Mahir İz, klasik edebiyat ve Akif

Mahir İz’in yazarlık hayatı, öğretmenliği, ilmi çalışmaları, şiirleri ve zengin anılarıyla içli dışlıdır.
Mahir İz’in yazarlık hayatı, öğretmenliği, ilmi çalışmaları, şiirleri ve zengin anılarıyla içli dışlıdır.

Mehmet Akif, Mahir İz’in her zaman sözünü ettiği, hayatıyla ve eserleriyle öğrencilerine örnek gösterdiği kişilerin başında gelir. İstiklâl Marşı ve Safahat şairiyle Millî Mücadele esnasında, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde henüz çiçeği burnunda bir zabıt kâtibi mümeyyizi iken tanışmıştır.

Mahir İz, 1920’lerden 1960’ların sonuna kadar Millî Eğitim’in değişik kademelerinde ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocalık yapmış, geniş kültür sahibi müdekkik ve mütefekkir bir kişilik.

Mahir İz’in yazarlık hayatı, öğretmenliği, ilmi çalışmaları, şiirleri ve zengin anılarıyla içli dışlıdır. 1950’lerden itibaren yayın dünyasındaki hareketlilikle doğrudan ilişkili olan çeşitli dergilerde yazıları yayımlanır.

Muallimliği yahut onun da gönül koymayacağı bir kelimeyle söylersek öğretmenliği son derece kurumsal bir biçimde icra eden Mahir İz, Halıcıoğlu ve Kuleli Askeri Liselerinde, Paşakapı, Davutpaşa, Kadıköy, Edremit, Beykoz ve Nişantaşı Ortaokullarında, Haydarpaşa Lisesi ile Çamlıca Kız Lisesinde ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde görev yaptı.

Öyle ya da böyle yazı çalışmalarını mesleğinden hiçbir zaman ayırmayan Mahir İz, aslında bu bağlamda istisnai bir figür değildir. Fakat onun hüneri başkalarından oldukça farklı alanlara uzanır. Kimi zaman yazarlık çalışmalarını öğretmenliğinden ayırmak için müstear adlar kullansa da bu hiçbir zaman “Alain” takma adını icat eden Emile Chartier seviyesine ulaşmaz.

Dergiler ve dostluklar

Mahir İz’in yazarlık hayatı, öğretmenliği, ilmi çalışmaları, şiirleri ve zengin anılarıyla içli dışlıdır. 1950’lerden itibaren yayın dünyasındaki hareketlilikle doğrudan ilişkili olan çeşitli dergilerde yazıları yayımlanır. Düzenli köşe yazısı yahut tefrika niteliğinde yazıları yok denecek kadar azdır. Bazı dergi ve gazetelerin mutfağında bulundu, İslâmî İlimler Araştırmaları Vakfı’nı kurdu, İlim Yayma Cemiyeti içinde yer aldı. Sebilürreşad, Selâmet, İslâm, Hilâl, İslâm Düşüncesi, İslâm Medeniyeti, Sönmez gibi dergilerde çıkan aforizma tılsımlı olmaktan uzak yazıları uzun araştırmaların ve kadirşinas dostlukların neticesidir. Çünkü amel-i salih, tasavvuf, dil, tarih, din tedrisatı, dernekler, manevi kalkınma gibi alanlara temas ettiği kadar Cumhuriyet devrindeki “yeniden İslâmlaşma” sürecine katkı sunan Celalettin Ökten, Zekai Konrapa, İbnül Emin Mahmut Kemal, Seniyyüddin Başak gibi değerlerin hakkını teslim etmeye matuf şahitlik yazılarıydı. Umumi kültürden nasiplenerek yaptığı eleştiriler ise hayatı ve yayın dünyasını günü gününe takip eden “sıkı okur” olduğunu gösteriyor. Vefatından sonra Milli Gençlik, Tohum, Sebil gibi dergilerin yazılarını alıntılamaya devam etmesi, etkisinin kalıcılığından kaynaklanır. Mahir İz’in, “Entelektüel ile politikacı arasında geçişi sağlayan şey; modern insanın edebi mekânı, okuryazar zamanlarımızın tribünü” denilen gazeteyle ise sınırlı bir ilişkisi olmuştur. Yeni İstiklâl ve Diyanet bu çerçevede akla ilk gelen iki örnektir. Bunlarla beraber Reşat Ekrem Koçu’nun “Her babayiğidin yapacağı iş değildir” dediği Ahmet Cevdet Paşa’nın dev eseri Kısas-ı Enbiya’yı sadeleştirmiştir.

Mahir İz, makalelerini öğretmenlik retoriğiyle kaleme alırken klasik edebiyat birikimini yansıtır. Lise öğretmenliği kendini tatmin etmese de yetenekli gördüğü öğrencilerine eski harflerle okuyup yazmayı öğrettikten sonra, divanlar açtırıp bazı beyitler okutup izah etmesiyle, yaptığı işi daha da anlamlandırır, böylelikle tipik öğretmenliğin üstünde bir üniversite hocası misyonu yürüttüğü intibaını verir. Öğretmenliği sırasında mufassal hayat hikâyesi ve hatıralarında daha detaylı anlatacağı Ferit Kam, Babanzade Ahmed Naim, Hafız Yusuf Ararat gibi bazı öne çıkan isimler hakkında düşüncelerinden kesitler sunmayı ihmal etmez. Her öğrencisine sesinin yettiğince: “Bakın, ne olağanüstü insanlar yaşadı, yaşıyor yeryüzünde,” diye bağırmak isteğini uyandıran bir bakış vardır onda. Talebelerine Osmanlı döneminin edebiyatçı, düşünür ve yazarlarının bilhassa güzel, iyi taraflarını anlatarak hem tarihe merak salmalarını, onların geleneğe düşmanlık etmemelerini hem derinlikli bir ufuk çizmeyi hedefler.

  • Mehmet Akif,Mahir İz’in her zaman sözünü ettiği, hayatıyla ve eserleriyle öğrencilerine örnek gösterdiği kişilerin başında gelir. İstiklâl Marşı ve Safahat şairiyle Millî Mücadele esnasında Birinci Büyük Millet Meclisi’nde henüz çiçeği burnunda zabıt kâtibi mümeyyizi iken tanışmıştır.

Bu yüzden tarihin içyüzünü biliyordu, kahramanları, korkakları, doğru ve yanlışları ile yaşadığından her şeyin farkındaydı. Her ne kadar Akif’in şiirleri üzerine çalışmasını bitiremese de, Mahir İz, dergi yazıları, konferansları ve hatıraları sayesinde Akif adı anıldığında akla gelen ilk kişilerden biridir. Kendisi, çeşitli vesilelerle inançlarını ve seciyesini bıkmadan anlattığı Akif’i tavizsiz ve eksiksiz sever; talebeleri, Hocaları İz’e bakınca Kur’an şairini görür, anlarlar ki Mahir Hoca Akif’in en müstesna yadigârlarından biridir.

Muhammed Tayyip Okiç, vefatından sonra bir yazı kaleme aldığı Mahir İz’in, Türk, Arap ve Fars edebiyatına geniş vukufiyetinin onu dinleyenleri ve okuyanları hayran bıraktığını hatırlatır
Muhammed Tayyip Okiç, vefatından sonra bir yazı kaleme aldığı Mahir İz’in, Türk, Arap ve Fars edebiyatına geniş vukufiyetinin onu dinleyenleri ve okuyanları hayran bıraktığını hatırlatır

1936’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitiren Mahir İz, eski edebiyatın nazmı ve nesri konusunda, derin ve köklü bir birikime sahip olduğu hâlde Fuat Köprülü’nün diğer birçok kabiliyetli insana yaptığı muameleden kurtulamayıp üniversite dışında kalmıştır. Muhammed Tayyip Okiç, vefatından sonra bir yazı kaleme aldığı Mahir İz’in, Türk, Arap ve Fars edebiyatına geniş vukufiyetinin onu dinleyenleri ve okuyanları hayran bıraktığını hatırlatır; bunun temel karakteristiğini daha da belirgin kılmak için aziz bir hatıra olarak muhafaza ettiği mektuplarındaki beyitleri zikreder. 1950’lerde Haydarpaşa Lisesi’nde görev yapan Mahir İz’in dersleri seminer saatine denk gelmesine rağmen büyük rağbet görür. Gelgelelim onun edebiyatla ilgili vasfı Türkiye’nin kendine özgü şartlarından dolayı 1960’lardan sonra geri plana itilmiştir. Artık bu dönemde hep dini, tasavvufi ve toplumsal meseleler öne çıkmıştır. Kendisinin Haydarpaşa Lisesi’nden öğrencisi olanlar ondaki bu dönüşümü daha yakından müşahede etmişlerdir. Aslında bunun temel sebebi, Mahir İz’in İmam Hatip ve Yüksek İslâm Enstitüsü camiasına ayrı bir alaka göstermesindendir. Bu durumdan şikâyet eden öğrencilerine, genizden gelen candan gülüşüyle tenha vakitlerde gelmelerini kendisinin de edebiyat konuşmalarına hasret kaldığını söylemiştir. Ne ki o akıp giden zaman içinde sanat ve edebiyatın derinliklerine dalmak bir türlü nasip olmamıştır.

Mahir İz, yazı faaliyeti dışındaki heyecanlı konferanslarıyla büyük üne kavuşur. Toplantılarda, konferanslarda gür sesiyle dinleyicileri coşturur, çünkü konuşurken, şiir okurken içeriği yüzünde, sesinde, mimiklerinde gösterir, adeta söylediklerini yaşar! Edebiyat tarihimizin en ihtişamlı eserlerini “Her şeyin ilmi güzel cehlinden” düsturuyla öğrencilerine tanıtır. Hocanın derslerde izah edilmesi gereken her kelime ile alakalı birkaç beyit söyleyivermesi onun şöhretini arttırır. Zaten klasik edebiyattan sevip kaydettiği yedi sekiz defter teşkil eden şiirler çok ince ve kültürlü bir zevkin mahsulüdür. Birikimine şiir hafızası bir de konuşma üslubu, telaffuzları, ses tonu, sıcaklığı ve muhabbeti eklenince öğrenciler arasında kendisinden “Baba Mahir” veya “Mahir Baba” diye bahsedilmesi çok kolay hâle gelir. O yıllarda aruz vezniyle gazeller yazan Mehmet Çavuşoğlu, Mahir İz’le lisede edebiyat kolunca hazırlanan Mehmet Akif’i anma günü hazırlığı vesilesiyle tanıştığını anlatır. O gün için hazırladığı konuşmanın başlığı “Mehmet Akif’in İçtimai Cephesi”dir. Günü düzenleyen öğrenciler, şiirleri Mahir Hoca’nın seçtiğini, konuşmaları da gözden geçirdiğini söyleyerek, hazırladığı metni hocaya göstermelerini isterler. Mahir İz, metni çok beğenir hatta yayınlanması gerektiğini ifade eder. Ne var ki Çavuşoğlu, haddini bildiğini zannederek münasip bir üslupla bu teklifi reddeder. Bu onun öğrencilerle Akif arasında sağlam bir bağ kurduğunu gösterir.

Kendisi, çeşitli vesilelerle inançlarını ve seciyesini bıkmadan anlattığı Akif’i tavizsiz ve eksiksiz sever; talebeleri, Hocaları İz’e bakınca Kur’an şairini görür, anlarlar ki Mahir Hoca Akif’in en müstesna yadigârlarından biridir.
Kendisi, çeşitli vesilelerle inançlarını ve seciyesini bıkmadan anlattığı Akif’i tavizsiz ve eksiksiz sever; talebeleri, Hocaları İz’e bakınca Kur’an şairini görür, anlarlar ki Mahir Hoca Akif’in en müstesna yadigârlarından biridir.

Her çağda bizi diri tutan

Mehmet Akif’i dilinden düşürmeyen Mahir İz, onu dava adamı olarak görür ve anlatır, edebiyatta, toplumsal konularda, dini meselelerde mutlaka Akif’in adını anar. Ona göre, memleketimiz son yüzyılda söyledikleriyle yaptıkları arasında bir aykırılık olmayan Akif gibi insanların eksikliğini çok çektiği için başına gelmedik işler kalmamıştır. Bu yüzden onun öğretmenliğini ve buna yön veren anlayışını kavramak için göz önünde bulundurulması gereken en önemli şahsiyet hiç şüphesiz Mehmet Akif’tir.

Gerçek kıymetlerimize ve kendi varlığımıza dönmenin lüzumunu her zaman hatırlatan Mahir İz, gençleri sa’ye, gayrete ve düşünmeye çağırmasıyla Mehmet Akif’in izinde olduğunu göstermişti. Öğrencilerinden Selçuk Eraydın, Mahir İz’in sınıfta ayaktayken sağ elini havaya kaldırmış vaziyette pür heyecanla şu cümleleri söylediğini anlatır: “Din cemiyet dinidir! Müslüman, başkasının elinden tutan insan demektir. Hakkın rızası kulun rızasına bağlıdır. Allah’ı memnun etmek için kulu memnun etmek lazımdır.” Zaten ders ve sohbetlerinde genellikle dinin toplumsal yönünü izah etmesi, tüm meseleleri bu prensip doğrultusunda ele almasının altında da bu sözler yatar.

Mahir İz, Yüksek İslâm Enstitüsü mezunu kıymetli bir talebesinin Miraç Kandilindeki vaazında bin senedir hemen her camide tekrarlanan kıssayı tekrar ettiğini işittikten sonra ihatalı bilgi ve görüşlerini çok açık bir şekilde aksettiren Din ve Cemiyet kitabını yazmaya karar verir.

Her şeyin hakiki yüzünü ve manasını en ince teferruatına kadar idrak etme hevesi Mahir İz’i durmadan ciddi tetkik ve araştırmaya sevk etmişti. Dolayısıyla din ve toplum ilişkileri bakımından İslâm’ın felsefesinin anlatıldığı bu eserden yapılan alıntı, bir formasyonun uzun yıllara yayılan alışkanlıklarına dair bir soruşturma gibi okunabilir. Ayrıca Mehmet Akif’in tartışmasız en parlak takipçisi olan Mahir İz’in din telakkisinden biraz daha detaylı olarak söz etmek gerekecek. Mahir İz’in ömrünün son demlerinde bir boşluğu doldurmak gayesiyle kaleme aldığı 1973 tarihli Din ve Cemiyet adlı kitabındaki yazılarında Mehmet Akif’in şiirlerinden alıntılar görülür. Onun bu eserini kaleme almasının altında yatan düşünceyi nazarı itibara alırsak, dinin doğru anlaşılması yönüyle de Akif’in karakterinden kendi payına düşeni aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum onun Arapça ve din bilgisinin kuvvetli olduğunu gösterir. Özellikle Kur’an-ı Kerim ve hadislerle ilgili kendine has çıkarımlarda bulunur. Onun herkesin bilmesini istediği ve sıklıkla tekrarladığı hususlardan biri de İlahi Kelam’da imandan sonra zikredilen salih ameldir. Öğrencileri, Mahir İz’in, bu mevzu üzerinde önemle durduğunu ders ve sohbetlerinin büyük bir kısmını buna hasrettiğini hatırlatırlar. Ona göre kuvvetlinin salih ameli, zayıfın elinden tutmak; zengininki fakire infak etmek, sağlıklınınki hastaları ziyaret edip onlara yardımda bulunmasıdır. Uzman okurlara yönelik olması hasebiyle akademik hüviyeti önde olan İslâm Düşüncesi dergisinde “İslâm Düşüncesinde Amel-i Salih” başlığı altında çeşitli mevzuları ele alan Mahir İz, Akif’in “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol, / yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” dizelerini kılavuz edinmiştir.

Mahir İz, Yüksek İslâm Enstitüsü mezunu kıymetli bir talebesinin Miraç Kandilindeki vaazında bin senedir hemen her camide tekrarlanan kıssayı tekrar ettiğini işittikten sonra ihatalı bilgi ve görüşlerini çok açık bir şekilde aksettiren Din ve Cemiyet kitabını yazmaya karar verir. Çünkü ona göre vaizlerin camilerde cemaati sadece ferdi ibadete, namaza, oruca sevk etmesi ve bunun faziletleri üstünde durması, insanları toplum kavramından ve sorumluluklarından uzaklaştırır.

O, tıpkı Akif gibi, memleketin kalkınabilmesi için, millet hayatında iki büyük kuvvetin; şuurlu imanla tükenmez azmin yer etmesini zaruri görüyordu.

Kendimizi yenilemek

Doğrudan doğruya bu anlayışla bağlantılı olarak Mehmet Akif’le ilgili epey yazısı ve konferansı vardır. Metinlerinde gençliğinde, Millî Mücadele yıllarında ve sonrasında Mehmet Akif’le yakın teması olduğu için onunla hatıraları hayli geniş yer tutar. Üç lisanın edebiyatını süzmüş olan Mehmet Akif, Burdur mebusuyken ondan İran edebiyatının önemli eserlerini okumuştur. Akif, o tarihlerde sabahları Hasan Basri Çantay’a, Abdulgafur Efendi’ye ve diğer meraklılara Muallekat’ı, meclis toplantıları bittikten sonra Münir Ertegün’e Hafız Divanı’nı okutur.

Hakkındaki yayınları ve etkinlikleri dikkate aldığımızda 1960’lardan sonra Mehmet Akif’e yönelik ilginin arttığı görülüyor. Mehmet Akif odaklı bir bilinç inşasını amaçlayan Mahir İz, onu dönemin önemli şair ve yazarlarıyla birlikte ele aldığı karşılaştırmalarla dikkat çekiyor. Onun kaleme aldığı yazılar, pek bilinmeyen başka bir yönünü daha görmeye imkân sağlıyor: Mahir İz, Mehmet Akif’i şiirleri temelinde kavrar. Nitekim Safahat açıklaması kaleme almaya girişmesi de bunun tabii bir neticesidir. Edebi şahsiyetini Meşrutiyetten evvel ve sonra olmak üzere iki devreye ayırdığı Akif’le tanışıklığının başladığı 1920’lerden 1970’lere uzanan anlatısının gelişmesinde şiirin temel referans noktası vasfını koruması, aynı zamanda Mahir İz’in mesleki formasyonunun bir sonucudur.

O, tıpkı Akif gibi, memleketin kalkınabilmesi için, millet hayatında iki büyük kuvvetin; şuurlu imanla tükenmez azmin yer etmesini zaruri görüyordu. Bu noktada Kur’an’dan ilham almak ve asrın idraki ilk kez ne zaman polemik konusu oldu, sorusunu ele almak gerekir. Eskilerde bununla ilgili bir tartışma, hiç değilse bir huzursuzlanma bulunabilir. Ama polemiğin ciddi olarak başlayabilmesi için Akif’in “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı,/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.” dizelerinin yazılması gerekiyordu. Bu şiir, Cumhuriyet devrinde 1960’lardan daha özelde ise 1970’lerin sonundan itibaren yeni İslâmcı aydınlar için bir skandal hâline geldi. Çok çeşitli tezahürlerini göreceğimiz bir reddiye koalisyonunun mayası da o dönemde oluşmaya başladı.

O, tıpkı Akif gibi, memleketin kalkınabilmesi için, millet hayatında iki büyük kuvvetin; şuurlu imanla tükenmez azmin yer etmesini zaruri görüyordu.
O, tıpkı Akif gibi, memleketin kalkınabilmesi için, millet hayatında iki büyük kuvvetin; şuurlu imanla tükenmez azmin yer etmesini zaruri görüyordu.

İlginçtir, kaleme alındığı dönemde bu dizeye herhangi negatif bir gönderme yoktur. Buna karşın 60’ların bakışı burada düğümlenir: Derece derece, ya düpedüz modernistlik veya eklektik suçlaması gündeme gelir. Kaldı ki, bunun sonraki dini düşünceyi nasıl etkilediğini biliyoruz. Bu karşıtlığın üstüne çıkmak isteyen Mahir İz, yeninin eskinin değişmesi olduğunu çeşitli mevzular üzerinden açıkça ortaya koyar. O yıllarda bazı şeyleri açıkça, sakınmasızca söylemekle kalmayıp herkesin anlayabileceği derli toplu bir teorik önerme hâline getirir. Ne var ki eskiden kurtulmak, Kur’an’dan ilham almak sanıldığı ölçüde kolay değildir, şayet öyle olsa her gün kurtulmak mümkün olurdu. Tefekkür, taakkul ve tezekkürün farkında olarak dediklerini, meselenin aslı ve yanlış anlamalar şeklinde iki noktada toplamak mümkün.

  • Açıktan açığa Mehmet Akif’i ayırt eden temel vasfın, onun din anlayışının hurafelerden arî, Hatemül Enbiya’nın getirdiği son büyük dinin ahlakına, bunun da Allah korkusuna dayandığını vurguluyor, Mahir İz.

Onun birçok uzun konuşmasına sinen bu değerlendirmesi, Akif’in düşünce dünyasına atılan kısa fakat hayli bilgilendirici bir bakıştır. Mahir İz’in bu şekildeki yazıları ve konuşmaları dönemin ruhundan da beslenen düşünme pratiğini gösterirken, gerek fikri içerikleriyle “asıl eseri”Din ve Cemiyet’te dilinin döndüğünce izah ettiği bakışa omuz veren yalınlığı ve yoğunluğu birleştirerek belirli bir anlayışı, gerek kendi izlerini oluşturması açısından belirli bir kişiliği öne çıkarıyor. Mahir İz’in Tasavvuf kitabının önsözü, tüm makaleleri, Akif’in tasavvufa yaklaşımına dair yazdıkları ve bilhassa yarım kalan Safahat açıklaması toplu olarak gözden geçirilince bakış açısının ağırlık merkezinin ne olduğu kavranabilir.

Mahir İz, hakkında Mithat Cemal Kuntay ölçüsünde büyük bir eser yazamamış olsa da, Mehmet Akif’in en ciddi ve hakiki takipçilerindendir. Onun, Akif’e, Millî Mücadele ve sonraki döneme ilişkin gözlemlerini aktaran Yılların İzi adlı hatıra kitabı rastgele karıştırıldığında, bu durum hemen fark edilir. Düşünüp arayanlar eserden mutlaka bir şeyler bulup meydana çıkarabilecektir ama temelde onu bir dava adamı olarak anlatıyor. Son tahlilde Mahir İz’in söylediği “Eskiden kurtulmak kendimizi yenilemektir.” Elbette bunu şöyle açıklayarak devam etmek gerekir: “Köksüzleşmek değildir eskiden kurtulmak. Eskinin geleneklerini gün ışığına çıkarmaktır.” Galiba en önemlisi budur: Mahir İz’in buna cesareti var.