Mümin Deniz'in ölüm günü

Her insanın onu temiz olduğuna inandığı bir hayata tutunduran bir mandalı var.
Her insanın onu temiz olduğuna inandığı bir hayata tutunduran bir mandalı var.

Evde ve hatta dünyada yapayalnızdı... Yalnızlığı duyup incinmesin diye içinden konuştu her zamanki gibi; "Tıpkı koşup düştüğünde biri ona bakıyorsa ağlayan, bakmıyorsa hiçbir şey olmamış gibi kalkıp koşmaya devam eden çocuklar gibiyiz. Acılarımız bile birilerine muhtaç."

Mümin Deniz oldukça tuhaf bir günün sonunda eve gittiğinde ölmüş olduğunu farketti. Bu aydınlanma anını ona yaşatan şeyleri anlamak için aslında Mümin Deniz'in tüm hayatına bakmamız gerekse de sadece o "ölüm" gününe göz atarak da bir sonuca varabileceğimizi düşünüyorum…

O sabah Mümin, her zamanki gibi erkenden uyandı. Yataktan kalkmaya çalışırken çıplak ayaklarını yere değdirdiği anda sağ ayağının serçe parmağını burktu. Parmağındaki acı, tıpkı durgun suya atılan bir taşın yarattığı halka dalgalar gibi küçük bir noktadan başlayarak gitgide tüm vücuduna yayıldı. Mümin, işe geç kalabileceği için bu acıyla zaman kaybetmek istemese de birkaç saniye içinde tüm direnci kırıldı ve kendini sırt üstü yatağa bıraktı. Acı içinde geçen bir iki dakikadan sonra bir ‘Ah' bile demediğini fark etti. Canının ölesiye yanmasına rağmen hiç sesinin çıkmamasının nedenini düşündü ama bulamadı. Biraz daha düşündü, yine bulamadı. Birine sormak istedi. Odada yapayalnızdı.

O uyurken eve hırsız girmiş olabilir miydi? Ya da bir kedi? Ya da bir kuş? Onu bu yalnızlıktan kurtaracak herhangi bir canlı? Hemen koşarak önce banyoya daha sonra sırasıyla küçük odaya ve salona baktı.


Evde ve hatta dünyada yapayalnızdı... Yalnızlığı duyup incinmesin diye içinden konuştu her zamanki gibi; "Tıpkı koşup düştüğünde biri ona bakıyorsa ağlayan, bakmıyorsa hiçbir şey olmamış gibi kalkıp koşmaya devam eden çocuklar gibiyiz. Acılarımız bile birilerine muhtaç." İç sesi cümlesini tamamladığında serçe parmağının artık eskisi kadar acımadığını fark etti ve ayağa kalkarak mutfağa yöneldi. Mutfak kapısından adım atar atmaz pencerenin açık olduğunu gördü. "Herhâlde dün geceden beri açık." dedi içinden. Pencereyi kapatmaya uzandığı anda evinin birinci katta olduğu aklına geldi. O uyurken eve hırsız girmiş olabilir miydi? Ya da bir kedi? Ya da bir kuş? Onu bu yalnızlıktan kurtaracak herhangi bir canlı? Hemen koşarak önce banyoya daha sonra sırasıyla küçük odaya ve salona baktı. Umutları her zamanki gibi birkaç dakika içerisinde tükenince mutfağa dönerek camı kapatarak ayaküstü bir şeyler atıştırdı.

Kahvaltı faslını iki dakikada hâlleden Mümin, yeniden odasına giderek iş için hazırlanarak evden çıktı. Her zaman olduğu gibi apartmandan çıkmadan önce duyuru panosunun yanına gittiğinde yeni asıldığı belli olan bir yazıyla karşılaştı. "Mart Ayı Aidat Ödemeyenler" listesinin başında kendi adı duruyordu. "İmkânsız" diye mırıldandı. Bir yanlışlık olmalıydı. Gözlerini kapadı açtı. İsmi yine oradaydı üstelik diğerlerine göre sanki birkaç punto daha büyük yazılmıştı. Bu işi çözmeden işe gitmemeye karar verdi ve ikinci katta bulunan yöneticinin evine gitmek üzere merdivenleri çıkmaya başladı. Yaklaşık iki dakika sonra yöneticinin kapısındaydı. Zili çaldı, daha ilk saniyede pişman oldu. Önce konuya nasıl girmesi gerektiğini düşünmeliydi ama artık buna zamanı yoktu. Tam kaçmayı düşünürken kapı açıldı ve yöneticinin karısı Mahmure Hanım karşısında belirdi. ‘Buyurun Mümin Oğlum' dedi Mahmure Hanım.

Evde ve hatta dünyada yapayalnızdı...
Evde ve hatta dünyada yapayalnızdı...

"Efendim kusura bakmayın bu saatte rahatsız ediyorum." dedi Mümin. Mahmure Hanım gittikçe açılan gözleri ve hafif kalkan kaşlarıyla cevapladı; "Buyur oğlum, bir şey mi oldu? İyi misin?" "İyiyim efendim, Ahmet Bey evde mi acaba?" diye sordu Mümin. Mahmure Hanım bu kez iyice açılmış gözleriyle hafifçe geriye doğru bir adım attı ve "Oğlum bir şey mi oldu?" diye yineledi. Mümin karşısındaki kadının açılan gözlerine, gittikçe yükselen sesini bir anlam veremedi. "Hayır, hayır. Bir şey yok kusura bakmayın. Rahatsız ettim sabahın köründe. Ahmet Bey evde mi?" diye sordu bu kez. Mahmure Hanım sağ elinin işaret parmağını kaldırarak "Bir dakika" dedi ve kapıyı hafifçe iterek içeri girdi. Mümin kapının önünde beklerken Ahmet Bey'e derdini anlatacağı doğru kelimeleri bulmaya çalıştı. Bu esnada kulağına Mahmure Hanım'ın titreyen sesi gelmeye başladı.

Eliyle kuşun göğsüne dokundu. Kalbi atmıyordu. Sonra elini kendi göğsüne koydu. Kalbi atmıyordu. Kim daha önce ölmüştü emin değildi.

Aynen şöyle diyordu; "Ay geldi, konuşmuyor da. Ne oldu desem de yüzüme bakıyor öyle. Kaç kere sordum, yok. Korktum vallahi. Bir şey oldu herhâlde çocuğa. Geç konuş bakalım." Mümin son cümlenin ardından ne yapacağını bilemeyen bir halde öylece durdu. Mahmure Hanım'a ettiği tüm o cümleler nereye kaybolmuştu? Ağzından çıktığına emin olduğu kelimeler, Mahmure Hanım'ın kulağına gitmek yerine nereye kaçmıştı? Anlayamadı. Mümin bu düşüncelerle boğuşurken Ahmet Bey kapıya çıktı. "Oğlum, bir şey mi oldu?" diye sordu. "Hayır efendim," dedi Mümin. "Mahmure Hanım'ın kulağında bir sorun mu var acaba?" Ahmet Bey bu kez sinirli bir sesle "Oğlum konuşsana!" dedi. "Dilini mi yuttun?" Mümin'in kulakları çınlamaya, kalbi deli gibi atmaya başladı. "Bu konuşan iç sesim değil mi?" diye sordu Ahmet Bey'e. Alamadığı cevap belki de şu ana kadar hayatında aldığı en net cevaptı.

  • Artık insanlar Mümin'i duymuyordu. Mümin bir anda koşmaya başladı ve kendini dışarı attı. Deli gibi hızlı koşuyor, arkasına bile bakmıyordu. Yaklaşık beş dakika kadar hiç durmadı.

Bir apartmandan girdi. Önüne gelen ilk kapıyı çalmak istediyse de sonra bunun saçma bir fikir olduğuna karar verdi ve telefonunu eline alarak iş yerini aradı. Telefon çalarken bir anda insanların onu duymadığı aklına geldi ve iş yerindeki en yakın arkadaşı Kazım'a işe gelemeyeceğine dair bir mesaj attı. "Bu kez gerçekten sesim çıkmıyor, bugün gelemiyorum." Birkaç dakika cevap gelmesini bekledi. Cevap gelmeyince telefonunu cebine koyarak hızla apartmandan çıktı. Yeniden koşmaya başladı. Koşarken iç organlarının gitgide küçüldüğünü hissediyordu. Sanki hepsi yavaşça çürüyor ve ufalıyordu. Biraz korktu ve yavaşlamayı düşündü ancak yorulmadan koşma hissini öylesine sevmişti ki ona kalsa dünyayı böyle dolaşabilirdi. Çocukluğunda bir hayali vardı.

Kim daha önce ölmüştü emin değildi. Mümin hafifçe gülümsedi. İki ölü birlikte yaşamaya başladılar...


Dünyayı gezmek istiyordu. Bu hayalden asla ama asla vazgeçmemişti. "İnsan hayallerinden ne kadar zor vazgeçiyor. Hele ki çocuk yaşta kurduklarından" dedi Mümin'in iç sesi. "Onu kurmak, ona alışmak, onunla yaşamak, bir hayatı bir hayalle paylaşmak bu kadar kolayken vazgeçmek neden böylesine zor? İnsanın büyüdükçe kirlenen ruhuna, artan zalimliğine, büyüyen hırslarına karşın en temiz hissettiği an çocuk yaşında kurduğu hayallerden vazgeçmediğini fark ettiği an olsa gerek. Bu hayaller ki yeni yıkanmış bir çamaşırı ipte asılı tutan mandallar gibi tutuyor insanı. Temiz olduğunu düşündürüyor, kuruyup yeniden kirleneceği ana dek başka rüzgârlara kapılmasını önlüyor. Her insanın onu temiz olduğuna inandığı bir hayata tutunduran bir mandalı var. Yoksa bunca insan gerçekleştirememesine rağmen hâlâ ne diye anlatsın birbirine çocukluk hayallerini?" İç sesi sustuktan sonra birkaç adım ötesindeki bir banka oturdu ve etrafı izlemeye başladı.

Mümin bir anda kuşu eline alarak eve doğru koşmaya başladı.
Mümin bir anda kuşu eline alarak eve doğru koşmaya başladı.

Bir yandan sesinin bir anda gitmesinin altında yatanı bir yandan içinde gitgide küçülen organlarını düşünüyordu. Düşündü, düşündü. Ancak çözemedi. Tam yerinden kalkacakken yanına bir kuşun süzüldüğünü gördü. Yorulmuş bir insan gibi öncelikle banka konmuş daha sonra gözlerini kapayıp uyuyuvermişti. Kuşa doğru biraz yaklaştı. Kuş uyanmıyordu. Bankın yanından geçip giden insanlar kuşa bakıp aralarında bir şeyler konuşuyor, kimi kuşa doğru yanaşarak hâlini hatırını soruyordu. Kuş ise hiçbirine cevap vermiyor, kıpırdamıyordu. Mümin bir anda kuşu eline alarak eve doğru koşmaya başladı. Yaklaşık on dakika sonra apartmanının önündeydi. Usulca içeri süzüldü ve evinin kapısına yöneldi. Eve girer girmez soyunup dökündü.

Eldivenlerini çıkardığı anda hâlâ elinde tuttuğu kuşun donmuş tenini iliklerine kadar hissetti. Salona doğru geçti. Kuşu hep oturduğu tekli koltuğun üzerine bıraktı. Mutfağa gitti, cama baktı. Kapalıydı. Buna sevindi. Fazla kalabalık sevmezdi. Mutfaktan çıkıp kuşun yanına giderken adeta kanatlanmış uçuyordu. Salona vardığında kuş koltukta duruyordu, Mümin yere çömeldi. Eliyle kuşun göğsüne dokundu. Kalbi atmıyordu. Sonra elini kendi göğsüne koydu. Kalbi atmıyordu. Kim daha önce ölmüştü emin değildi. Mümin hafifçe gülümsedi. İki ölü birlikte yaşamaya başladılar...