Mübeşşirât

Sadık ya da salih rüyalar merhalesi olarak isimlendirdiğimiz bu dönem, nübüvvete hazırlık olduğu kadar peygamberlik sonrası için delil de oluşturur.
Sadık ya da salih rüyalar merhalesi olarak isimlendirdiğimiz bu dönem, nübüvvete hazırlık olduğu kadar peygamberlik sonrası için delil de oluşturur.

Peygamberi "haber getiren" kişi yapan tam da budur. Getirdiği gaybî haberlerin tamamına yakını öldükten sonraki yaşama aittir. Peygamber, bir anlamda ölüm sonrası hayattan haber getiren ve dünya hayatını buna göre dizayn etmekle görevli kişi demektir. Nitekim İmam Gazzalî, nübüvvet öncesi gerçekleşen sadık rüyaları peygamberliğin delili olarak kabul eder.

Önce ilk ağızdan rivayeti görelim, Aişe validemiz anlatıyor: "Allah Resulü'ne peygamberlik görevinin ilk işaretleri sadık rüya şeklinde geldi. Ne zaman bir rüya görse sabahın aydınlığı gibi net ortaya çıkardı. Allah Teâlâ gitgide ona yalnızlığı sevdirdi. Kendi başına kalmak onun için dünyanın en güzel şeyine dönüştü." 1 Peygamber, malûm, haber getiren demek. 2 Normal insanların, duyu organlarıyla müşahede edemediği hakikatlere dair haber verir. İnsanı çevreleyen fizik yasalarını aşarak perdenin arka tarafına geçer ve oradan edindikleri bilgileri bu tarafa aktarır. Bir yüzü ahirete müteveccihtir, bir yüzü bu dünyaya... Bundan dolayı onun diğer adı, "resul"dür (elçi). Peygamberler işte bu olağanüstü taraflarıyla normal insanlardan ayrılırlar. Kabul edersiniz ki bu, sıradan bünyenin kaldırabileceği bir yük değildir.

Bir insanın böylesi ağır vazifeyi üstlenmesi, öncesinde bir hazırlık gerektirir. Aslında peygamberlik öncesi hayatlarının tamamı bu ulvi göreve hazırlıktır. Bütün eğitim süreçlerinde olduğu gibi, hazırlık döneminin en zor kısmı, en son kısmıdır. Süreç sona yaklaştıkça görevin ağırlığı hissedilmeye başlar. Normal bir insanın ömür evrelerinin geçiş dönemlerinde de aynı zorluk gözlenir. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten ilk gençliğe, ilk gençlikten gençliğe geçiş, hayatın en zor dönemleridir. Bu geçiş dönemleri zor olduğu kadar, belli bir sürece yayılması gibi bir özellik de arz eder. Eşyanın tabiatında aynı yasa hâkimdir: Bir günde yaz gelmez, bir anda gün bitmez... Bu geçiş dönemlerinin en son aşaması en sancılı tarafını oluşturur.

NÜBÜVVETİN HAZIRLIĞI VE DELİLİ OLARAK RÜYA

Son elçi "yalnızlığın sevdirildiği" dönemlerde çok özel bazı tecrübeler yaşamıştır. Hz. Aişe'nin naklettiğine göre, gece gördüğü rüyaların tamamı, gündüz gün aydınlığı gibi ortaya çıkıyordu. Bu durum, Hira'da gerçekleşecek o büyük geceye kadar devam etti. Bu hâlin altı ay kadar sürdüğü kaydedilir. Bu dönem peygamberliğe hazırlığın son aşamasını oluşturur. Muhammedü'l-Emîn artık bu sadık ve salih rüyalar tecrübesiyle birlikte nübüvvete hazır hâle gelecektir. Zaten Hz. Aişe'den nakledilen rivayet, sadık rüyaları "vahyin başlangıcı" olarak zikrederek bu nüansa işaret ediyor. Aslında altı ay kadar süren bu rüya aşaması, hayatının üçte ikisini kapsayan peygamberlik öncesi yaşamı ile nübüvvet hayatının kesiştiği eşiktir: Muhammedü'l- Emîn'den "Hâtemü'n-Nebiyyîn"e geçiş noktası... Hadisenin, bir de sonrası için hüccet değeri vardır. Sadık ya da salih rüyalar merhalesi olarak isimlendirdiğimiz bu dönem, nübüvvete hazırlık olduğu kadar peygamberlik sonrası için delil de oluşturur.

Bir gün sonraki gelecekten haber veren bu sahih rüyalar, uzak geleceğe (ahiret/maâd) dair getireceği haberlerin hakikat olduğunu ispat eder. Bu ispatın ilk muhatabı vahyin de ilk muhatabı olan Nebi'nin kendisidir. Hz. Cebrail ile ilk karşılaşmanın ardından yaşadığı şok ve korkunun, tecrübe ettiği şeyin rahmanî mi şeytanî mi olduğu konusunda onu tereddüde düşürdüğünü biliyoruz. Kur'an, bu tereddüt sürecinin ardından, önce kendisinin iman ettiğini söyler: "Resul kendisine indirilene iman etti." 3 Ertesi gün sabahın aydınlığı gibi gerçekleşen rüyalar, peygamber olduktan sonra kendisine gösterilen, dünya âlemine ait olmayan hakikatlere şahit tutulmuştur. Bir anlamda "Tıpkı, uyanır uyanmaz gerçekleştiğini gördüğün şu rüyalar gibi, sana uzak geleceğe dair hakikateler gösterilecek. Gördüğün rüyalar nasıl aynen vâki oluyorsa sana göstereceğimiz ebedî âleme ait hakikatler de bir gün gerçekleşecek." denilmektedir. Peygamberi "haber getiren" kişi yapan tam da budur.

Getirdiği gaybî haberlerin tamamına yakını öldükten sonraki yaşama aittir. Peygamber, bir anlamda ölüm sonrası hayattan haber getiren ve dünya hayatını buna göre dizayn etmekle görevli kişi demektir. Nitekim İmam Gazzalî, nübüvvet öncesi gerçekleşen sadık rüyaları peygamberliğin delili olarak kabul eder.4 Sadık rüyaların, peygamber olduktan sonra getirilecek gaybî haberlerin doğruluğuna delil olması; Hz. İbrahim'in, öldükten sonra dirilişe dair gözle görülür bir ispat istemesine benzer: "Hani İbrahim ‘Rabbim, ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster.' deyince Rabbi ona ‘Yoksa inanmıyor musun?' demişti. O ‘Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin.' diye cevap verdi".5 Evet, son elçinin böyle bir talebi olmamıştı, lakin önce kendisinin yaşayabileceği tereddüdün izalesi için hikmet-i ilahî bu şekilde tecelli etti.

MEKKELİLERİN GÖZÜNDEN RÜYA VE GELECEKTEN HABER

Nübüvvet öncesi rüyaların, peygamberin şahsına yönelik hazırlık misyonu olduğu gibi, muhatapları için peygamberliğin delili anlamı da taşıdığını söyledik. Gerçekten de İslam'ın ilk muhatapları olan Kureyş Arapları için rüyanın çok önemli ve özel bir yeri vardı. Bedir savaşından önce Hz. Peygamber'imizin halası Âtike'nin, Kureyş kervanlarının tehlikede olduğuna dair gördüğü rüyanın halk üzerindeki etkisi bunun en büyük göstergesidir. Bundan sebep, Hz. Abbas kardeşi Âtike'ye rüyasını kimseye anlatmamasını tembih etmiştir. Buna rağmen rüya duyulmuş ve Mekke'de büyük paniğe sebep olmuştur. Bu korku ve panik havası Mekke'nin ileri gelenlerini de rahatsız etmiş, Ebu Cehil Kâbe'de halkın önünde Hz. Abbas'a "Haşimoğullarının erkekleri yetmedi de şimdi de kadınları mı peygamberliğe başladı?" demiştir.

Ebu Cehil burada, bizim "peygamberlik" diye tercüme ettiğimiz yerde "nebiy" köklü kelimenin türevini kullanıyor. Rüya yoluyla gelecekten haber getirmeyi "nübüvvet" kelimesiyle ifade ediyor. Ayrıca Enbiya suresindeki bir âyet, Mekkelilerin zihninde peygamberlikle rüya arasında kurulan ilişkiyi ispat ediyor. "Onlar, hayır dediler, bunlar karma karışık düşlerdir."6 Araplar "karma karışık düş" diye tercüme ettiğimiz "azgâsu ahlâm" terkibini sadık rüyanın zıttı olarak kullanırlar.7 Âyet-i kerimenin bağlamı Peygamber'in gayba ait hakikatlere yönelik iman davetine cevap olarak bu sözleri sarf ettiklerini gösteriyor. Bu âyetin ölüm, kıyamet ve ahiret gibi hakikatlerin çokça zikredildiği Mekke döneminde nazil olduğunu da belirtelim. Sonuç olarak, İslam'ın ilk muhataplarının zihninde peygamberlikle geleceğe dair haber getirme arasında bir bağ olduğunu ve peygamberlik öncesi sabahın aydınlığı gibi gerçekleşen rüyaların, onlar için de peygamberliğe delil oluşturduğunu görüyoruz.

NÜBÜVVETİN BİR CÜZÜ OLARAK SALİH RÜYA

Rüya ile nübüvvet ilişkisi, bir hadis-i şerifte daha açık bir dille ifade edilir: "Salih rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir."8 Hadis- i şerifte ilk dikkat çeken, 46 rakamıdır. Arapların yetmiş ve kırk rakamlarını kesretten kinaye olarak kullandıkları bilinir, fakat 46 bu sınıftan sayılmaz. Peki, bu 46'nın anlamı nedir? İbni Haldûn bunu şu şekilde açıklar: "Peygamberlik öncesi sadık rüyalar dönemi altı ay sürmüştür. Nübüvvet dönemi ise 23 yıl kadardır. Her yılda iki altı ay olduğuna göre 23 yılda toplam 46 altı ay vardır. Dolayısıyla sadık rüyalar kısmı nübüvvetin tamamının kırk altıda biri eder."9 Ayrıca İbni Haldûn, peygamberlik öncesi rüyaları, peygamberliğin hem habercisi hem başlangıcı hem de delili olarak görür. Dolayısıyla, sözü edilen hadis-i şerifle birlikte rüya ile nübüvvet ilişkisi daha da belirginleşir.

MEŞŞAÎ VE İŞRAKÎ GELENEKTE RÜYA NAZARİYELERİ

Rüyanın nübüvvetle ilişkisinin İslam düşünce geleneğinde önemli bir yeri vardır. İslam filozofları az önceki hadis-i şerifin şerhi mahiyetinde bazı teoriler geliştirmiştir. Rüya-nübüvvet ilişkisini belirlemede filozofların rüya teorileri belirleyici olmuştur. İslam felsefesinin Meşşaî geleneğini temsil eden filozoflara göre, rüyada görülen şeyler, duyu organlarımızla edindiğimiz imgelerin nefiste bıraktığı izlerin senaryolaşmasından ibarettir. İnsanın yakaza hâlinde duyup gördüğü şeylerin suretleri nefse siner ve bu imgeler, uyku hâlindeyken akıl dışı bir zeminde sahnelenir. Bir anlamda, nefse atılan fotoğraflar, uykuda düzensiz bir hâlde videoya dönüşür. Bu alanda serdedilmiş ilk düşünceleri, ilk İslam filozoflarından Kindî'nin Risale fi'n-nefs'inde buluyoruz. Kindî rüyayı, nübüvvetin bir aşaması olarak görür. Fakat bu durum peygamberlere mahsus değildir. Sadık rüyadan sonra nübüvvet sınırları başlar. Sadık rüya kısmında peygamber, salih insan ve filozofa eşittir.

Şu kadar var ki peygamberin hiçbir çaba harcamadan gördüğü rüyayı, filozof ancak zihni performans ve nefis tezkiyesi yoluyla elde edebilir. Meşşaî okulunun ikinci büyük filozofu Farabî, rüyaları dört derece ve kısımda mütalaa ederek nübüvveti bunun en üst kısmına koyar. Sadık rüyayı ise onun hemen altına yerleştirir. Hatta sadık rüyanın nübüvvet için olmazsa olmaz bir merhale olduğunu söyler.10 Söz konusu geleneğin son temsilcisi İbni Rüşd'e geldiğimizde üç çeşit psişik idrakten bahsedildiğini görüyoruz: "Nübüvvet, rüya, kehanet." O, rüyayı meleklere, kehaneti cinlere, nübüvveti ise direkt Allah'a bağlar. Sadık rüyanın ahlâki kemal ve ruhi olgunlaşma neticesine gerçekleşeceğini söyler. O kadar ki sadık rüyayı inkâr etmenin, duyu organlarıyla idrak edilen eşyayı inkârdan farksız olduğunu savunur. İbni Rüşd, rüya-nübüvvet ilişkisini daha da ileri götürerek peygamberliği mucizelerle ispat etmeye çalışan kelamcıları eleştirmiştir.

Ona göre bu tarz şeyler illüzyondan ibarettir, belli bir parapsikolojik yetkinlikle bir sahtekârın bile gösterebileceği türden şeylerdir. Gerçek manada peygamberliğin delili, onun gaybtan bilgiler getirmesi ve bunların doğrulanmış olmasıdır. Buna karşın İşrâkî filozofların rüya teorileri nispeten daha mistik ve alegoriktir. Onlara göre rüya, uyanık hâldeyken duyular sürekli veri akışı sağladığı için nefsin iç kuvvetleri olan muhayyile ve musavvire aktif hâle gelemez. Uyku hâlindeyken insanda duyuların veri akışı durur ve iç kuvvetler devreye girer. Böylelikle ruh, Levh-i Mahfûz ile irtibata geçerek oradan bilgi edinir. Bunlar gaybî bilgiler de olabilir. Belli bir riyazet eğitimi sonucunda kişinin bu kıvama gelebileceği söylenmiştir. Fakat bütün bu süreçte kavramsal bilginin (ma'kûlât) yeri olan aklın da aktif olduğunu eklerler. İnsanın düşünme yetisinin bu gücün önemli bir parçası olduğunu düşündükleri için filozofun rüyasını normal insanın rüyasından farklı değerlendirirler.

Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfûz'u "ümmü'l- kitâb" (kitapların anası) olarak zikretmesinin de etkisiyle bütün bilgi ve olguların orada yazılı olduğu kabul edilir. Levh-i Mahfûz, mevcudatı yansıtan ilahi ayna gibidir. İnsanın kalbi de aynadır. İşte insanın kalbi şehvani arzulardan arındığında, yani aynanın üzerindeki pas silindiğinde varlık aynasında olan bilgilerin yansımasına müsait hâle gelir. İnsan uykudayken duyu organlarının kalbe veri akışı duracağı için aynanın önündeki gölgeler kalkmış olur. Böylelikle ilahi/gaybî bilgiler aynada iz bırakmaya başlar. Nefsin iç kuvveti olan muhayyile buradaki bilgi ve suretleri birleştirerek senaryolaştırır. Sonuçta, farklı anlayışların var olmasıyla birlikte semavi ve felsefi bütün düşünce geleneklerinde rüya, ilahi/metafizik bir olgu olarak kabul edilmiştir. Aristoteles fantasya yetisi ile ilişkilendirerek gelecekten haber veren anlayışın yaygın olmasına rağmen seçkin kimselerin (filozoflar) buna itibar etmediğini söylese de İslam felsefesi üzerine belirgin bir etkisi olan antik dönem filozoflarında, rüya ile gayb bilgisi arasındaki ilişkiye dair düşüncelere rastlamak mümkündür.11 Mesela Kindî, adı geçen risalesinde Platon'dan şunu nakleder: "Birçok kadim filozof her türlü maddilikten/ dünyevilikten arınıp eşyanın hakikatini düşünmeye koyulunca gaybın bilgisinin onlara inkişaf ettiği vakidir. Hatta insanların içinden geçenleri bile bildikleri görülmüştür."12

BİLİNÇ DIŞI MODERN ÇÖZÜMLEMELER

Modern döneme gelindiğinde rüyaya bakış değişmektedir. Yeni süreçte en önemli kırılma noktasını Freud'un geliştirdiği bilinçaltı/bilinç dışı kuramı oluşturur. Psikanalizle "derinlik psikolojisi"nin kurucusu olan Freud'a göre rüya, insan vücudunun biyolojik yapısı ve sinir sisteminin bir sonucudur. Rüyanın insanın anatomik ve psikolojik yapısının ötesinde ulvi bir anlamı yoktur. Her psişik durum gibi rüyanın da "nedensellik" içinde açıklanabilir bir tarafı vardır. Jung, Freud'un rüyaya bakışını şu sözlerle özetler: "Freud kendine basitçe şu soruyu sorar: Neden bu insan bu rüyayı görüyor? Kendince bazı özel sebepleri olmalı. Yoksa nedensellik kanunu çöker." Analitik psikoloji ile klasik ruh bilimine karşı ikinci bilinç dışı akımını oluşturan Jung, bu sözlerin ardından Freud'un söz konusu tutumunu önyargı olarak değerlendirir. Kendi ifadelerinden okuyalım: "Freud'un rüya içeriklerini dayandırdığı diğer şeyleri reddetmek zorundayım.

Çünkü onlar, rüyaların bastırılmış arzuların giderilmesi olduğuna dair önyargılı fikrin fazlasıyla etkisinde kalmıştır. Bu tarz rüyalar vardır. Ancak bunlar, bütün rüyaların yaşantımızdaki düşünceler değil de arzu giderme olduğunu kesinlikle kanıtlamaz. Rüyaların bastırılmış arzuların giderilmeleri olduğu düşüncesi ne yazık ki güncelliğini yitirmiştir. Arzu ve korku yansıtan rüyaların olduğu doğrudur; ama ya diğer şeyler? Rüya; kaçılmaz gerçekler, felsefî açıklamalar, hatta telepatik görüler ve Tanrı bilir daha neler içerebilir."13 Bireysel psikoloji ekolüyle derinlik psikolojisinin üçüncü temsilcisi sayılan Alfred Adler ise rüyayı, insan aklının evrensel etkinliği olarak görür. Rüyanın insana rehberlik ettiğini kabul eder. Uykuyu uyanıklığın karşıtı, ölümün kardeşi olarak görenleri yanlış yolda olmakla suçlar. Ona göre uyku, uyanıklığın bir aşamasıdır. İnsanlar gün içinde çözemedikleri problemleri rüya ile çözüme kavuşturur. 14 Genel olarak Freud'un etkili olduğu tarihi momenti göz ardı edersek rüyanın insanın deruni tarafının bir gizemi olduğu gerçeğini kimse inkâr etmemiştir.

Şunu da ekleyelim tabii: Jung ve Adler gibi isimler Freud'un rüya kuramına itiraz etseler de geleneksel düşüncenin rüya anlayışını temsil ettikleri söylenemez. Onlar, Freud'un, bütün rüyaların, üstelik rüyadaki bütün ayrıntıların insanın geçmişinin psişik çağrışımları olarak görmesini ve sansür mekanizmasının her rüyada etkin rol oynadığı iddia ve ısrarını reddederler. Bu modern psikoloji disiplinlerinin cevaplayamadığı soru ise gelecekten haber veren rüyalardır. İnsanın kişisel hayatının dışında, hatta kendisiyle hiçbir bağı olmayan konulara dair sabahın aydınlığı gibi gerçekleşen rüyaları izah sadedinde ikna edici bir teori yoktur. Adler bu durumu, insan zihninin ilgi yoğunluğu yaşadığı konularda zekânın, uyanık hâlde olduğundan daha aktif olması ve satranç hamlelerini hesaplaması gibi, önceden olacakları zihninde kurgulaması şeklinde açıklamaya çalışır ki bu aslında hiçbir şeyi açıklamaz.

PEYGAMBERLİK BİTTİ AMA...

Tekrar başa dönecek olursak peygamberliğin hemen öncesinde vuku bulan rüya dönemi hem peygamberliğe bir hazırlık hem de Peygamber'in insanlığın ontolojik sorularına vereceği cevapların hakikat oluşuna bir delil teşkil eder. Dâr-ı bekaya irtihalinin ardından müminlerin gördüğü rüyaların nübüvvet öncesi "sadık/salih rüya" dönemini kaldığı yerden devam ettireceğini ve bu rüyaların kıyamete kadar müminler için yol gösterici bir misyonunun olacağını Söz Sultanı şöyle müjdeliyor: - Peygamberlikten geriye sadece mübeşşirat kalmıştır. - Mübeşşirat nedir ya Resulullah? - Salih rüyalardır.

  • * 1.Müjdeleyici, sevindirici haberler, hayırlı işâret ve alâmetler,
  • 2. Müjdeleyici hayırlı rüyâlar.
  • 1. Sîretü İbni Hişâm
  • 2. Farsça; Peyâm-ber
  • 3. Bakara suresi, 285
  • 4. el-Munkız mine'd-Dalâl, Gazzalî
  • 5. Bakara, 260
  • 6. Enbiya, 5
  • 7. el-Müfredât, Isfehânî
  • 8. Buhârî, Müslim
  • 9. Mukaddimetü İbni Haldûn
  • 10. Atilla Arkan, Meşşai Gelenek Bağlamında İbn Rüşd Felsefesinde Rüya
  • 11. İslam Felsefesinde Rüya Kuramı, İşlevleri ve Kimi Sonuçları, Yrd. Doç. Dr. Hasan Aydın
  • 12. Risâle fi'n-Nefs, Kindî
  • 13. Rüyalar, Jung
  • 14. Yaşama Sanatı, s. 183