Lik lik lik

Evet kızım, dedim haklısın; onu bu hâliyle sevmeyi belleyeceğim…
Evet kızım, dedim haklısın; onu bu hâliyle sevmeyi belleyeceğim…

Kızım Boncut’u satma fikrimi duymuş yanıma geldi Gözlerini kocaman kocaman ederek konuştu. “Ama baba sen demiştin ki benim bebeğimin kolu kırıldığında yenisini alalım deyince, onu bu hâliyle sevmeyi belle kızım. Sen de Boncut’u bu hâliyle sevmeyi bellesene.” Şu el kadar sıpadan gelen cümlelere bak. Mersedes kızımı feylesof yapmıştı resmen.

Bendeki mersedes hevesi Özal’dan kalmadır. Yaşı yetenler hatırlar, Özal köprüden geçerken bir İbo kaseti atıyor ve mersedesle yol alıyordu. Ben de o zamanlar cücüklük devrimdeyim. Çocukluktan ilk gençliğe geçiyorum. Ve kafama yazıyorum; mersedes iyi arabadır. Zaman hiç durmaz akar. Benim zamanım da aktı gitti. Mühendislik okudum ben. Fakülte zamanlarımda bir efsaneydi Alman mühendisliği. Hocalarımız bile Almanların mühendislikte aldığı yolu anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyorlardı.

Bendeki mersedes hevesi Özal’dan kalmadır. Yaşı yetenler hatırlar, Özal köprüden geçerken bir İbo kaseti atıyor ve mersedesle yol alıyordu. Ben de o zamanlar cücüklük devrimdeyim.


O mühendisliğin sembolü ise üç köşeli yıldızıyla mersedes idi. Bir de ben gel git akıllı olduğumdan sevdalandım. Kızın fakültesi bize bitişik binada Edebiyat Fakültesiydi. Ben istihbarat yapıp kızın her şeyini bildim, belledim. Sonra madem seviyorum gidip konuşayım diyerek yola düştüm. Ders çıkışı kızı bekledim. Kızla ilgili her ayrıntıyı çözdüm diyordum ama kocaman bir ayrıntıyı atlamışım. Kız mersedese biniyordu. Bal rengi “D” serisi bir ateş parçası. Kızı bırakıp mersedese baktım bir zaman. Sonra gittim konuştum. Kız, “hık mık” dedi. Heyecanlandı ama sonunda “eh bari” dedi. Ben o zaman “ eh bari” derken ne kastettiğini çözemedim ama aklım mersedesteydi ne yalan söyleyeyim...

Kız hem güzel, hem akıllı, hem zengin idi. Yani tam düğün paketiydi. Ama ben kıza bir türlü aynı frekansta yayın yapamadım. Konuştuk, bolca yürüyüş yaptık ve tabii mersedese bindik. Sonunda ayrıldık. O günlerde “bir gün elbet ben de o koltuğa oturacağım ve mersedesin aynasından bakacağım yollara” dedim. Sonunda fakülte bitti. Ben mersedesi olan kızla değil bir başka sultan ile evlendim. Maaş ile araba almak bir hayalmiş kısa zamanda anladım. Yoldan geçen mersedeslere tav oldum epeyce bir zaman. Sonra borç harç bir araba aldım. Ama bu araba her arıza çıkardığında benim mersedes sevdam, hasretim koyulaştı. Yıllar böyle akıp giderken hanımın dedesi vefat etti. Bize kala kala yarım daire parası kaldı. Hanıma dedim ki ben bu arabanın delisiyim biliyorsun. Gel etme bu parayı daire alarak hiç etmeyelim. Daire ne zaman olsa olur. Bu paramız ile mersedes koltuğuna kurulalım ondan sonrasını yak gitsin. Hanım kısmı seninle aynı sevdaya türkü yakıyorsa tadından yenmez olur o hayat. Hanımım gözünü kırpmadan parayı mersedese yatırdı. Aldık getirdik evin önüne cins atları bağlar gibi park ettik. Gece kalkıp bakıyorum. İnanamıyorum…

O mühendisliğin sembolü ise üç köşeli yıldızıyla mersedes idi.
O mühendisliğin sembolü ise üç köşeli yıldızıyla mersedes idi.

Hanımın dedesine çok Fatiha okudum o dönem. İşten eve dönerken yolu uzatıyorum. Hemen eve gelmek yok düzgün yolları arayıp merdesimi oralarda gezdiriyorum. Bir de ad koydum. Rengi uçuk bir mavi olduğundan kızım ona “Boncut” dedi. Yani “Boncuk” demek istedi ama dili dönmediğinden “Boncut” dedi. Ben de öyle seslendim “Boncut” diye sevdim mersedesimi. Sonra o ses gelmeye başladı.

  • Mersedesimle gezdiğim bir akşam “lik lik” diye bir ses geldi. Önce aldırış etmedim. Ama bu ses ne arsız Kızım Boncut’u satma fikrimi duymuş yanıma geldi Gözlerini kocaman kocaman ederek konuştu.

“Ama baba sen demiştin ki benim bebeğimin kolu kırıldığında yenisini alalım deyince, onu bu hâliyle sevmeyi belle kızım. Sen de Boncut’u bu hâliyle sevmeyi bellesene.” Şu el kadar sıpadan gelen cümlelere bak. Mersedes kızımı feylesof yapmıştı resmen. Evet kızım, dedim haklısın; onu bu hâliyle sevmeyi belleyeceğim… imiş. Hiç kesilmeden devam etti.

Hemen tanıdık bir ustaya gösterdim. Sağına soluna bir şeyler yaptı ses kesildi. Ama çok sürmedi tekrar aynı ses gelmeye başladı. Nice ustalara gösterdiysem de fayda yok ses kesilmedi. Artık rüyalarımda görüyordum. Evde, işte, her yerde kulağımda o ses ile dolaşıyordum. “lik lik lik lik” O günlerde ne edeceğimi şaşırmıştım.

Satayım Boncut’u dedim.” Epeyce kararsız kaldım. Belki mersedesi aşırı sevdiğim için imtihan oluyordum.
Satayım Boncut’u dedim.” Epeyce kararsız kaldım. Belki mersedesi aşırı sevdiğim için imtihan oluyordum.

“Satayım Boncut’u dedim.” Epeyce kararsız kaldım. Belki mersedesi aşırı sevdiğim için imtihan oluyordum. Ya sabır dedim. Ama satmak hep aklımdaydı. Kızım Boncut’u satma fikrimi duymuş yanıma geldi Gözlerini kocaman kocaman ederek konuştu. “Ama baba sen demiştin ki benim bebeğimin kolu kırıldığında yenisini alalım deyince onu bu hâliyle sevmeyi belle kızım.

Sen de Boncut’u bu hâliyle sevmeyi bellesene.” Şu el kadar sıpadan gelen cümlelere bak. Mersedes kızımı feylesof yapmıştı resmen. Evet kızım, dedim haklısın; onu bu hâliyle sevmeyi belleyeceğim… Artık mersedesin sesi, soluğu “lik lik” etmesi bana bülbül sesi kadar kıymetli gelmeye başladı. “lik lik lik...”