Neden yetim bir Peygamber?

Eğer bir kuş, kanatsız olduğu hâlde uçuyorsa bunun Allah’tan başka bir açıklaması yoktur.
Eğer bir kuş, kanatsız olduğu hâlde uçuyorsa bunun Allah’tan başka bir açıklaması yoktur.

Cenâb-ı Zülcelâl dünyayı değiştirecek insanın üzerinde kimsenin bir hak iddia etmesini murad etmedi. Evet, Peygamber’in yeryüzü projesindeki rolü üzerinde bir beşerin eli olmamalıydı. Bir insanın, bedenî olarak annesine ihtiyacı son bulduğunda annesini de alacaktı. Üzümü çelimsiz bir çöple veren Allah vesileleri görüp müsebbibü’l-esbâbın göz ardı edilmesini istemiyordu. Bu hakikatin Peygambere açıkça hatırlatıldığını görüyoruz: “O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duhâ, 6)

Şaire selam olsun, ne güzel özetlemiş! “Savaşın ortasında komutansız kalmak gibidir babasız kalmak.” Ya bir de 6. yüzyıl Hicaz’ında iseniz, bu savaşın ortasında teçhizatsız kalmak, hatta kundaksız doğmak anlamına gelirdi. Çünkü öz evlatların diri diri toprağa gömüldüğü bir çağda yaşıyorsunuzdur. Çünkü “Mâmûre-i dünyâ o zamanlar buhranlar içindeydi. Bugünden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta. Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.” Öyle devirdi ki bir insan öldüğünde kardeşleri veya çocuklarından kim önce gelip cübbesini dul kadının üzerine atarsa onun malı olurdu. Ardından ister satar ister döşeğine alırdı. İslam’ın gelişiyle insanlığın yüzündeki bu kara leke temizlendi: “Babalarınızın eşleriyle nikâhlanmayın. Geçmişte olan geçmişte kaldı. Şüphesiz o çok iğrenç, çok çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”(Nisa, 31)

Bununla birlikte cahiliye karanlığına gömülü toplumda en fazla zulme maruz kalan zümre yetimlerdi. Varis olamadıkları gibi kaderine terk edilen birçok yetim köle diye satılıyordu. Kısacası, şirk toplumundaki kötülük binasının istinat duvarıydı yetimler. Klasik siyer kitapları ısrarla Efendimizin yetim kalmasına rağmen yetim gibi büyümediğini anlatır. Bunun sebebi peygamberlik öncesi hayatında bile ona bir eksiklik isnat etme endişesidir. Hâlbuki yetim kelimesinin anlamında “eşsiz olmak” gibi bir ince anlam var. Arapçada nadir bulunan ve sedeften çıkan iri inci tanesine “dürr-i yetim” denir.

Hâlbuki yetim kelimesinin anlamında “eşsiz olmak” gibi bir ince anlam var.
Hâlbuki yetim kelimesinin anlamında “eşsiz olmak” gibi bir ince anlam var.

Din ve bilim öncülerinin ortak kaderi

Peki, sadece risâletin son temsilcisi mi böyle? Hayır! Kuran’da hayatları ile ilgili ayrıntı verilerek isimleri en fazla zikredilen iki peygamberin de babasız büyüdükleri vurgulanır; Hz. İsa ve Hz. Musa. Demek ki şuan dünyada en fazla mensubu olan üç dinin peygamberi babasız büyümüş kişiler. Sanki ileride büyük vazifeler icra edecek ve insanüstü zorluklara göğüs gerecek şahsiyetler bilinçli olarak yetimlerden seçiliyor ya da yetim kalmak bu seçime mazhar kılıyor insanı. İşin garip yanı, bu sadece peygamberlere mahsus bir durum değil. Tarih boyu insanlığa hizmeti dokunmuş, yerkürede kalıcı izler bırakan kişilerin neredeyse tamamının kaderi aynı. Ya babasız doğmuş ya da babasız kalarak hayatın şafağında çelimsiz bedenlerinin üzerine kara bulutlar çökmüş. Bilim, sanat ve siyaset başta olmak üzere çeşitli alanlarda insanlık tarihinin kaderinde önemli etkileri olmuş Copernicus, Newton, Darwin ve Gandhi gibi isimler bunlardan bazıları. Fakat liste bu kadarla sınırlı değil. Prof. Martin Eisenstadt, Britannica Ansiklopedisi’ni okurken bu gerçeği fark ediyor. Bu defa ansiklopedideki önemli isimlerin biyografilerini bir de bu gözle baştan sona inceliyor ve dünyayı yetimlerin yönettiği şeklinde ilginç bir kanaate ulaşıyor.

Kemâl-i insan, noksanı itiraftır

O hâlde soru şu: Bir şeyler başarmak için yetim olmak şart mı ya da bir şeyler üretmek için anne babaya sahip olmak bir engel mi? Bu soruya “evet” demek kolay değil, ama bir gerçeği teslim etmek zorundayız. İnsanın en büyük felaketi tamam olmasıdır. Tamam olma duygusu, insanın en büyük konforudur. Rahat ve rehavet kadar insanı pasifleştiren, kısırlaştıran bir şey yoktur. İnsan eksik olduğunu bildiği için teknoloji üretti. Öyle ya yeryüzünde insan dışında hiçbir canlı teknoloji üretme ihtiyacı hissetmedi. Çünkü insan dışındaki bütün canlılar kendilerine yetecek şekilde yaratılmıştır. İnsanı hayvandan ayıran en önemli yanı onun bir kemal arayışında olmasıdır. Kemal ise malum, bir yetinin kuvveden fiile çıkmasıdır. Ehl-i hikmetin tabiriyle her şey zıddıyla münkeşif olur. İnsan eksikliğini bilen hayvandır. Bundan dolayı insan için en büyük felaket tamam olduğu düşüncesidir.

Ehl-i hikmetin tabiriyle her şey zıddıyla münkeşif olur.
Ehl-i hikmetin tabiriyle her şey zıddıyla münkeşif olur.

Dünyadaki en olağanüstü keşifler, en harikulade sanat eserleri kaos dönemlerinde ortaya çıkmışlardır. Savaş dönemlerinde doğum oranlarının artışının arkasındaki psikolojik saik de bu değil mi? Sonuç olarak, bir insanı üretmeye sevk eden şey eksikliğini fark etmesi ve emsallerine göre bir şeylerinin eksik olmasıdır. Herkes gibi doğup büyüyen birinden herkesten farklı biri olması beklenemez. Sıradan sebeplerden olağanüstü sonuçlar çıkmaz. Onun böyle biri olmasına sebep olan, diğerlerinden farklı kılan bir şeyler olmalı. İşte bu farklılığın en fazla rastlanılanı yetimliktir. Bir toplumda yetimler kenara itilmişse orada sosyal adalet yok olmuş demektir. Bozulmuş bir toplumun yeniden adalet yörüngesine oturması da yine kenara itilen kişiler eliyle gerçekleşir. Açıp bakalım, tarih, bir kenara itilmiş kişi ve gruplar eliyle gerçekleşen sayısız devrime ve toplumsal dönüşüme şahit olmuştur.

Doğa ve tarihte kenar etkisi

Yanlış anlaşılmasın, kenarın merkezi yeniden dizaynı sadece insan topluluklarında görülmüyor. Aynı kenar etkisi durumu doğada da var. Ekolojide örneğin kenar etkisi, doğadaki verimliliğin birbirlerinden farklı özelliklere sahip toprak örtüsünün kesiştiği eşikte gerçekleştiğini anlatan bir tezdir. Toprağa saçılan tohum hava ile toprağın kesiştiği prizmada hayat bulur ve hem köke hem de göğe doğru serpilir. Keza denizde canlılığın en yoğun olduğu yerler, dip ve yüzey kısımlardır. Milyonlarca bitkiye hayat veren toprak, hava ve yerkürenin kesiştiği kenardır. Ormanla çayırların bitiştiği yer, en ender bitkilerin yetiştiği, en verimli bölgelerdir. Denizin karaya bitiştiği kıyılar, endemik bitkilerin en bol olduğu, yeraltı canlılarının en fazla çeşidinin bulunduğu yerlerdir. İnsan anatomisinde durum farklı mı? Akciğerimizdeki fraktal dallanmaların uçlarındaki alveol kesecikleri, oksijenin kanla temasını sağlıyor.

Milyonlarca bitkiye hayat veren toprak, hava ve yerkürenin kesiştiği kenardır.
Milyonlarca bitkiye hayat veren toprak, hava ve yerkürenin kesiştiği kenardır.

Aynı şekilde vücudumuzun her yerini saran damarlar kandaki değerleri, damar kenarları ile dokunun ihtiyacı olan şeyleri hücrelere ulaştırıyor. İnsan ve toplum tarihi açısından da benzer şeyler söyleyebiliriz. Toplumlar kenar mahalle dediğimiz yerlerin etkisiyle yıkılır veya yeniden yapılanır. Bir ülkenin en kenar tarafı, ülkenin en önemli meselesidir. Yüzyıllarca İslam’a sancaktarlık yapmış Türk devletleri uzun dönem Arap devletleri tarafından kenar muamelesi gördü. Osmanlı başlangıçta Selçukluların en küçük ve en kenar beyliği idi. Dünyanın merkezinden uzak, kenar bir coğrafya sayılan Arabistan’da Kureyş’in, özellikle Efendimizin doğduğu yıllar gücünü kaybetmiş ve kenara itilmiş kabilesi olan Haşimoğullarından ve kardeşleri içinde kurban edilmek istenen kenar bir ferdinden bir çocuk dünyaya geldi. Bu çocuk babasız doğduğu için devrin şartları gereği hep kenarda kalacaktı. Görüldüğü üzere, kenar teorisi kâinatın en esrarlı yanlarını saklar içinde.

  • Yine hikmetli bir şair “Kuş kuludur kanadının; konamaz yoksa” der. Allah kulunun kolunu kanadını kırarak onu kanadına kul olmaktan sıyanet buyurdu. Eğer bir kuş, kanatsız olduğu hâlde uçuyorsa bunun Allah’tan başka bir açıklaması yoktur.

Baba-oğul ilişkisi ya da mahrumiyetten mahrum olmak

Sahiden insan babası ölünce çocuk olmaktan kurtulur. Babası yaşayan insan hâlâ çocuktur. Yetimlerin üretken olmalarının en önemli sebeplerinden biri, sürekli kendilerini koruyup kollayan bir babadan mahrum olmalarıdır. Zira mahrumiyet muhayyilenin en mukavvim unsurudur. Einstein hayal zekâdan daha önemlidir, der. Zekâ sınırlı, hayal ise sınırsız. İnsanın üretken yanı hayal kuvvesidir. Bugün mahrumiyetten başka bir mahrumiyeti olmayan modern zihnin algılamakta zorlandığı husus bu. İnsanın bir şeylerden mahrum olması onu özel kılar. Mahrumiyet; yani bir şeyler kendisine haram olmuş, bazı şeyler kendisinde gerçekleşmemiş… Haram ay özel bir zaman dilimini, harem özel bir mekânı ifade eder. Mahrum insan, özel kişidir. İtiraf edelim, baba ve evlat arasında daima gizli bir rekabet vardır. Baba otoriteyi temsil ediyor.

İnsanın ilk çatışma alanı olan ailede bir çocuğun ilk rakibi babasıdır. Bu rekabet güçsüz tarafı sürekli boyun eğmeye zorlar. İnsandaki muhalefet duygusunu, itiraz etme ve görüş bildirme dürtüsünü tahrip eder. Farkından olmadan baba karşısında sinikleşen kişi, zamanla baba yerini alan, başta devlet olmak üzere bütün otoritelere karşı aynı tavrı geliştirir. Baba ile yaşanan bu gizli çatışmanın açığa vurması çok gözlenen bir şey değildir. Hâliyle insanın varlığını ispat etme pahasına babasının konforlu kollarını terk edip onun otoritesine başkaldırması kolay değildir. Hülasa, işin libidinal kısmını bir kenara bırakırsak, Freud’un Oidipus Kompleksi hâlâ üzerinde düşünülmesi gereken bir teoridir. Ayrıca yetimlik erken yaşta sorumluluk sahibi yapar insanı. Yetim insanlardaki yüksek farkındalık gücünün sebebi budur.

Mesuliyet hissi gelişmiş insanların duyarlılıklarının diğer insanlara göre daha fazla olması da bundan ileri gelir. Yetimlerin yüzlerinde hüzün menevişlenir, seslerinde derin bir sızının izlerine rastlanır. Ağladıklarında gözyaşları erimiş bir gümüş gibi ılgıt ılgıt süzülür kireç beyazlığındaki yanaklarından. Dünya düğün yeri olsa yetime perdedarlık düşer. Bir konuşmaya dursun, daha ağzının içindeyken paslanır kelimeler. Hep yanık kokusu gelir nefeslerinden. “Birden bire dalıp gitmektir uzaklara yetim olmak” der şair. Dikkat ederseniz, bu vasıflar aynı zamanda tarih boyu büyük insan topluluklarına tesir etmiş, tarihe yön veren şahsiyetlerin de ortak özellikleridir.

Peygamber'in yetimliğinde hikmet örgüsü

Efendimizin yetimliği hikmetlerle doludur.
Efendimizin yetimliği hikmetlerle doludur.

Siyer özeline dönelim. Efendimizin yetimliği hikmetlerle doludur. Allah Teâlâ son ve kıyamete kadar baki kalacak yeryüzü projesinin varisini bu büyük ve çetin sorumluluğu üstlenecek iradeye sahip birinden seçti. Babası bir kâhinin irşadı ile son anda kurban edilmekten kurtulmuş ve kaderin bir cilvesi olsa gerek, hayatını kurtaran kâhinin meskûn olduğu yerde; Ebva’da vefat etmişti. Bir insanın dünyaya gelmesinde babaya ait olan kısım tamamlanınca, yani bir insanın yaratılmasında babanın tevessülü son bulduğunda, Allah onu babasız bıraktı. O günün dünyasında baba bir insan için her şey demekti. Kişi ismini babasından (ibn), baba evladından (ebû) alıyordu. İnsanlar birbirlerine isimleriyle değil babaları ya da evlatlarının isimleriyle hitap ediyordu. Baba aynı zamanda kimliği oluşturan bir figürdü.

Evladın üzerinde babanın hâkimiyeti temellük düzeyindeydi. Bütün bunlar sanıyorum babasız kalmanın o günün şartlarında bir insan için nasıl bir boşluğa sebebiyet verdiğini ve yetimlerin toplum içinde ne kadar sahipsiz kalabileceklerini göstermesi için yeterli. Yine de Cenâb-ı Zülcelâl dünyayı değiştirecek insanın üzerinde kimsenin bir hak iddia etmesini murad etmedi. Evet, Peygamber’in yeryüzü projesindeki rolü üzerinde bir beşerin eli olmamalıydı. Bir insanın, bedenî olarak annesine ihtiyacı son bulduğunda annesini de alacaktı. Üzümü çelimsiz bir çöple veren Allah vesileleri görüp müsebbibü’l-esbâbın göz ardı edilmesini istemiyordu. Bu hakikatin Peygambere açıkça hatırlatıldığını görüyoruz: “O seni yetim bulup barındırmadı mı?”(Duhâ, 6) Yine hikmetli bir şair “Kuş kuludur kanadının; konamaz yoksa” der.

Allah kulunun kolunu kanadını kırarak onu kanadına kul olmaktan sıyanet buyurdu. Eğer bir kuş kanatsız olduğu hâlde uçuyorsa bunun Allah’tan başka bir açıklaması yoktur. Dahası Peygamberimiz anne baba gibi insanın en doğal dayanaklarından bile mahrum edilerek onların minnetinden dahi korunmuştur. Bunun bütün insanlığa yönelik bir meydan okuma olduğu açık. Allah yeryüzünü görev yeri olarak kendisine emanet ettiği şahsı bütün beşerî vesilelerden arındırarak âdete zât-ı ulûhiyetinin ispatını irade eder.

Peygamber bu yola tek başına çıktığında siz yoktunuz. Hatta mağarada da yoktunuz. Dolayısıyla onun önderlik ettiği davadan sakın hisse kapmaya, rol çalmaya kalkmayın!
Peygamber bu yola tek başına çıktığında siz yoktunuz. Hatta mağarada da yoktunuz. Dolayısıyla onun önderlik ettiği davadan sakın hisse kapmaya, rol çalmaya kalkmayın!

Bu gerçeği ileriki yıllarda İslam’ın egemenliğinden hisse almaya çalışan kişilere karşı bir kere daha hatırlatacaktır: “Eğer siz ona (Peygambere) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı. Onlar mağaradaydı; o, arkadaşına ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona huzur ve güvenlik duygusunu indirdi. Onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 40)

Burada âdeta şöyle deniyor: Peygamber bu yola tek başına çıktığında siz yoktunuz. Hatta mağarada da yoktunuz. Dolayısıyla onun önderlik ettiği davadan sakın hisse kapmaya, rol çalmaya kalkmayın! Yine bir ayeti hatırlayalım: “Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler. De ki: Müslüman olmanızla beni minnet altında tutmayın. Hayır, eğer doğru kimselerseniz, sizi imana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır.”(Hucurât, 17)

Son söz yine Peygamber şairinin olsun:

  • “Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi / Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet / Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret”