Mustafa Kutlu altı yıl sonra döndü: Yeni kitabında ideal düzeni kurdu

Biz “daha hiçbir şey değilken” bir şey olarak yaratılan, hatta “eşref-i mahlûkat” olarak var edilen, nisyan (unutma) ile malul olan insanlarız. Hata eden, eksiği bitmeyen, günah işleyen, tövbe edip tekrar aynı hatalara yeniden düşen bir döngüde yaşıyoruz. Yaşadığımız her çağın hem mimarı hem kurbanı hem yapanı hem yıkanıyız. Bu yüzden de her dönem onlarca imtihanla yüzleşerek çoğunu kaybedenlerdeniz.
Bugün “modern yüzyıl” insanları olarak yine bambaşka sınanmaların eşiğinde amansız mücadelemiz sürüyor. Zira kıyamete dek sürecek olan ve her an daha canlı daha yoğun bir enerjiyle yaşanan dünyamız, yüzlerce yıl olduğu gibi dönmeye devam ediyor. Döndükçe de yeni düzenler belki de hiç emsali görülmemiş yeni savruluşlarla yüz göz oluyoruz.
Aslında yazımızın konusu çağın fikri hür, vicdanı ise daha hür kalem erbaplarından Mustafa Kutlu Hocamız’ın Başkanın Adamları kitabından başkası değil. Lakin böyle derin bir girişi daha kitabın ortalarındayken oluşturdum zihnimde. Çünkü her sahnesini bir mesaj ve hedef üzerine oluşturduğunu düşündüm. Bu mesajları, bu hedefleri Hoca’nın diğer kitaplarından da bildiğimden onun bu kez derin tecessüs ile gelişen “ülkedeki yeni dünya düzeni”ne yönelik önemli bir eleştiri olarak algıladım. Zira bugünün en önemli gündeminin, başımızı kumdan çıkarıp bakabildiğimizde yahut işimize gelen kısımların işimize gelmemeye başladığında fark edebileceğimiz “siyaset merkezli yaşam” olduğunu ancak görebiliriz. Kutlu da altı yıl aradan sonra çıkardığı eserinde bu fark edişin neticesini tıpkı diğer eserlerinde olduğu üzere “Yazar, eseriyle konuşur.” hatta “Edebiyatçının başkaldırısı yazdıklarındadır.” şiarıyla ele aldığını anlamak mümkündür.
Naçizane bir yazar adayı olarak son on yıl içerisinde kendi içimde ya da kendimce geliştirdiğim bir “maşeri vicdan muhasebesi” de diyebileceğiniz eleştiri kültürü üzerinden kendi kendimizi hırpaladığımız zamanlar çoktur. Bunu yaparken de örnek aldığımız yazar, şair, mütefekkir, âlim veya bilge diyebileceğimiz kanaat önderlerinin düşünceleri bizi yönlendirir. Bu yönlendirmeler yahut onların düşüncelerinden devşirdiğimiz sonuçlar da bize “vicdani kanaat” olarak bir yol çizer. İşte son yıllarda bu alanda ne yazık ki en çok da bu ağır siyaset gündemi etkisiyle önemli bir kısırlaşma yaşandığı, vicdanlı insanların yaşanan onlarca olumsuzluğa, haksızlığa, şuursuzluğa sessiz kaldığı fikri sanırım çoğunluğu kaplamış durumda.
İlmin temsilcisi olarak kabul gören, adaletli, hakkaniyetli ve kaliteli toplumun oluşmasında öncü kabul edilen insanların yaşanan her manevi düşüşe yönelik eleştirileri en çok da böyle zamanlarda aranan bir durumdur. Edebiyatçılar için bu “vicdanın sesi” alanı hiç şüphe yok ki şiirleri, yazıları ya da hepsinin toplandığı kitaplarıdır. Çağın vicdanlı kalemlerinden gördüğümüz Kutlu’nun Başkanın Adamları ismiyle yayımladığı eseri, kanaatimizce önemli bir düzen eleştirisi ve “ideal toplum düzeni hülyası” barındırmaktadır. Seçtiği karakterlerden tutun da mekân, zaman ve olay kurgusunu kendi ideal “Hayat döngüsü budur.” düsturunu gözeterek oluşturduğunu düşünüyorum. Kurgu içerisinde geliştirilen diyaloglar ve karakterlerin “geri dönüş” tekniği ile sunulan özgeçmişleri dahi önemli mesajlar barındırıyor.
Eserde ana karakter olarak seçilen Şemsettin Bilen, belediye başkanı unvanı ile karşımıza çıkıyor. Uzun yıllardır yönettiği Çamlıpınar ilçesinde adeta destan yazmış, herkesin gönlünü kazanmış, saygı duyulan, gıpta edilen ve vazgeçilemeyen belediye başkanıdır. İlk döneminden sonra kurduğu milletvekili hayali bir türlü gerçekleşememiştir. Zira her defasında kendi insanına hizmet etme fedakârlığı bir şekilde ona kalmıştır. Ne o ilçeyi bırakabilmiştir ne de ilçe onu. Buraya kadar çizilen belediye başkanı profili aslında Kutlu’nun “örnek siyasetçi” idealini oluşturmaktadır.
Peki, Şemsettin Bilen’i bir “ideal siyasetçi” konumuna çıkaran asıl meziyetleri nelerdir? Neleri yaparsa siyaseti becermiş ya da neleri yapmazsa iyi bir siyasetçi olamaz? Bu sorulara hikâye içerisindeki geriye dönüş tekniği ile oluşturduğu kurgu üzerinden cevap veriyor yazarımız.
Kutlu’nun, Dergâh Yayınları’ndan Mayıs 2024’te çıkan ve 189 sayfadan oluşan kitabındaki bu pasaj aslında eserdeki ana fikri sunuyor okuyucuya. Zira Şemsettin Bilen’i değerli ve ideal siyasetçi kılan özellikleri aslında onun siyaseten yaptıkları değil, sanki hep yapılması gerekliymiş gibi sunulan ama buradaki “belediye başkanı”nın yapmadıklarıdır. Yazar, Şemsettin Bilen’i yapmadıkları olumsuzluklar üzerinden yükselen, kıymetli hale gelen ve halkın gönlünü kazanan ideal başkan olarak sunmaktadır ki bu da eserdeki diğer tüm anlatıların hedefinin ne olduğunu göstermektedir.
Eserde etkili veya etkisiz, önemli ya da önemsiz görülen daha birçok karakter yer almaktadır. Zira Kutlu, Şemsettin Bilen üzerinden ortaya koyduğu “ideal siyasetçi” kimliğinin yanı sıra bir de belki de hepimiz için geçerli olan “ideal mekân” tasavvuru da oluşturmaktadır. Bu mekân da Çamlıpınar Kasabası’dır. Bu kasabanın tarihsel sürecinden tutun da ileri gelen ailelerine yahut sorunlu kişilerine kadar her türlü ince detay yazar tarafından işlenmektedir. Aslında Şemsettin Bilen nasıl ki tüm yöneticiler açısından örnek bir tip ise Çamlıpınar da insanlık açısından sadece geçici bir yaşam alanıdır. Örnek toplum, örnek yöneticiler, örnek memur ya da çalışanlar, örnek mekânlar, örnek zamanlar… Sonuç nedir? Huzurlu ve mutlu bir yaşam. Yani herkesin hep var olmasını arzu ettiği “ideal hayat düzeni”.
Böylesine örnek teşkil eden yaşam alanlarında herkes yönetici ya da halk olmaz elbette. Bir de yöneticiler kadar halka karşı duyarlı, dış görünüşü ya da yaşayışındaki farklılıklara rağmen liyakati ile öne çıkan, dürüst ve ahlaklı memur, işçi kesimlerine de ihtiyaç vardır. Kutlu’nun hayalini kurduğu mutlu kasabada bu insanları iki şekilde görüyoruz. Birincisi “başkanın adamları” diyerek sunulan belediye çalışanları, ikincisi ise “devlet adamları” olarak sunulan memurlar.
“Başkanın adamları” arasında, sorunlu geçmişine rağmen başkanın insan kazanma yöntemi ile topluma kazandırdığı ve eski dostu Çolak Usta’ya vefasından ötürü kol kanat gerdiği, canını yoluna feda edecek derecede kendisine minnet besleyen zabıta müdürü Kemal başı çekiyor. Onun hemen ardından ise başkanın hatasını telafi ederek trafik kazasında hayatını kurtaran rolündeki adamı, makam şoförü Nuh geliyor. Şemsettin Bilen’le iyi ilişkileri olan ve kendisine her an desteğe hazır sivil adamlar da var elbette. Bunlar hali vakti yerinde, kasabanın ileri gelen namuslu, dürüst ve kazandığını helalinden kazanarak kasabaya hizmet etmeyi sürdüren iş adamlarıdır. En başta İdris Güzel. Kendisi ile birlikte toplam dört kardeş olarak çalışkanlıkları ile alıp yürüyenlerden. Diğeri ise Güneş Holding’in sahibi Erol Bey. Hepsi de başkana itimatları sonsuz olan şahsiyetli ve omurgalı zengin kesimler olarak yansıtıldıklarından yazarın bu tipler üzerinden varlıklı olmanın da yerine göre örnek olunacak özellik olduğu mesajının verildiği aşikâr.
Başkan Bilen ile yol yürüyen ve devlet adamı ciddiyeti ile işini iyi yapan Kaymakam Çetin Pahıloğlu ve İlçe Milli Eğitim Müdürü İsmail Hakkı Bey tipleri de yine yaşayışları açısından ideal tiplerdir. Kendi hayat hikâyelerindeki sorunları işlerine yansıtmadan üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmaktadırlar. Bunların yanında Müzik Öğretmeni Mehpare Hanım, Kız Meslek Lisesi Müdürü Ulviye Hanım, Lise Müdürü Alper Kara ve Halk Eğitim Müdürü Bedri Karakurt da eserde ismi geçen diğer “devlet adamları”. Kasabının yetiştirdiği ve alnının akıyla yükselmiş, ayrıca geçmişini de unutmayan vefalı isimlerden Turizm Bakan Yardımcısı Âdem Yapar’ı da unutmamak gerekiyor.
Şemsettin Bilen’in önderliğini yaptığı “ideal kasaba”da bir halk meclisi var ki bu inancımızın ortaya koyduğu yönetim biçimi açısından çok önemsenen “meşveret ya da istişare” kavramlarının yazar açısından da ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Zira başkan, kızı Songül tarafından ortaya atılan ve hikâyedeki olay örgüsünün temelini oluşturan “festival” etkinliğini, kanaat önderi diye bilinen Fırıncı Abdullah ve Fikir gazetesi sahibi Fikri Süzer başta olmak üzere diğer önde gelen isimleri bizzat ziyaret edip görüşlerini aldıktan sonra yine de halk meclisinin istişaresine sunmaktadır. Peki, bu halk meclisinde kimler vardır? Kaymakam Çetin Bey, İlçe Milli Eğitim Müdürü İsmail Hakkı Bey, Müzik Öğretmeni Mehpare Hanım, Kız Meslek Lisesi Müdürü Ulviye Hanım, Lise Müdürü Alper Kara ve Halk Eğitim Müdürü Bedri Karakurt, Fikir gazetesi sahibi, her şeye muhalif Fikri Süzer, mahalle muhtarları, dürüstlük abidesi demirci Kerim Usta, temizlik işçisi Meral abla, seyyar dondurmacı Zulfikar, diğer devlet dairesi müdürleri, başhekim ve müftü…
Ayrıca katılmak isteyen herkese de halk meclisinin kapısı açıktır. Kitapta halk meclisinin festival konusundaki istişare sürecinin ne denli saygın ve mantıklı tartışmalarla geçtiği ve herkesin fikrini özgürce dile getirdiği diyaloglardan da anlaşılmaktadır ki Kutlu’nun “ideal ülke”sinin yönetim biçiminde olmazsa olmazlardan birisi de halk meclisi yani istişare kültürüdür.
Bu ideal ülkede edebiyat, kültür, sanat, musiki ve manevi iklim gibi kaliteli toplumu ortaya koyan unsurların her biri de olmak zorundadır aslında yazara göre. Şelalebaşı Şenlikleri, Şelalebaşı Şiir Akşamları, Bodur Minare Mescidi Hocası Yahya Efendi’nin huzur ve muhabbetle dolu dini sohbetleri, Müzik Hocası Mehpare öncülüğündeki halk oyunları çalışmaları, Zurnacı Niyazi ve Davulcu Hamo Dayı gibi tipler işte o “ideal ülke”nin asli unsurları için sadece birer prototip olarak karşımızda durmaktadırlar.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.