Ne kül, ne pul, ne gül

Her gece savaş sabaha dek. Her sabah sulh geceye dek.
Her gece savaş sabaha dek. Her sabah sulh geceye dek.

Sanılmasın ki baruttan ve namludan bahsediyorum. Alnında yıldızlı bere taşıyanların ve omzundaki yıldızları hasta ruhlu bir acuzeye satmış olanların cinneti telaşa değmez nazarımda. Daha sert bir darbe dalgalanıyor kentin çeperlerinde. Sömürgeleşmiş zihinlerin işgal davetiyesi ve mürekkeple yaydığı dehşet dalgası. Şehrin eşrafı buna direniyor.

Nicedir her gece saatin zembereği boşalıyor. Yelkovan savruluyor. Akrep kendini sokuyor. Guguk kuşunun hırıltıları odama doluyor. Ordular yükseliyor toz koparan, üstüme yürüyor atlı ayan. Kargı, kılıç, mızrak. El, kol ve bacak.

Sabahın nefes alışıyla savaş arabaları geri çekiliyor. Duyulmaz oluyor palet gıcırtıları. Kesiliyor kulağımdaki ıslık. Acaba şimdi hangi vadide yankılanıyor, sinirlerimi ısıran çığlık?

Her gece savaş sabaha dek. Her sabah sulh geceye dek. Kıran kırana kavgalardan çıkıyorum, ne yenik ekin tanesi ne olgun başak olarak. Ben ne edeyim cancağızım?

Aydınlık ve aydınlanma düşüne düştüler. Sarsıntı topuklarına vurduğunda sadece ten ve avize için endişelendiler. Böylece yuvarlanıp gittiler.

Geceler zelzele olup vurur odalara, sallanır çivisi çıkmış yatak. Yürür dört duvar üstüne üstüne, sıkıştırır adamı. İrade gerek dayanmaya, irade. Külli, cüzi ve kader ne ki? Fısıltı fısıltı çatlaklardan dalar, beyni kemiren kurt. Şüphe yastığın altında. Bir dua dolanır dile, ‘kendim için kendimden Allah’a sığınırım.’

Geceleri gamsız, gündüzleri hayli uyanık olanlarsa karanlıkla ürkütüldüler. Aydınlık ve aydınlanma düşüne düştüler. Sarsıntı topuklarına vurduğunda sadece ten ve avize için endişelendiler. Böylece yuvarlanıp gittiler.

Kırık hatları gibi çete çete bölünmüş şehir, kavga kavga bilenmiş şehir. Abanıyor birbiri üstüne. Recmediliyor sokaklar. Kahpelerin meskeni olmuş köşe başları, fuhuş ne ki katliam pusuda, arkadan gizli saklı. Mertliği Toroslarda unutmuş eşkıya.

Sanılmasın ki baruttan ve namludan bahsediyorum. Alnında yıldızlı bere taşıyanların ve omzundaki yıldızları hasta ruhlu bir acuzeye satmış olanların cinneti telaşa değmez nazarımda. Daha sert bir darbe dalgalanıyor kentin çeperlerinde. Sömürgeleşmiş zihinlerin işgal davetiyesi ve mürekkeple yaydığı dehşet dalgası. Şehrin eşrafı buna direniyor.

  • Eşraf yani üstünde soluk alıp vermekte olduğu yeryüzü parçasını bırakmayı yüz karalığı bilen, başka bir yeri mekân tutmanın hayalini bile kurmaktan ar eden her insan. Onlar cesur, dimdik ve kararlı.

Toprak ayaklarının altından kayıyor korkuyla sinenlerin. Sürüklendikleri Batı çukurunda çöp ayıklıyor tüm vatansızlar. Farkında değiller belki ama hiçbir zaman Batının gözünde yeterince beyaz olamayacaklar, albino olsalar da biraz esmer kaçacaklar. Dünyevi olanı dileyenin, dünyada ona zilleti layık görenleri veli edinmesi trajik değil mi?

Kim bunun suçlusu diye sorulanda vebali üstüne alacak olan var mı?
Kim bunun suçlusu diye sorulanda vebali üstüne alacak olan var mı?

Minik ayakları ne de büyür kaçınca insanın ve çiğneyince çiçekleri. Her sevmeklik yolculuğunun sonunda öç alır gibi bakışlar. Büyük sarsıntı, gönül yerle yeksan. Kökleri koparılmış sevdanın, sürgün vermez artık. Firak, çölü korkutan kuraklık. Firar; neşeyi boğazlayan eğlence, yarayı kangrene çeviren ilaç, hafızayı intihara sürükleyen bellek.

Asrın ifritleri; kadına kadınlığından, erkeğe erkekliğinden ayrılık ve kaçışı tavsiye ettiler. Kadın ve erkek birbirine örtü olmayı hürriyeti tehdit bellediler. Mahremiyetin bir erdem değil engel olduğuna inandılar. Mahrumiyetten kaçarken mağlubiyete tutuldular. Kızlar ve erkekler diri diri gömüldü kurumuş bir hayata. Kim bunun suçlusu diye sorulanda vebali üstüne alacak olan var mı?

  • Vesvese, şehir ve sevda birer polis gibi bizi sorguluyor hazırlıksız yakalandığımız her gece. Akıl akıyor sağdan sola. Ağzının içinde çeviriyorsun az pişmiş yüreğini. Büyüdükçe büyüyor bu lokma ağzında. Şüphe, yeis, hasret adlı dev kulelerin gölgesi çöküyor ruhuna.

Bir destek umuduyla başkalarının eteğine yapışanları da hüsran bekliyor. Biliniyor, ak saçlı bilgeler kürsüde küle döndü. Biliniyor, devşirme dervişler pula secde etti. Biliniyor janti beyzadeler, ellerinde gül, Frenk dilberlerin kapısında. Öyleyse ne kül, ne pul, ne gül kabul edilecek onlardan.

Sorgudan alnının akıyla çıkmanın elbette vardır bir yolu. Bu yol bir sözle başlar ve aynı sözle biter. Felaha erdirecek ama bizi diri tututacak rahatsızlığı da yitirmemize izin vermeyecek o söz; İşittik ve itaat ettik. İşittik ve itaat ettik, kabulünü dileriz.