Olan biten her şey sadece "şiir"e varmak içindir

​Süleyman Unutmaz.
​Süleyman Unutmaz.

Sanat, hayatın şiddetini de güzelliğini de, bir ya da birkaç kat daha yukarıdan ifade eder. Sanatın büyüklüğü ve etkisi de burada zaten. Belki şiirde anlatılan anlatıldığı kadar keskin, güzel ve şiddetli olmayabilir. Ama şiir hayatı veya hatırayı sonradan bir tür tamamlama işlemi de olduğu için, hayatın içinde eksik kalanları kelimelerin gücüyle tamamlar ve bize daha güzel, daha büyük ve büyülü gösterir.

Şair Süleyman Unutmaz’ la şiirin gerçekle bağını, şiirin ve sanatın gerçeği yeniden nasıl kurguladığını konuştuk. Kendi şiir anlayışını ve yeni çıkan şiir kitabı Köpeklerin Kalbi’ ni de ele aldığımız bu söyleşi de şair; yaşadığımız tüm olayları bizi şiire götüren birer yol olarak işaret etti ve asıl olanın “şiir”in güzelliği olduğunu ve bu güzelliğin de bizi hem kendimizden geçiren hem de kendimize getiren bir araç olduğunu ifade etti.

Bu benim açılış sorum olsun: İnsanoğlu tarihi boyunca neden şiire ihtiyaç duydu?

İnsan en çok insan olmaya ve insan kalmaya ihtiyaç duyduğu zamanlarda şiire müracaat etti. Hâlâ da şiire müracaat ediyor. Şiirin tanımı da zaten bu ihtiyaç olma hâlinde saklı. İnsan “muhtaç” bir varlık olmanın bütün hâllerini şiirde buldu, şiirle buldu.

Biz millet olarak şaire hürmet gösteren, hayran olan hatta ona gıpta eden bir milletiz ve her şeye rağmen bunu tam anlamıyla kaybetmediğimizi düşünüyorum.


Çünkü şiir sadece edebi bir sanat dalı ya da klişe ifadeyle söylersek “duyguları dile getirme yöntemi” değildir. İnsan duaya ne kadar muhtaçsa, düşünceye ne kadar muhtaçsa, şuur ve tavır sahibi bir varlık olmaya ne kadar muhtaçsa şiire de o kadar muhtaçtır. Şiir insana kim olduğunu söyler, bazen de olamayışını söyler. Eğer biz kelimenin tam anlamıyla insan olmakla olan bağımızı koruyacaksak bunu şiirin bize verdiği şuur, incelik, hassasiyet ve duyuşla yapabileceğiz. Şiir bizi kendimize getirir ve kendimizden geçirir. Bu iki durum bizim yeryüzü yolculuğumuzun en esaslı duraklarıdır. İnsanlar ve milletler bazen şiire bir vatan kurtarma yolu olarak ihtiyaç duydular. Mesela biz İstiklal Marşı’na sahip olduğumuz 1921 yılında henüz İstiklal Harbi’mizi neticelendirememiş, bağımsız bir devlet ve millet olamamıştık. İstiklal Marşı bizim o yıllarda silah kadar ihtiyaç duyduğumuz bir şiirdi.

Şiir aynı zamanda bir güzellik ölçütüdür. “Şiir gibi” deriz tanımlamakta zorlandığımız bir güzellik karşısında. Şiir güzele olan hasretimiz ve vuslatımızdır da. İnsanoğlu şiirde güzelliğe kavuştuğunu zanneden bir serap bulur. Ama bu kötü değildir. Kavuşulamayan güzellik karşısında bizi ele geçiren hüzün yerini şiirin güzelliği karşısında duyduğumuz heyecan ve sevince bırakır. Belki asıl olan “şiir”in güzelliğidir. Çünkü kalan odur. Şiir eskimeyen ve bitmeyen güzelliktir.

İnsan olmakla olan bağımızı koruyacaksak bunu şiirin bize verdiği şuur, incelik, hassasiyet ve duyuşla yapabileceğiz.
İnsan olmakla olan bağımızı koruyacaksak bunu şiirin bize verdiği şuur, incelik, hassasiyet ve duyuşla yapabileceğiz.

Peki, neden ihtiyaç duyduğumuzu söylediniz. Yine de ek bir soru olarak, şimdiki zamana gelirsek, şair, 2019 yılında ne işe yarar?

2019 yılında şair ve şiir her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir kıymettir aslında. İnsan hafifledi, münasebetler hafifledi. İnternetin ve televizyonların yoğun saldırısı altındayız hepimiz. Bundan kaçamıyoruz ve dahası kaçmayı bile isteyemeyecek hâldeyiz. Hepimiz gönüllü kurbanlarıyız bu sürüklenişin. Şair de okur da aynı çemberin içinde. Biz çemberin içinde yer değiştirmeyi özgürlük zannediyoruz ama özgür olamıyoruz. Uzaktan bakınca anlıyoruz ki çemberin içindeyiz. Çok satan kitaplarda şiir kitaplarının olmayışı hatta bayağı ürünlerin şiir diye pazarlanıp çok satması şiir konusunda insanların algısını da köreltti. Biz millet olarak şaire hürmet gösteren, hayran olan hatta ona gıpta eden bir milletiz ve her şeye rağmen bunu tam anlamıyla kaybetmediğimizi düşünüyorum. Ama kaybedilen insan olunca yazılan güzel şiirlerin de kıymetinin bilinmediğini görüyoruz.

  • Bir de kötü bir romantizm ve pozculuk şiirin en büyük düşmanlarından ve maalesef genç okuru bunlardan kurtaramıyoruz. Çünkü onun algısı öyle biçimlendirildi. Hem büyük şiirlere hem de o şiire muhatap olacak okura ihtiyacımız var. Şair kurtarıcı değildir ama gerçek şiire giden yolun açılmasında payı büyüktür. O yol gerçek insana giden yoldur da.

Şiirlerinizi okuduğumda bir “iç geçirme” seziyorum. Bu belki de yanlış, bilmiyorum. Süleyman Unutmaz bir “iç geçirme” hâliyle mi şiirlerini yazıyor?

Benim şiirlerim esasen insanlarla uzun konuşmalardır da. Kendimle olan konuşmalardır da. Ben her şiirin Allah’a yazıldığına inan bir şairim. Yazdığım şiiri böyle biliyorum ve okuyorum. Elbette “iç geçirme”, içimden geçenler, kendimden geçerken söylediklerim de şiirimde mevcut. Muhtemeldir ki şiirin pek çok tanımından biri bu “iç geçirme” hâlidir. Olan biten ne varsa şairin içindedir, içinde olup bitmiştir zaten. Bazen olan biten her şeyin sadece ve sadece şiire varmak için olduğunu dehşetle anlarız. İçimizden geçenler aslında geçmemiştir ve şiirlerin hayatı ne kadar uzunsa onlar da o kadar uzun müddet yaşarlar. Şu da var: Sanat, hayatın şiddetini de güzelliğini de, bir ya da birkaç kat daha yukarıdan ifade eder. Sanatın büyüklüğü ve etkisi de burada zaten. Belki şiirde anlatılan anlatıldığı kadar keskin, güzel ve şiddetli olmayabilir. Ama şiir hayatı veya hatırayı sonradan bir tür tamamlama işlemi de olduğu için hayatın içinde eksik kalanları kelimelerin gücüyle tamamlar ve bize daha güzel, daha büyük ve büyülü gösterir.

Şiir bizi kendimize getirir ve kendimizden geçirir. Bu iki durum bizim yeryüzü yolculuğumuzun en esaslı duraklarıdır.

Türk şiirinin halkla rabıta kurma düzeyi artık sosyal medya üzerinden gerçekleşmeye başladı. Siz bunu tehlikeli buluyor musunuz? Şair ve sosyal medya ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

İyi tarafından bakalım önce. Sosyal medya sayesinde şiire, dergiye, kitaba ve yazara ulaşabiliyoruz. Edebiyat ortamında olan bitenlerden haberdar olabiliyoruz. Ulaşamayacağımız pek çok güzel eserle az ya da çok tanışabiliyoruz. Yazdıklarımızı insanlara kolayca ulaştırabiliyoruz. Ama bu aynı zamanda şu tehlikeyi barındırıyor: Yazar da şair de eser de bir tüketim ve paylaşım nesnesine dönüşüveriyor. Paylaşılan, beğenilen, yorumlanan bir sosyal medya unsuru hâline geliyor. Sıradanlaşıyor, belki kıymetini kaybediyor kitleye ulaşırken. İşin böyle bir çıkmazı var. Sözün değersizleşmesi, kâğıt üzerindeki ağırlığının azalması söz konusu olabiliyor. Ama bu bile “söz konusu” olan bir şey. O yüzden edebiyat da şiir de her şeye rağmen bitmez diye düşünüyorum.

Belki şair dünyada kaybolmuş olduğunun farkında değildir.
Belki şair dünyada kaybolmuş olduğunun farkında değildir.

Son zamanlarda şiirimizin “metafizik” kaybına uğradığını düşünüyorum. Bu konuda neler söylersiniz? Yani akıl kavrayışına pek itiraz etmiyoruz sanki bu ara.

Belki şair dünyada kaybolmuş olduğunun farkında değildir. Belki maneviyata giden yollar kapanmıştır. Belki akıllı telefonların ve çağımızın aklı onun aklı hâline gelmiştir de şiirin gönülle kalple olan bağını zayıf tutmayı zekâ gösterisi olarak sunmaktadır. Yaşadığımız günler herkesi az çok çağının insanı hâline getirdi. İnsan bir şeylere susadı ama susuzluğunu yine susadığı mecralarda dindireceğini zannetti. Sanat bile seyirlik bir eğlenceye dönüştü belki. Bizim modern şiirimizde metafizik dediğimiz unsurlar modernleşme çabalarının insanda ve toplumda açtığı travmalara işaret ediyordu. Galiba artık modernleşme çabalarıyla barıştık, travmalarımız üzerinde düşünmeyi ve bunları ifade etmeyi bıraktık.

Şair olmak kesintiye uğramıyor ama meslek hayatınıza bazı aralar verebiliyorsunuz.
Şair olmak kesintiye uğramıyor ama meslek hayatınıza bazı aralar verebiliyorsunuz.

Şair Süleyman Unutmaz ile öğretmen Süleyman Unutmaz’ın arası nasıl?

İkisi birbirini dinlendiren unsurlar. Birinden diğerine günlük hayatta yaşadığım onca geçiş bir parçalanma, iki hayatı aynı anda yaşama gerilimi verse de o gerilimin de şiirime kuvvet kazandırdığını düşünürüm. Ayrıca çocukları çok severim onlara her zaman ihtiyacım olduğunu bilirim. Ama ben öğretmenken de şair Süleyman Unutmaz’ım aslında. Şair olmak kesintiye uğramıyor ama meslek hayatınıza bazı aralar verebiliyorsunuz.

Türk şiiri, sinemanın, müziğin hatta pop müziğin bile kalitesini belirler demişti bir arkadaşım. 60’ların sanat dünyasını belirleyen Türk şiiri için söylemişti bunu. 2000’lerde diğer sanat dallarındaki niteliksizlikten yakınırken Türk şiirinin bu sanatlar üzerinde etkisini kaybetmesinden mi bahsetmeliyiz, yoksa…

Şimdi büyük Türk şiiri dediğimiz zaman bizim millet olarak bu topraklardaki hikâyemizi de göz önüne almak zorundayız. Yunus Emre bugün hâlâ yeni kalabilen şiirleri yazdığı zaman ortada kemale ermiş bir Türkçe bile yoktu muhtemelen. Şiirimiz vardı ve lisanımız henüz olgunlaşmamıştı. Bu çok mühim. O şiirin ve o lisanın yüzyıllar içinde ortaya çıkardığı insan ve kültür var(dı). Bizde şiir, dediğiniz 60’lı yıllara kadar kendisinden bir şeyler beklenen bir güçtü. Özellikle Namık Kemal’lerden İkinci Yeni’ye kadar şiirin millet hayatı için bir kuvvet unsuru olmasına çalışıldı. Burada şiiri bazı ideolojik gayretlerin emrivaki olacak şekilde yedeğine alma niyeti yanlışlık olarak da olsa vardı ama bu şiiri ciddiye aldığımızı da gösterir. Şiir halkı “aydınlatacak” ve “kurtaracak” bir uğraş olarak görüldü. Şiirin gücü hafife alınmadı yani.

Ama hayat da insan durağan kalıplar içinde kalmaz. İnsan değişir, değiştirilir, çürür, bozulur ve şiir konusunda yetkinlik gösterme gücünü kaybeder. Şair de şiir de bu değişimden nasibini alır. Olan budur. Şiiri hayatımızın uzaklarına ittiğimiz devirlerden bu yana müziğimizin de sanatımızın da seviyesinde bir düşüş olduysa bunlar yılların içinden gelen süreçlerin sonucudur. İnsanların iyi şiire ulaşmasının yolları bilinçli ve bilinçsiz birçok şekillerde kapatıldı. Toplumları dizayn edenler hizayı bozmayacak bir yurttaş tasavvuru için zararsız şiirlerle dolu bir eğitim müfredatı, kültür politikası uyguladılar. Ders kitaplarında hepimiz düne kadar kimseyi rahatsız etmeyecek bir edebi sanat olmaktan fazlası olmayan şiirler okuyarak büyüdük. Hâlbuki şiir rahatsız eder, insana bir seviye kazandırır. Bu seviye birilerinin işine gelmemiştir.

Kendimi bazen “eski” şairlerin devamı olan şiirler yazan bir şair olarak görürüm.
Kendimi bazen “eski” şairlerin devamı olan şiirler yazan bir şair olarak görürüm.

İnsan hızlıca yaşayıp çabucak tüketmek üzerine hayatını inşa ettiğinden dolayı, kendine geçmişini ve şimdiyi inşa edecek zamanı tanımıyor. Siz biraz da “Yazarken eskiyen bir şiir yazdım” derken, bu duruma bir yakınmada mı bulunuyorsunuz?

Edip Cansever’e Birinci Mektup şiirimdedir o mısra ve o şiir “eski” bir şaire mektuptur. Burada “eski” derken elbette eskimişlikten söz etmiyorum. Cansever “eski” bir şair, yaşamış, yazmış ve ölmüş. Hatta Cansever şiiri de bugünden bakıldığında lirizm anlamında biraz aşılmış ve eskide kalmış bir şiir olarak değerlendirilebilir ki bu da olağandır. O şiiri yazarken biraz da Edip Cansever şiirinin ruhunu imdada çağırdım.

Kendimi bazen “eski” şairlerin devamı olan şiirler yazan bir şair olarak görürüm. Günümüz şiiri pek çok yenilikten ve aşamalardan geçmiş olsa bile ben bazen hece ile yazdığım şiirlerde bazen de diğer şiirlerimde şiiri, bazı kırgınlıkları anlatan hislenişler olarak yazan şairlere sevgimi ve selamımı yollamayı ihmal etmem. “Yazarken eskiyen bir şiir yazdım” derken en çok bu duyarlıkların bugünün insanına olan uzaklığını da işaret ettim.

Son olarak, o şiirin illa ki yazılması gerekiyor mu?

Elbette, illaki yazılması gerekiyormuş ki yazılmış. Şiirin de mukadderatımıza dâhil olduğunu düşünürüm. Allah bizden o şiiri yazmamızı murad etmiştir ve kader bizi o şiiri yazmaya götürmüştür.. Zamanlar içinde hayatiyetini sürdürür şiir. Şiirin asıl muhatabı sonsuzluktur aslında. Muhatap sonsuzluksa cevap gecikir. Şair bunu kavrayarak yazarsa şiirini yaptığının kıymetini daha iyi anlar. Ben böyle bakıyorum şair olmaya, şiir yazmaya. Ve bir kez böyle bakınca da şiir konusunda daha büyük ve derin bir tefekküre ulaşıyorum.