Mahallenin muhtarı Ceyhun

Tabii ki, birtakım sürtüşmeler çıkabilir, sonuçta insan kendi kendisiyle bile anlaşamıyor.
Tabii ki, birtakım sürtüşmeler çıkabilir, sonuçta insan kendi kendisiyle bile anlaşamıyor.

İnsan kendisiyle bile anlaşamıyor; yalın hâliyle, tek bir sıfat taşıdığı zamanlarda bile sürekli sorguluyor kendini. İnsanın taşıdığı sıfatların sayısı artarsa ne olacak peki?

Bir gün bir rüya gördüm. Yine böyle Öz Dildar Sitesi’ndeymişim ama Okyolu Mahallesi’nin etrafında böyle devasa duvarlar, duvarlardan sonra da su kanalları varmış. Surların üzerinde askerler ufuktan gelecek herhangi bir düşmana karşı gözcülük ediyorlarmış.

Hizmetin tadına bir kez varınca insan bırakamıyor, sonra seni hangi hizmete layık görürlerse içinden bir ses “Evet” diyor, “Daha fazla hizmet yapmalısın.”


Bir atlı yaklaşıyormuş kaleye, köprü indiriliyormuş, atlı içeri giriyormuş, atlı meğer ay parçası gibi bir prensesmiş, kuzeydeki bir krallıktan kaçmış, çünkü barbarlar işgal etmiş saraylarını. Rüyadaki ben; önce kaleye şaşırmış, sonra askerlere şaşırmış, sonra da karşısına çıkan bu ay parçası gibi kıza şaşırmış. Bu devirde medenîyi yenen barbarlar, güç ittifakı yapmak için evlenmek isteyen saray erkanları filan mı kalmış. Ter içinde uyandım. Rüyaları tabir etmeyi sevmem. Ama belki etsem, rüyanın benim için ne manaya geldiğini bilsem daha bile iyi. Çünkü belki de hiç de ilâhî bir tarafı olmayan rüyalar, şeytanların bana gördürdüğü rüyalar, sırf ben tabir etmediğim için kenara itilmiş gibi oluyorlar.

  • İşte gönlümde bir iktidar sevdası doğdu birden. Bu kadar zengin olup da siyasete ve siyasetçilere bu kadar uzak olmam bana bile ilginç görünüyordu. Nihayet para ile iktidarın birbirinden o kadar da ayrık durmaması gerektiğini düşündüm.


Ama kenara itilince bendeki etkileri azalmıyor, yine onların güdümünde kalıyorum, sadece amaçlarım ne zaman kendi kontrolümden çıktı da bu son derece rastgele imgelerin emrine girdi fark edemiyorum. Yine böyle oldu. Ay parçası kıza mı heveslendim, surların üzerindeki askerlere mi özendim? Askerlerin göğüslerinde devletimizin bayrağı vardı, bayrağımız meğerse bir kafatasıymış, ama özellikle belirli bir kafatası, benim kafatasım. Ama tabi resme bakan kim anlayabilir ki bunu? Lafı dağıtmayayım, işte gönlümde bir iktidar sevdası doğdu birden. Bu kadar zengin olup da siyasete ve siyasetçilere bu kadar uzak olmam bana bile ilginç görünüyordu. Nihayet para ile iktidarın birbirinden o kadar da ayrık durmaması gerektiğini düşündüm. Şimdiye kadar hiç cesaret edemiyordum, çünkü bir keresinde ilkokulda sınıf başkanlığına aday olup sıfır -evet sıfır- oy almıştım ve utancım hâlâ geçmedi.

Ama işte, önümde kazanabileceğim bir yerel seçim vardı, bütün mahalleyi satın almıştım ya, tek sakini olduğum bir mahalle vardı. Ve burası belediyenin düzenlemesinde hâlâ bir mahalle gözüküyordu. Aradığım fırsat buydu işte! Önce muhtar olacaktım, sonra bu işi öğrenecektim, nasıl yönetilir, muhakkak pek bir sıkıntı çıkmayacaktı, çünkü sonuçta kendi kendime şikâyetlerimi iletip kendi kendime çözecektim. Sonra belediye başkanı olacaktım, bu sefer başkaları nasıl olsa bana oy atar diye kendi arkadaşıma vermeyecektim oyumu, en az bir oyum olacaktı. Belki seçilirdim bile. Çözebildiğim sorunları çözüp, memnun edemediğim insanların evlerini barklarını satın alacaktım, başka belediyeye gidecekti onlar. Zamanla belli mi olur, belki yedi coğrafi bölgeden birine aday olurdum. Ege Bölgesi Belediye Başkanı olurdum, sonra bir basamak kalıyor, tabii eğer meselâ Libyalılar da benim yönetimimi talep etmezlerse.

Salı günü yaptırdığım bahçe çarşamba günü gözüme güzel gözükmeyebilir.
Salı günü yaptırdığım bahçe çarşamba günü gözüme güzel gözükmeyebilir.

Hizmetin tadına bir kez varınca insan bırakamıyor, sonra seni hangi hizmete layık görürlerse içinden bir ses “Evet” diyor, “Daha fazla hizmet yapmalısın.” Tabii ki, birtakım sürtüşmeler çıkabilir, sonuçta insan kendi kendisiyle bile anlaşamıyor, Salı günü yaptırdığım bahçe çarşamba günü gözüme güzel gözükmeyebilir.

Sonra bir ustayla anlaşırım, evimin önünden geçen yola çingene pembesi taşlar döşerler, ama altının kumunu iyi yapamadıklarından ilk yağmurda dalgalanır. Ben de mahallemizin bir sakini ve sorumluluk bilincinde bir vatandaş olarak bunu önce muhtara şikâyet ederim, tabii muhtar da tam anlamıyla benim gibi bir insan, onun da inişleri ve çıkışları var. Kim bilir vatandaş Ceyhun’la Muhtar Ceyhun arasında ne gibi sürtüşmeler çıkabilir. Arabulucu olmak için mahalleden birinden yardım istenir, hakemlik önemlidir, Peygamber sünnetidir.

Mahallemin başına geçmemle başlayıp, belki yeni bir hanedanın doğuşuyla bitecek hikâyemde acaba ne zorlukları, ne şiddette iç çatışmaları göze alacağım?


Aracı Ceyhun, yani ben, ikisinin sürtüşmesini bir karara bağlayıp içlerinden birimizi sorumlu tutar. O sorumlu da benim. Düşününce insan yoruluyor tabii, insan kendisiyle bile anlaşamıyor; yalın hâliyle, tek bir sıfat taşıdığı zamanlarda bile sürekli sorguluyor kendini. İnsanın taşıdığı sıfatların sayısı artarsa ne olacak peki? Makamlar ne olacak, rütbeler ne olacak, tutup da yanlışlıkla başka başka devletlere de lider olursam, bu liderlerden her birinde beni başka bir isimle çağıracak olurlarsa ne olacak? Mahallemin başına geçmemle başlayıp, belki yeni bir hanedanın doğuşuyla bitecek hikâyemde acaba ne zorlukları, ne şiddette iç çatışmaları göze alacağım? Şimdi nefesim tükendi, anlatacaklarımı nasıl düzene sokacağımı düşünmem gerekiyor, ama söz, bu serüvenimi size ilk fırsatta anlatacağım.