Siyer neyimiz olur?

İnsan geçmişe gelecek için ihtiyaç duyar, geçmişi de gelecek için ve geleceğe göre kurar.
İnsan geçmişe gelecek için ihtiyaç duyar, geçmişi de gelecek için ve geleceğe göre kurar.

İslam’ın doğduğu coğrafyayı seyahat İslam’ın beş rüknünden biridir. Çünkü bir olgu onu çevreleyen zaman ve mekân unsurundan bağımsız anlaşılamaz. İslam’ın doğduğu mekânın ziyareti nasıl İslam’ın tamamlayıcı şartlarından biriyse, ortaya çıktığı ve yaşandığı zamanın bilinmesi de olgunun anlaşılmasının şartlarından birini oluşturur. Bu sebeple siyerden yani zamandan koparılan ayet ve hadis anlamından kopar. Anlamdan kopuş nassı her türlü yoruma açık hâle getirir.

Hikâyemizdir

İnsan hikâyeden ibarettir. Hayvanların hikâyeleri olmaz. Çünkü hafızaları yoktur. İnsanın tarihi, hayvanın ise geçmişi olur. Tarihsizlikleri hafızasızlıklarındandır kısaca. Bir tarihe sahip olmadıkları için de toplum oluşturamazlar. Şu kadarı var ki bir tarihe sahip olmak için geçmişin olması yeterli değildir. Geçmiş ancak bir hikâye ile tarih olur. Ümmet-i Muhammet olma şuurumuz ortak bir hikâyeye sahip olmamıza daha doğrusu hikâyemizden haberdar olmamıza bağlı. Öyküsü ortak olmayan hiçbir birliktelik gerçek değildir. Bütün fertlerine aidiyet şuurunu ancak ortak bir geçmiş yani tarih bilinci kazandırabilir. Ayrıca bir hikâyeden mahrum/madum olmak sadece aidiyetten yoksun bırakmaz, gelecek tasavvurunu da yok eder. Çünkü âti, mâzide saklıdır.

Bir Müslüman için tarih Efendimiz’in Hira’dan inişiyle başlar. Siyer tarihin başladığı ilk devirdir, Müslümanların ortak hafızasıdır.

Hafızamızdır

Geçmişi olmayanın geleceği olamaz. Tarih şuuru olmayan bir toplum, cemaat değildir. Çünkü toplumsal şuur maziyle kaim olan bir şeydir. İnsanın geçmişle ilişkisi diyalektiktir. Geçmişi algılama şekli bugünkü kimliğini oluşturduğu gibi bugünkü kimliği de geçmişi algılayışını belirler. Hulasa şuursuzluğumuz cemaat olamayışımızdan, cemaat olamayışımız da bir tarih bilincinden mahrum olmamızdan kaynaklanıyor. Bir Müslüman için tarih Efendimiz’in Hira’dan inişiyle başlar. Siyer tarihin başladığı ilk devirdir, Müslümanların ortak hafızasıdır. Mesela “Okçular tepesini terk etmeyin” ifadesi, bu ifadeyi işitenin anlam ve his dünyasında en az ezan-ı Muhammedî kadar bir tesir meydana getirmiyorsa “ortak hafıza”dan bahsedilemez.

Bir Müslüman için tarih Efendimiz’in Hira’dan inişiyle başlar.
Bir Müslüman için tarih Efendimiz’in Hira’dan inişiyle başlar.

Vahyin Menzilidir

Siyer Kuran’ın menzilidir. Taşköprüzâde merhum “Bir bilgi ancak menziline vardığınızda size nazil olur.” der. Nüzul menzile tâbidir. Hadis sünnetin, sünnet Kuran’ın, Kuran siyerin içindedir. Siyer, Kuran, sünnet ve hadisi çevreleyen hem zaman hem mekân zarfıdır. Kuran bu çemberin merkezinde bütün sistemi çalıştıran atom çekirdeği mesabesindedir. İslam’ın doğduğu coğrafyayı seyahat İslam’ın beş rüknünden biridir. Çünkü bir olgu onu çevreleyen zaman ve mekân unsurundan bağımsız anlaşılamaz. İslam’ın doğduğu mekânın ziyareti nasıl İslam’ın tamamlayıcı şartlarından biriyse, ortaya çıktığı ve yaşandığı zamanın bilinmesi de olgunun anlaşılmasının şartlarından birini oluşturur. Bu sebeple siyerden yani zamandan koparılan ayet ve hadis anlamından kopar. Anlamdan kopuş nassı her türlü yoruma açık hâle getirir. Birden fazla yorum ve anlayışın en temel sebeplerinden biri de vahyi vakıadan koparmaktır. Bir nassın anlamına ulaşmanın en doğru yolu, o ayetin indiği dönemden öncesi ve sonrasına bakmaktır.

Hak ile Batılı Ayırandır

Demek oluyor ki bir bütün olarak siyer, yirmi üç yıllık zaman dilimi içerisindeki değişiklikleri görme fırsatı verir. Siyer ilminin kurucusu sayılan, aynı zamanda Hz. Aişe’nin yeğeni olan Urve b. Zübeyr’in bir ayeti anlamada yaşadığı problem, vahyin vakıadan, nassın siyerden koparıldığında nasıl bir anlam sorunu ortaya çıktığını gösteren en ilginç örneklerden biridir. Urve, “Safa ve Merve Allah’ın şiarlarındandır. Kim hac ya da umre yaparsa bu ikisini tavaf etmesinde bir sakınca yoktur”(Bakara, 158) ayetini teyzesi Hz. Aişe’ye sorar. Problem şu ki; Safa ve Merve arasında sa’y, hem haccın hem de umrenin şartlarından biridir. Fakat ayet-i kerime bunu bir şartın ifâsını emreder bir dille değil de ibâha ifade eden tarzda söylüyor. Bu da ayetin anlaşılmasını imkânsızlaştırıyor.

  • Sonuçta Hz. Aişe’nin ayeti indiği dönemin zamansal zeminiyle beraber tefsir edişi, müşkülü gidermeye yetiyor. Hadisenin aslı şudur; Cahiliye döneminde, hatta Mekke fethedilene kadar Safa ve Merve’de iki put vardı. Mekke fethinden sonraki ilk hac esnasında Müslümanlar Safa ve Merve’deki putlar yıkılmış olsa da orada say yapmakta bir tereddüt yaşadılar. “Acaba burada sa’y yapmamıza engel olan putların varlığı mı, yoksa İslam’dan önceki hacdan kalma bir menasik olan sa’yin kendisi mi?” diye düşündüler. İşte ayet-i kerime böyle bir bağlamda nazil oldu.

Dikkat edileceği üzere, Kuran giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bir olayı tahlil eder bir tarzda nazil olmuyor. Zaten muhatapları içinde bulundukları hadisenin aktörleri olduğu için direkt konuyu en kritik yerine temas ederek ele alıyor. Bu hadise siyerin, Kuran’ın ayrıca menzilini göstermesi açısından sembolik bir örnektir.

Nasları Bir Arada Tutandır

Siyer’in tıpkı Kuran gibi hadis ve sünnetle ilişkisi de böyledir. Siyeri zemininden kopardığınızda Efendimiz’in sözlerinin varlık zemini kaybolur. Anlam buharlaşır. Çoğu zaman sorusuz cevaplar gibi kalır. Hadisler, Efendimiz’in hayatından alınmış fotoğraf karelerine, sünnet ise bu fotoğrafların birleşiminden oluşan video sahnelerine benzer.

Siyer bu video sahnelerinin tamamının bir senaryo içinde anlamlı şekilde birleştirilmesinden oluşturulmuş filmin kendisidir. Bir fotoğraf karesi birçok şey ifade edebilir. Fakat o karenin içinde bulunduğu videonun tamamına aykırı bir anlam/sonuç yüklenemez. O sahnede filmin içinde bütüne aykırı, bütünden kopuk bir anlam taşıyamaz.

  • Bir örnek; Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadis- i şerifte Efendimiz şöyle buyurur; “Bir kişi öldükten sonra, arkasında kendisi için ağlayanlardan dolayı azap görür.” (Müslim) Bu hadis Hz. Aişe’ye ulaşır.

Hemen hadisin bağlamını zikrederek doğru anlamı ortaya çıkarır. Hadisenin aslı şudur; bir gün Efendimiz Yahudi birinin mezarının başında ağlayan insanlar görünce “Onlar ağlıyorlar. O ise (bu durumdan kayıtsız) mezarda azap çekiyor” der. (Müslim) Fakat bu söz mezardakinin kabir azabı çekmesinin yukarıda ağlayanlardan kaynaklandığı anlamına gelmez.

Bağlamı Bulandır

Bu iki örnek, söz, mekân bağlamından yani bir hadis sünnetten, sünnet de büyük bağlamı olan siyerden koptuğunda nasıl bir sonucun ortaya çıktığını gösteren ibretlik bir tablo sunuyor. İkisinden anlaşılacağı üzere siyer, İslam’ın emir ve yasaklarının tamamının varlık zeminini oluşturur. İslam’ın bütün emir ve yasakları siyerin anlam ve siyaset örgüsü içinde yer alır. Siyer yaşanmış İslam’dır, siyaset-i nebidir. Efendimiz’in bir sözünün, onun hayatının tamamının içinde kazandığı anlamı göstermesi açısından şu misale bir bakalım; Efendimiz bir hadisi şerifte “Müslüman bir delikten iki defa sokulmaz” (Buharî, Müslim) buyurur. Fakat bu hadisin sadır olduğu iki bağlam vardır. Biri zaman, ikincisi mekân… Bu iki bağlam hadisi çevreleyen ve onun anlamını ifşa eden iki önemli unsurdur. Bağlam şudur; Bedir Savaşı’nda esir alınan müşriklerden biri Ebu Azze idi. Bu şahıs Peygamberimiz’e “Ey Muhammed, benim beş kızım var. Beni bağışla! Eğer beni affedersen, bir daha senin karşına çıkıp savaşmam” dedi.

Siyer yaşanmış İslam’dır, siyaset-i nebidir.
Siyer yaşanmış İslam’dır, siyaset-i nebidir.

Bunun üzerine Peygamberimiz bu adamı serbest bıraktı. Daha sonra Kureyş, Bedir’in intikamını almak için hazırlıklara başlayınca Safvan bin Ümeyye, Ebu Azze’ye gelerek onu savaşa davet etti. Fakat Ebu Azze “Ben Muhammed’e söz verdim” deyince Safvan “Eğer ölürsen, bütün kızlarını kendi kızlarıma eşit tutacağım. Yok, eğer hayatta kalırsan ölene kadar tüketemeyeceğin kadar sana mal veririm” diyerek Ebu Azze’yi ikna etti. Bunun üzerine söz konusu şahıs Uhud Savaşı’na katıldı ve tekrar esir edildi. Uhud’da müşriklerden alınan tek esir oydu. Rasulullah’ın huzuruna getirdiklerinde, Bedir esareti sırasında söylediği şeyleri tekrar edince, Rasulullah Efendimiz “sana, ben Muhammed’i iki kere kandırdım dedirtmem. Bir mümin aynı delikten iki kere sokulmaz” buyurarak öldürülmesini emretti. Misalde görüldüğü gibi, siyer bir hadisin varit olduğu ortam ve şartları belli olay örgüsü içinde hikâye eder.

Siyaset ve Siyâdetimizin Teminatıdır

Sonuç olarak 21. yüzyılda Müslümanların bir türlü olması gerektiği gibi ve olması gerektiği kadar varlık gösteremediği belki de en önemli mevzi siyasettir. Bunun sebebi siyerin Müslümanlar nezdinde olması gereken yerde olmayışıdır. Siyer siyasetin, siyaset de sıyâdetimizin hem referansı hem garantisidir. Siyerden yani peygamberî siyasetten uzaklaşmış bir ümmet-i Muhammed hem ümmet olma vasfını hem de dünya üzerindeki kudretini kaybetti. Hâlbuki siyeri bir ilim olarak ortaya çıkaran zemin siyasettir. Siyer Hz. Peygamber’den sonraki devlet yöneticilerinin uluslararası alanda uygulamalarının tespiti ve icrası bağlamında ortaya çıkmıştır. İlk defa siyeri oluşturan malzemelerin bir araya getirilmesinde, dönemin idarecilerinin Hz. Peygamber’in devletlerarası münasebetlerde izlediği yöntem ve uygulamalara yönelik sordukları sorulara, muhaddislerin verdikleri cevaplar oluşturur. Ayrıca fıkıh literatüründe siyer devletlerarası hukuk anlamına gelir.

Siyer siyasetin, siyaset de sıyâdetimizin hem referansı hem garantisidir.
Siyer siyasetin, siyaset de sıyâdetimizin hem referansı hem garantisidir.

Devletlerin savaş ve barış dönemlerinde üstlenmesi gereken yükümlülükler, Müslüman devletin gayrimüslimlere karşı tutumlarının konu olduğu bölümler siyer olarak adlandırılır. İbadet ve muamelatla ilgili hadisler fıkhı, ahlâk hadisleri tasavvufu, inanç düşünce içerikli hadisler akait ilmini oluştururken, uluslararası hukuku tazammun eden rivayetler de siyer ilmini ortaya çıkarmıştır. Hatta İmam Ebu Hanife’nin büyük talebelerinden İmam Muhammed’in bu alana dair yazmış olduğu eserlerin es-Siyerü’l Kebir ve es-Siyerü’s Sağir şeklinde adlandırılması daha ilk dönemlerden itibaren siyerin devletin siyaset hukuku anlamında kullanıldığını gösterir. Hülasa, insan unutmayan yani tarihi olan bir hayvan olduğundan dolayı hatırladığı kadar hatırı sayılır. Fert olarak da öyle toplum olarak da… İnsan geçmişe gelecek için ihtiyaç duyar, geçmişi de gelecek için ve geleceğe göre kurar. Çünkü geçmiş hiçbir zaman bitmez gelecek ise mutlaka gelecek.