Küçük adam, edebiyata derinlik kattı

Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk: Küçük adam bulunduğu toplum kesimi itibariyle doğal olarak toplumcu gerçekçiliğin öznesi konumunda zaten.
Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk: Küçük adam bulunduğu toplum kesimi itibariyle doğal olarak toplumcu gerçekçiliğin öznesi konumunda zaten.

Sürecin başında görmezden gelinen, ihmal edilen bir kesimin edebiyat sahnesinde yerini alması, gerek konu gerek bakış açısı gerekse yazar ve eser sayısı bakımından bir zenginlik ve çeşitlilik ortaya çıkardı. Bu durum aynı zamanda toplumun bütün kesimlerinin edebiyata taşınması, edebiyatın da topluma ulaşması yönünden de bir kazanıma işaret ediyor.

Cins'in "küçük adam" konulu 2020 Eylül dosyası bağlamında Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk'la "küçük adam"ın tarihini konuştuk. Küçük adamın hangi siyasal, ekonomik ve sosyal şartlarda edebi eserlerde yer almaya başladığını, bunun ideolojik bir arka plana sahip olup olmadığını Cins'e anlatan Çoruk; Türk edebiyatında "küçük adam"ı anlatan pek çok yazar olduğunu ve küçük adamın varlığıyla edebiyatımızı derinleştiren bir özne hâline geldiğinin altını çizdi.

"Küçük adam" kimdir? Neden küçük adamdır, sosyal şartları mıdır onu böyle tanımlamamızı sağlayan, yoksa ilgi ve uğraşları mı?

Daha doğru söyleyişle "küçük insan", yaygın kullanımıyla "küçük adam" karakteri, modern edebiyatla birlikte öne çıkan, bir o kadar da tartışmalı karakterlerden birisidir.

Günümüz edebiyatında özne kahraman "küçük adam"dır desek abartmış olmayız. Yazarlar ve okuyucular dün olduğu gibi bugün de edebi eserlerde, özellikle kısa hikâyelerde sıradan insanın özne olarak yer almasını benimsemiş görünüyorlar.

Edebi eserlerde karşımıza çıkan, sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi sosyal şartlar ve statü üzerinden tanımlanan, sıradan, çoğunlukla vasıfsız, günlük maişetinin derdinde olan, hayatla boğuşan, dünyayı değiştirme gibi büyük ülküleri olmayan, küçük mutluluklarla yetinen, edilgen, başkaları tarafından yönetilen vs. kahramanlar için kullanılan bu adlandırma ister istemez tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Kimler tartışıyor bunu daha çok, yazarlar mı?

Aslında yaygınlık kazanmış, kabul görmüş "küçük adam" tabirine okuyucuların da karşı çıkması söz konusu. Yıllar önce bu tarzda yazılmış bir hikâyeyi sınıfta tartışırken bir öğrencinin gösterdiği tepkiyi hatırlıyorum. Hikâyeyi tahlil ederken yukarıdaki niteliklerin bir kısmına sahip kahramanın tipik bir "küçük adam" olduğunu söylemiştim. Fakir bir kahraman zengin bir kızı seviyor, kızın da kendisine ilgi duyduğunu düşünüyor. Hâlbuki öyle bir şey yok. İlerleyen kısımlarda gerçekle yüz yüze geldiğinde ise yaşadığı hayal kırıklığının neticesinde intihar ediyor. Bu noktada amfide bulunan bir öğrenci ayağa kalkarak "Hocam, aşkı uğruna ölümü göze alıp intihar eden birisine ‘küçük adam' demek ne kadar doğru?" dedi. Ben de "Haklısın" karşılığını verdim.

Haklı bir itirazmış gerçekten.

Muhakkak o öğrenci düşüncesinde yalnız değildi. Amfide ve dışarda pek çok kişi hikâye kahramanının davranışı karşısında benzer düşüncelere sahipti. Yaşadığım bu tecrübe de gösteriyor ki insan etrafında küçük olmanın niteliklerini doğruluğu şüpheli ölçüler ışığında düşünmek, bu noktada indirgemeye gitmek yanıltıcı olabiliyor. İnsan için büyüklük ve küçüklük ölçüsü kültüre, inançlara, hukuk sistemine, vatandaşlık tanımına, insanlık anlayışına, iktisat düşüncesine, etik ve ahlâkî kurallara vs. göre değişiklik gösterebilir.

Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse...

Mesela bir edebî metinde hâli vakti yerinde, toplumsal seviyesi yüksek ancak her türlü kötülüğü haiz kahraman mı küçüktür, yoksa aynı metinde yer alıp da her yaptığı işte başkalarını düşünen, iyilik peşinde koşan, ekmeğini taştan çıkaran kahraman mı?

Evet, verdiğiniz bu örnek üzerinden "küçük adam/insan"a dair tüm tanımlar allak bullak oluyor gerçekten.

Sakarlığı yüzünden devamlı surette annesinden azar işiten, kuru ekmeği ve tarhana çorbasını en önemli yemek olarak gören, kanaatkâr, her söylenene inanan, saflığı ve samimiliği yüzünden başı dertten kurtulmayan, bununla beraber aklıyla, ferasetiyle ve irfanıyla bütün zorlukların üstesinden gelen ve padişahın kızına kavuşan Keloğlan'a küçük adam diyebilir miyiz?

Elbette diyemeyiz.

Sinemada Şarlo tiplemesi mesela. Sürecin en önemli devresinde modern hayatın acımasız taraflarını daha iyi görmemizi sağlayan iyi niyetli kahraman Şarlo'ya küçük adam demek ne kadar doğru? Konuyu açarsak aynı durum, tarihî başarıları bilinçli bir şekilde rütbesiz "meçhul asker" imgesi etrafında düşünen milliyetçilik, devrime giden yolda çalışanları, işçi sınıfını önemseyen sol düşünce için de geçerlidir. Mehmet Âkif'in, Yahya Kemal'in, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun ve Ömer Seyfettin'in eserlerinde de sosyal statüsü düşük kahramanlar vardır. Fakat bu kahramanların yaptıkları iş o kadar büyüktür ki adı geçen edipler başta olmak üzere herkesi hayrete düşürür.

  • Dolayısıyla mesafeli durduğum, kavramsal açıdan oldukça sorunlu, dar bir çerçeveye sıkıştırılmış, bu yüzden tırnak içinde kullanacağım "küçük adam" tabiri üzerinde geniş bir şekilde düşünmenin gerektiği açıktır.

Küçük adamın tanımından, biraz da edebi sahada ortaya çıkış sürecine geçmek istiyorum. Küçük adamın dünya edebiyatında yer almaya başlaması, şiirin ve kurgunun bir unsuru hâline gelmesi nasıl vuku bulmuştu? Hangi yazarlar ve metinler akla geliyor bu süreçle ilgili?

Bilindiği üzere kent merkezli modernlik süreci toplumda yeni sınıfların, kesimlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu sürecin doğal sonucu olarak modern edebiyatta toplumun alt kesimlerinin, yani halkın çeşitli sebeplerle ön plana çıkması, görünür olması söz konusudur. Bu kesimlerin çeşitli sebeplerle edebiyatta aktif olarak temsil edilmesi 19. yüzyılda başlayıp 20. yüzyılda yaygınlık kazanacaktır. Burjuvanın ve hâkim kesimin karşısında konumlanan, hukuken özgür olmakla birlikte modernitenin sonuçları karşısında maddi ve manevi olarak bocalayan sıradan halkın, düşük düzeydeki memurların hayatı realizmin de tesiriyle edebiyatın ilgi alanı içine girecektir. Edebiyatta ve sanatta eskisinden farklı bir biçimde boy gösteren bu özneye, kahramana, sonrasında sosyal statüsünden hareketle "küçük adam" denmiş. Gogol'un Palto'su, Baudelaire'in Paris Kasveti, Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı, Çehov'un hikâyeleri, kendisine "küçük adam" denilen karakterin 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyıl başındaki görünümlerini bize veren ve aklıma ilk gelen metinlerden bazılarıdır. "Küçük adam"ın edebiyatta temsili, sanat düşüncesinde meydana gelen değişimlere paralel olarak özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında hız kazanacaktır. Dünyada yaşanan ve herkesin hayatını tehdit eden sorunların suçlusu olarak burjuva değerlerini, yönetici elitleri gören aydınlar, insanlığı temsil etme hakkının seçkinlere değil toplumun alt kesimlerine ait olduğunu düşünerek eserlerinde "küçük adam"a odaklandılar. Bu odaklanmanın tek bir bakış etrafında değil, başta insanî, hümanist ve ideolojik olarak çeşitlilik arz ettiğini de belirtelim.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatının ikinci döneminden itibaren modern manada "küçük adam, insan" karakterinin izlerini görmek mümkündür.
Tanzimat sonrası Türk edebiyatının ikinci döneminden itibaren modern manada "küçük adam, insan" karakterinin izlerini görmek mümkündür.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatında "küçük adam"ın izlerini görüyoruz

Peki, küçük adam Türk edebiyatında eserlerin ne zaman, neden ve nasıl öznesi olmaya başlamıştı?

Tanzimat sonrası Türk edebiyatının ikinci döneminden itibaren modern manada "küçük adam, insan" karakterinin izlerini görmek mümkündür. Samipaşazade Sezai'nin 1888 tarihli Sergüzeşt romanındaki esir kahraman Dilber, bu anlamda önemli. Arkasından ilginçtir salon edebiyatı ortaya koymakla suçlanan Servet-i Fünûn mensuplarının realizm kaygısından hareketle özellikle hikâyelerinde "hayat-ı hakikiyye"yi yansıtmak adına bu tarzda kahramanlara sıklıkla yer verdiğini görüyoruz. Yazarlar bu dönemde "küçük adam"a, yaşadıkları zor şartlardan dolayı acıma ve merhamet penceresinden bakmışlardır.

Bu bahsettiğiniz dönemin eserlerinde yer alan "küçük adam/insan" temsillerinin o dönemlerde henüz ideolojik bir arka planı yok benim anladığım.

Evet, ideolojik bir anlam aralığından "küçük adam"ı ele almak için henüz erkendir. Fakir gencin zengin kızına duyduğu karşılıksız yahut platonik aşklar, yoksulların hayata tutunma çabaları, verem başta olmak üzere kahramanların uğraşmakta olduğu sonu ölümle biten hastalıklar, modern hayatın gözlerinin önünde cereyan eden şaşaalı yönlerini uzaktan seyretmek durumunda kalan düşük gelirli insanların yaşadığı sıkıntılar, hayal kırıklıkları Servet- i Fünûn döneminde sıklıkla işlenen konulardır. Bu arada "küçük adam"ın hayatından manzaralar sunan Baudelaire'in Paris Kasveti'nden bazı parçaların 1899'dan itibaren Türkçeye çevrildiğini de ekleyelim. Sonrasında özellikle toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip olan şairler ve yazarlar elbette Rusya'da yaşanan Ekim Devrimi'nin de tesiriyle "küçük adam"ı eserlerinin merkezine yerleştireceklerdir.

Peki Hocam, "küçük adam/ insan"ın edebi eserlerde başat rol almaya başlamasıyla şiir, öykü ve romanda nasıl bir değişim yaşandı?

Bir defa modern edebiyata ciddi manada katkı yaptığı, genişlik ve derinlik kazandırdığı kesin. Sürecin başında görmezden gelinen, ihmal edilen bir kesimin edebiyat sahnesinde yerini alması, gerek konu gerek bakış açısı gerekse yazar ve eser sayısı bakımından bir zenginlik ve çeşitlilik ortaya çıkardı. Bu durum aynı zamanda toplumun bütün kesimlerinin edebiyata taşınması, edebiyatın da topluma ulaşması yönünden de bir kazanıma işaret ediyor. Yazarların sıradan insan üzerinden insanı anlama ve anlatma çabasının, okuyucuların kendilerini dahi iyi tanımalarını ve değerli hissetmelerini sağladığını, edebiyatseverleri yazmaya teşvik ettiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Sait Faik, Sabahattin Ali ve son dönemlerde Mustafa Kutlu'nun bu kadar sevilmesi ve genç yazarlar tarafından kendi dünyalarına ve bakış açılarına yakınlıkları nispetinde örnek alınmaları bunu gösteriyor zaten.

Burjuvanın ve hâkim kesimin karşısında konumlanan, hukuken özgür olmakla birlikte modernitenin sonuçları karşısında maddi ve manevi olarak bocalayan sıradan halkın, düşük düzeydeki memurların hayatı realizmin de tesiriyle edebiyatın ilgi alanı içine girmiştir.

Türk edebiyatı "küçük adam"ı gerçekten çok sevdi

Küçük adamın Türk şiir, öykü ve romanındaki en belirgin temsilleri desek hangi metinler gelir akla? Bu metinler küçük adamı hangi açılardan ve nasıl ele almışlardı?

Aslında eserlerden ziyade metinlerinde bir şekilde "küçük adam"ı özne pozisyonuyla ele alan yazarlar ve şairler üzerinde durmak daha doğru olur diye düşünüyorum. Türk edebiyatı, gerek eser gerekse yazar bakımından bu konuda hayli zengindir. Başka bir deyişle edebiyatçılarımız "küçük adam"ı sevmişlerdir. Bunda bazı edebiyatçıların sosyolojik olarak "küçük adam"ın yaşadığı çevreden gelmelerinin, bir kısmının bu çevreden hiç ayrılmamalarının, insan gerçekliğine "küçük adam" üzerinden ulaşmaya çalışmalarının etkisi büyüktür. Ayrıca eserlerin verildiği dönemi de dikkate alarak her edebiyatçının "küçük adam"a aynı şekilde yaklaşmadığını, bu konuda benzerlikler ve çakışmalar görülmekle birlikte bakış açısı ve sanat anlayışına bağlı olarak farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz. Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif, Peyami Safa, Nâzım Hikmet, Osman Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali, Garip kuşağı şairleri, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal, Orhan Kemal, Oktay Akbal, Attilâ İlhan, 50 kuşağı öykücüleri, Turgut Uyar, Behçet Necatigil, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Mustafa Kutlu aklıma ilk gelen ve bu konuda bir kısmı tartışma yaratacağına inandığım isimlerdir. "Küçük adam"ın eserlerde ne şekilde temsil edildiğine gelince: Halk arasından seçilen, çoğu düşük düzeyde memur, işçi, işsiz pozisyonunda olan bu kahramanlar, içinde bulundukları maddî ve manevî sıkıntılar, kendisiyle ve çevresiyle yaşadığı çatışmalar, sorgulamalar, takıntılar, hayal kırıklıkları ve bütün bunların iç dünyalarında oluşturduğu gerilimler ışığında okuyucuya sunulur.

Küçük adamın edebiyatta özne olarak yer almaya başlamasında Marksizm'in ya da diğer siyasi ideolojilerin etkisi var mıydı? Örneğin "Kitabe-i Seng-i Mezar" şiiri siyasal bir söylemin izlerini taşıyor olabilir mi?

"Küçük adam" bulunduğu toplum kesimi itibariyle doğal olarak toplumcu gerçekçiliğin öznesi konumunda zaten. Ancak "küçük adam"ı sadece Marksizm kaynaklı ideolojiler etrafında düşünmek diğer yaklaşımlara, eğilimlere ve bakış açılarına haksızlık olur. Sorunuzda geçen Orhan Veli'nin siyasal bir söylem içermeyen "Kitabe- i Seng-i Mezar" şiirinde Süleyman Efendi'nin hayattaki tek sıkıntısı ayağındaki nasırdır ve bu saygı gösterilmesi gereken, herkesin başına gelebilecek insani bir durumdur. Süleyman Efendi'nin ayağındaki nasırın sebebini kapitalist sistemin ağır çalışma şartlarıyla ilişkilendirmek, Orhan Veli'nin böyle bir mesaj verdiğini düşünmek Leyla ile Mecnun mesnevisini ezen-ezilen çatışmasıyla açıklamak gibi zorlama bir durum ortaya çıkarır. Edebi metinleri bir teori etrafında yorumlarken pek çok şeye dikkat etmeli ve her şeyden önce bu yorumun ikna derecesi düşünülmeli.

"küçük adam"ı Nazım Hikmet ve Sol temsil etmez

Siyasal söylem demişken şunu da sormak istiyorum: Nâzım Hikmet şiirinde halkın yani küçük adamın ihtiyaçlarını müdafaa ederken, Orhan Veli ise şiir dilini halkın yani küçük adamın dil seviyesine indirmişti. Bu durumda Orhan Veli mi yoksa Nazım Hikmet mi daha halkçı bir şair oluyor? Bu konuda ne dersiniz?

Aslında her ikisi de sizin tabirinizle kendi açılarından halkçı şairler. Nâzım Hikmet toplumcu gerçekçilik doğrultusunda halkı, "küçük adam"ı eserlerinin merkezine koyuyor ve okuyucuda kendi ideolojisi etrafında bir bilinç oluşturmak istiyor. Hatta dostlukları döneminde Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nun yayımlanması üzerine yazdığı bir yazıda halkın sorunlarına eğildiği için Peyami Safa'yı alkışlıyor. Orhan Veli ve Garip kuşağı gerek şekil gerekse konu olarak "yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda bul[an]" sıradan insanlar için şiir yazmakla beraber Nâzım Hikmet'in yolunda gitmemişler yahut gidememişlerdir. Hatta Garipçiler kendi dönemlerinde toplumcu gerçekçiler tarafından "küçük burjuva bohemi" peşinde koşmakla suçlanıyorlar. Garip kuşağının sahneye çıktığı Tek Parti döneminde yönetimin sakıncalı bulduğu diğer ideolojiler gibi sol düşünce de yasaklıdır, Nâzım Hikmet hapistedir. Orhan Veli ömrünün son yıllarında "sol" ve "solculuk" kelimelerini yazılarında kullanmaya başlıyor, bir müddet sonra da vefat ediyor. Elbette burada sıradan insanın, "küçük adam"ın edebiyatta ne şekilde temsil edileceği noktasında ölçü Nâzım Hikmet ve sol ideoloji değildir. Yukarıda isimlerini saydığım farklı görüşteki edebiyatçıları da düşündüğümüzde Nâzım Hikmet ve ideolojisi bu konuda başarılı temsil biçimlerinden birisidir sadece. Orhan Veli şiiri bugün hâlâ geniş çevreler tarafından okunuyorsa aynı başarıyı onun da gösterdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

"Küçük adam" tabiri üzerinde geniş bir şekilde düşünmenin gerektiği açıktır.
"Küçük adam" tabiri üzerinde geniş bir şekilde düşünmenin gerektiği açıktır.

Flanör yazarlar "küçük adam"ın tanınmasında pay sahibi

Modernizmin günümüz insanına yüklediği ödevleri tercihen ya da mecburen yerine getir(e)meyen iki insan olarak "küçük adam" ve "flanör" benzer özelliklere sahiptir diyebilir miyiz? Flanör ile küçük adamın ne tür bir ilişkisi var, bu konuda ne söylersiniz?

Flanör, Baudelaire ve Sait Faik örneklerinde olduğu gibi caddelerde, sokaklarda ve kalabalık mekânlarda dolaşarak "küçük adamı" keşfeden, gözlemleyen ve topladığı malzemeyi izlenimleri ışığında edebi eserlerinde kullanan yazar tipidir. Bazen bu eylem Mai ve Siyah'taki Ahmet Cemil ve Aylak Adam'daki Bay C. örneklerinde olduğu gibi flanör bir kahraman tarafından gerçekleştirilir. Flanörü maddî olarak düşündüğümüzde sıradan insanın, "küçük adam"ın aksine para sıkıntısı çekmeyen, çalışmayan ve hazır yiyen yazardır. Dolayısıyla "küçük adam"ın tam karşıtıdır. Ayrıca flanörün moderniteyi eleştiren bir modern olduğunu da unutmamak lazım. Bununla birlikte flanör yazarlar "küçük adam"ın edebiyata taşınmasında önemli pay sahibidirler.

  • Hatta Sait Faik "Dülger Balığının Ölümü" hikâyesinde olduğu gibi sadece sıradan insanların, "küçük adam"- ların değil balıklar âleminde dikkate alınmayan Dülger Balığı'nın da sesi olmuştur. Çalışmama yönü eleştirilmekle birlikte tek mesleği yazmak olan ve etkisi günümüzde de devam eden Sait Faik hazır para yemenin karşılığını ortaya güzel eserler koyarak vermiş bir yazardır.

Günümüz edebiyatında özne "küçük adam"dır

Bugüne gelecek olursak, küçük adam edebiyatımızdaki varlığını bugün sizce ne şekilde sürdürüyor?

Günümüz edebiyatında özne kahraman "küçük adam"dır desek abartmış olmayız. Yazarlar ve okuyucular dün olduğu gibi bugün de edebi eserlerde, özellikle kısa hikâyelerde sıradan insanın özne olarak yer almasını benimsemiş görünüyorlar. Elbette yukarıda da söylediğim gibi "küçük adam"ın temsil biçiminin yazardan yazara farklı olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Bu biraz da yazarın yazmak için aradığı malzemeyi küçük adamın hayatında daha fazla bulabilmesiyle ilgili sanırım.

Evet. Hikâye ve roman insanı anlatma sanatıdır. İnsan ise iç dünyasıyla vardır. İnsanı tanıma ve anlama noktasında "küçük adam"ın diğer toplum kesimlerine göre daha elverişli olduğu kesindir.

Bir kere toplumun büyük çoğunluğu olarak devamlı mücadele ediyor, hayatta kalmaya çalışıyor ve acı çekiyor. Gerisi bu insana nüfuz edecek, duygularına, iç dünyasına tercüman olacak yaratıcı yazarlara kalıyor. Okuyucu kendisinden bir şey bulduğu, kendisinin anlatıldığı metinlere, insanın derinliklerine inmeyi başaran ve bunu estetize eden yazarlara daha çok ilgi gösteriyor.

Bu ilgide, yazarın küçük adamı ne kadar iyi tanıyıp tanımadığının, bunu anlatım diline ne şekilde yansıttığının da etkisi var galiba. Küçük adamı tanıyan, o çevrenin içinden gelen yazarın dilinden, anlatış tarzından daha iyi seziliyor o sahicilik sanırım.

Evet, örneğin pek çok açıdan başarılı bir yazar olmasına rağmen Orhan Pamuk'un "küçük adam"ı anlatmada yetersiz kaldığını görüyoruz. Günümüzde devamlı surette insanların içinde yer alan, bunu hayat tarzı hâline getiren Mustafa Kutlu ise yerelden evrensele uzanan çizgide, hikâyelerinde sıradan insanı başarılı bir şekilde anlatan yazarlar arasındadır.