Nuh'un Gemisi'ne binmeyenleri hangi vicdan kurtarabilir?

İmansız ve salih amelsiz bir vicdana ne kadar güvenebiliriz?
İmansız ve salih amelsiz bir vicdana ne kadar güvenebiliriz?

Tarih boyunca kendine, kendi zihin ve egosuna, zevklerine, rahatına düşkün insanlarınbir ömür boyu putlar icad ettiklerine şahit tutar bizi Kur’an. Taşlarla, metallerle veyatahtalarla somutlaştırılıp kentin, köyün merkezine dikilen bu putlar, insanın zayıflığınınve aslında bu cansız nesnelerden yardım isteyişinin işaretidir.

Zihin, hırslara hak libası giydirmekte mahirdir. Murakabe ve muhasebe bunun için gereklidir. İnsanın kendine kurduğu tuzaklardan kurtulması için...

İnsanın olayları, durumları, yaşadıklarını, duygularını hırslarına ve ihtiraslarına göre yontması ve şekillendirmesi kolaydır. Çok kolaydır.

Bu murakabe ve muhasebenin de salt vicdan denilen şeyle sağlanması mümkün değildir. Çünkü vicdan da şekillenen bir şeydir. İmansız ve salih amelsiz bir vicdana ne kadar güvenebiliriz? Eğer bizi durduracak belirgin ve net bir sınır yoksa kendimiz sınırlar icad ederiz. Bu sınırlar da insanın yürüyüş macerası boyunca değişir. Her yeni düşünceyle, fikirle, felsefeyle tanıştığımızda ve bunlardan ister istemez etkilendiğimizde; yeni bir doğrular skalamız oluşur. Hem doğrular hem de yanlışlar. Hem iyiler hem de kötüler.

Nasıl bileceğiz hangilerinin sığınılacak mekanlar olduğunu? Bir depreme dayanıklı olduğunu? Rüzgarlar sert estiğinde, fırtına çıktığında hangi evlerin çatılarının uçmayacağını?

İnsan zihninin ürünü olan bu düşüncelere güvendiğimizde bizim gibi düşünmeyenler bize şunu soracaklardır: Sen bunların doğru ve iyi olduğunu, şunların da yanlış ve kötü olduğunu iddia edip bunlara inanıyorsun ama senin gibi, sizin gibi düşünmeyenler de var. Onlar (yani biz demek istiyorlar) sizin kabul ettiğiniz şeyleri kabul etmiyorlar.

Irmağın bir tarafında siz varsınız diğer tarafında onlar. Aynı malzemeleri kullanarak evler inşa etmişsiniz. Birbirine çok benzeyen evler. Ya da birbirinden tamamen farklı evler. Ama iki taraftaki insanlar da kendi evlerinin sığınılacak evler olduğu iddiasından vazgeçmiyor. Nasıl bileceğiz hangilerinin sığınılacak mekanlar olduğunu? Bir depreme dayanıklı olduğunu? Rüzgarlar sert estiğinde, fırtına çıktığında hangi evlerin çatılarının uçmayacağını? Ya da bir büyük yangından ateşten bizi kurtaracak olan evler hangileridir? Neyle, hangi ölçüyle bunları birbirinden ayırt edebiliriz? Bütün bunları hangi ölçüye göre veya hangi ölçüye/mihenge vurarak zihnin, egonun, nefsin kandırmacalarını, kurgularını ortaya çıkarabiliriz?

Tarih boyunca kendine, kendi zihin ve egosuna, zevklerine, rahatına düşkün insanların bir ömür boyu putlar icad ettiklerine şahit tutar bizi Kur’an. Taşlarla, metallerle veya tahtalarla somutlaştırılıp kentin, köyün merkezine dikilen bu putlar, insanın zayıflığının ve aslında bu cansız nesnelerden yardım isteyişinin işaretidir. Kendisini aldatmış bu zavallı yaratık, içindeki tutarsızlık ve aptallıktan kurtulmak için bu yola başvurmuş. Ve üstelik bunu tek başına da yapmıyor. Kollektif bir akılsızlıkla karşı karşıyayız. Putlarını, yalanlarını somutlaştırarak onları gerçek kılmak isteyen bu güruh, sonunda onları yerle bir eden hak elçisine neden iman etmiyor?

  • Daha önemli soru ise şudur: O topluluğun içinde zeki, düşünebilen, kavrayışı güçlü hiç mi insan yoktu(r)? Üstelik ırmağın iki tarafının kendilerini dünyanın en akıllıları addeden insanlar tarafından işgal edildiği böyle zamanlarda, bir insan çıkıp suyun üstüne bir ev inşa etmiştir. Buna rağmen Allah’ın onlar için gönderdiği bu seçilmiş haberciye kulak vermemişlerdir.

Aslında şok anlarında fi enfüsihim/vicdanlarında beliren hakikate meylederler, fakat hemen sonrasında kabullenmiş oldukları ve bir ahtapot gibi her taraflarını ele geçirmiş olan o pis geçmişleri, geçmişlerindeki kandırmacalarla besledikleri o zihinsel kurguları kendilerini kıskıvrak yakalar. Onlar da kendilerini inandırdıkları o fikşınlarına, kurgularının tahkim ettikleri alışkanlıklarına köle olmaya/kalmaya devam ederler. Onların içinde iyi denilen vicdanlı insanlar da vardı. Fakat onlar da vicdanlarına kapılarak hakikatin sesine kulak vermediler. Vicdanlarına olan güvenleri onları gemiye binmekten alıkoyan birer lat, uzza, menat oldu. Hakikatle aralarına ördükleri bir kibir dağına dönüştü vicdan.

Allah’ın berrak ve duru vahyiyle doğrudan muhatap olup suyun üstüne ev inşa eden seçilmişler devri, miladi 632’de son buldu.
Allah’ın berrak ve duru vahyiyle doğrudan muhatap olup suyun üstüne ev inşa eden seçilmişler devri, miladi 632’de son buldu.

Demek ki çok steril bir yaşam sürse bile, ilahi hakikatleri haykıran bir peygambere kulak vermeyen ve ona ittiba etmeyen bir kişinin vicdanına, vicdanının hükmüne güvenemeyiz. Bazen doğruya rast gelip bunu dillendirse de, bu bir rüyanın bağlayıcılığından daha zayıftır. Çünkü o kişi hak dini reddetmekle gerçeklikten uzak bir karanlık uykuya razı olmuştur. O kişi sayıklamaktadır.

Dünya gözüyle ve kulağıyla onu takip etmek ve dinlemek bize zevk verse de onun söyledikleri bulanık ve karmaşıktır. Edğasu ehlamdır. Ancak kendisinde Yusufluk olanlar bu sayıklamalardan bizim hayrımıza olacak bir şeyler tabir edebilir.

Allah’ın berrak ve duru vahyiyle doğrudan muhatap olup suyun üstüne ev inşa eden seçilmişler devri, miladi 632’de son buldu. Fakat O’nun inşa tekniklerinin yer aldığı Kitab-ı Mübin ve Kütüb-ü Tis’a en güvenilir kaynaklar olarak elimizdeler. Bazılarımızın da hafızalarında.

Öyleyse Allah’ın Seçkin Elçisi’nin ‘Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış.’ hadisini, Resulullah’ın “Şurası muhakkak ki, helaller apaçık bellidir, haramlar da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında ise insanların çoğunun hükmünü bilmediği şüpheli şeyler vardır.

Artık kim bu şüpheli alandan kaçınırsa, dinini de, ırzını da temiz tutmuş olur. Kim de şüpheli alana girerse harama girmiş olur. Tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğun sınırlarını ihlal etmesi yakındır. Şunu bilin ki, her melikin bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu da haramlarıdır.’ uyarısıyla daha iyi anlayabiliriz.