk İslam toplumuna önden değil, arkadan rehberlik ediyordu. En temel prensibi olan tevhit ilkesi bile şartlar olgunlaştıktan sonra emredilmiştir. Putları yeren ve tevhidi emreden ayetler vahyin ilk nazil olmasından bir süre sonra indirilmiştir. Nasıl bir çocuğun bir gün içinde karşılaşacağı olayların tamamına ışık tutacak ahlâki öğretileri belletmeniz imkânsızsa, bir topluluğun nerede, nasıl davranacağına dair hükümler koymak da öyle imkânsızdır. Kaldı ki koyduğunuz hükümler o günkü şartlar için yerinde ve geçerli olsa da farklı bir zamanda veya başka bir toplumsal düzlemde aynıyla tatbik edilmeleri mümkün değildir.

Kur'an'daki bazı ayetlerin fazla yerel motif ve tarihsel imge barındırmasından hareketle Kur'an'ın tarihsel bir metin olduğu savına ulaşmak nasıl hatalı bir yorumsa, aynı şekilde bir ayet-i kerîmeden hareketle bütün zamanlara ve bütün toplumlara olduğu gibi tatbiki de aynı derecede hatalıdır. Vahyin nazil olduğu dönemde bile 23 yıllık süre içerisinde değişen şartlara paralel bir şekilde hükümler değişmiş, hatta bazı hükümlerin tamamen yürürlükten kaldırıldığı olmuştur. Hz. Peygamberin bulunmadığı seriyye ve seferlerde sahabenin aldığı bazı kararların ve uyguladıkları kimi hükümlerin daha sonraları Hz. Peygamber tarafından onaylanmadığı vakidir. Bunlardan bir kısmında daha önce gerçekleşmiş bir hadise üzerine nazil olmuş bir ayetten hareketle böyle bir sonuca varmış olduklarını, fakat buna rağmen mukayese ettikleri hadiseyle başlarına gelen olayın birçok yönden farklılık arz ettiğini ve söz konusu ayetin ikinci durum için geçerli olamayacağını bizzat Hz. Peygamber'in ifadesiyle anlıyoruz. Yazı serisi boyunca bunun örneklerini gördük ve göreceğiz. Burada Hz. Peygamberin şu sözünü hatırlamak yeterli olacaktır: "Dikkat edin, bana Kitap (Kur'an) ve onunla birlikte bir benzeri verildi."

Aynı dönemde, hatta aynı toplumsal şartlar altında bir olay üzerine nazil olmuş bir ayetin başka bir yere taşınması yanlış sonuçlar doğurabiliyorsa, zamanın ve şartların değişmesiyle nasıl bir sonuç çıkacağı, üzerine düşünülmesi gereken bir husustur. Bütün bunlar elbette Kur'an'ın aktüel değerini yok edeceği şeklinde bir sonuca götürmemeli bizi. Söylemek istediğimiz şey, Kur'an'ın, dolayısıyla ilahî iradenin otoritesini gelir geçer her mevzuda kullanarak çeşitli yorum ve yaklaşımları heretize etmenin en başta Kur'an'ı yanlış yere koymak gibi telafisi imkânsız bir yanlışa götürme tehlikesidir. Başta söylediğimiz şeye dönecek olursak, Kur'an'a konu olmuş bir hadise ilk bakışta münferit bir olay görünümü arz etse de Kur'an'ın ilk muhatabı olan toplum nezdindeki yerini doğru tayin ettiğimizde bunun yadırganmayacak bir durum olduğunu anlarız. Eğer bir mesele Kur'an'a girmişse ortada toplumsal bir sorun var demektir. Bunun istisnası olabilecek birkaç örneğin ise sonraları hadisenin sıcaklığının kaybolmasından kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür. Bu örneklerin birçoğunda söz konusu ayetlerin indiği dönemin şartlarına vakıf olan sahabenin tefsirleriyle ayetin anlamının açığa kavuştuğunu görürüz.

Gelecek sayı ayetlerden örneklerle devam edelim.