Ömer'in huzurunda okunacak adaletli bir şiir: Ömer Nasuhi Bilmen

Ömer Nasuhi Bilmen
Ömer Nasuhi Bilmen

Yetimdi. Kitaplardan ve öğrencilerden başka dünya ve içindekilere dair kıymet verdiği hiçbir şey yoktu.

Yetimdi. “Tek bir kitap bir insanın hayatını değiştirebilir mi?” sorusunun afili cevaplarını bir kenarda bırakırsak, “Tek bir kitap bir milletin hayatını kurtarabilir mi?” sorusunun cevabını tek başına vermiş bir isimdi. Yetimdi. Kitaplardan ve öğrencilerden başka dünya ve içindekilere dair kıymet verdiği hiçbir şey yoktu. Yetimdi. Ve bir imparatorluktan devraldığı nezaketi, cumhuriyete taşıyan birkaç isimden biriydi. Yetimdi. Ve “bilmek” ve “eylemek” birlikteliğinin hepimiz için örnek olacağı devasa bir ahlak anıtı olmayı başardı. Yetimdi. Ve güven veren bir tebessümü vardı.

“Bilmek” ve “eylemek” birlikteliğinin hepimiz için örnek olacağı devasa bir ahlak anıtı olmayı başardı. Yetimdi.

Marx’ın öldüğü yıl doğdu, 1883’te Erzurum’da. Çok küçük yaşta babası vefat edince, ileride milletinin kaderine etki edecek bu küçük yetimi, amcası kendi himayesine aldı. İlk eğitimi, aynı zamanda müderris de olan amcası ve amcasının yakın dostu Erzurum müftüsünün riyazetinde geçti. Her iki hocasından da emanet kitaplar alır ve aldığı kitapları gece boyunca uyumaksızın el yazısı ile kopyalayıp kütüphanesine eklerdi. İlk gençliğinin tüm geceleri -gözler kan çanağı anlamında- kütüphanesini büyütmek için kitap kopyalamakla geçti. İlmin her başlığına, edebiyatın hemen her türüne meraklıydı. Özellikle şiire…

Eğitimine devam ederken her iki hocasını da erkenden, birbiri ardına kaybetti. Dünya bir anda boşalmış gibi hissetti. Erzurum’da yapacak bir şey kalmayınca, eğitimini tamamlamak için annesini ve kardeşini Erzurum’da bırakarak, tam da Meşrutiyet’in ilan edildiği yıl olan 1908’te İstanbul’a yola çıktı. 1908 İstanbul’unun kaosuna hiç bulaşmadan doğruca Fatih Medreselerine kayıt oldu ve Tokatlı Şakir Efendi’nin derslerine katılıp icazet aldı. Ertesi yıl bakanlığın açtığı sınava girerek müderris olmaya hak kazandı. Sonra Beyazıt Medresesi’nde müderrislik yapmaya başladı.

1943 yılında İstanbul Müftülüğüne seçildi. 1960 yılına kadar bu görevini sürdürdü.
1943 yılında İstanbul Müftülüğüne seçildi. 1960 yılına kadar bu görevini sürdürdü.

Birkaç yıl sonra ise aynı anda devam ettiği Medreset’ül Kudat( hâkim yetiştiren hukuk fakültesi)’ı da birincilikle bitirerek hâkimliğe hak kazandı. Yıl, 1913’tü. Dünya Savaşı’nın kıyısında, yıllarca savaşla ve yoksullukla boğuşan bir ülkenin hukuk adamı olarak çeşitli kademelerde görev aldı. Hâkimliğe hak kazanıp İstanbul’da düzenini kurunca, annesi ve kardeşini de İstanbul’a getirtti. Hacda toprağa düşen babası hariç, ailesini yine bir araya topladı. Ertesi yıl da birine gönül düşürerek evlendi. Yıl: 1915.

  • Evlendiği sene Çanakkale Harbi gelip Türkiye’nin yakasına yapışınca, kalem ve kitap tutan ellerine bakmaksızın, gönüllü olarak cepheye katılmak istedi. Annesini ve eşini evde Allah’a ısmarlayarak kardeşini de alıp cepheye gitmek üzere, kayıt için askerlik şubesine gitti.

İlk gün akşama kadar kuyrukta beklediler. İzdihamdan dolayı kayıt yaptıramadı ve geri döndü. Ertesi gün yine aynısı, ertesi gün yine aynısı… Günleri askerlik şubesinin önündeki kuyrukta geçerken, o sırada Yüksek Mahkeme Üyesi olarak atandığı haberi geldi. Ve yasa gereği askerlikten muaf tutuldu.

Nasibi yoksa insan, savaşa bile katılamaz. Ertesi günlerde askerlik şubesinde nihayet kendilerine sıra geldi ve kardeşini Çanakkale’ye uğurladı. Kısa zaman sonra şehit düştüğü haberi de peşinden geldi. Haber üzerine, bu defa kendi imza ve isteğiyle muaf tutulmamak istediğini bildirip orduya yazılmak istedi. Bu kez de “kardeşi şehit düştüğü için” alamayacaklarını söylediler. Çaresiz vazifesine geri döndü. Birinci Cihan Harbi’nde ve sonrasında İstiklal Harbi’nde de devletin hukuk sistemi içerisinde çeşitli kademelerde görevler üstlenmeye devam etti. 1916’da Darül Hilafe Medresesi’nde fıkıh müderrisliğine, 1920’de ise hükümet tarafından Heyet-i Te’lifiyye üyeliğine getirildi.

1922 yılında bir çeşit temyiz mahkemesi olan Meclis-i Tetkikat- ı Şer’iyye üyeliğine atandı. Aynı yıl bu yüksek mahkemenin kapatılması üzerine öğretim görevlisi olarak müderrisi azamlığa devam etti. 1923’te ise Sahn-ı Seman Medresesi’ne (Fatih döneminde İstanbul’da kurulan yüksek dereceli üniversite) kelam müderrisi olarak atandı. Fakat bu üniversitenin de bir yıl sonra kapatılması üzerine, 1926’da İstanbul Müftülüğü kâtipliğine getirildi. Devr-i Osmani kapanıp, Cumhuriyet sayfası açılırken bir büyük kıymet de, oradan oraya savrulacaktı.

Uzun yıllar çeşitli yerlerde görev aldıktan sonar, 1943 yılında İstanbul Müftülüğüne seçildi. 1960 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 1960 Darbesi’nden sonra Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in teklifiyle -daha önce defalarca reddetmesine rağmen- bu kez kabul ederek Diyanet İşleri Başkanlığı görevine atandı. Menderes’in asılmasıyla sonuçlanan darbeden sonra “Türkçe ezan” ve “Türkçe namaz” meseleleri yeniden gündeme gelmiş ve kendisinden bu konuda yardım istenmişti. 30 Haziran 1960’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin beşinci Diyanet İşleri Başkanı olan Ömer Nasuhi Bilmen, henüz bir yılını bile doldurmadan, bir kısım politik amaçlara alet edilmek istendiğini anlayınca emekliliğini talep etti.

İşte “Bir kitap bir milletin hayatını kurtarabilir mi?” sorusunun cevabı olan kitap buydu.
İşte “Bir kitap bir milletin hayatını kurtarabilir mi?” sorusunun cevabı olan kitap buydu.

Uzun yaşamında birçok büyük eser kaleme aldı. İlki ve elbette en yaygını Büyük İslam İlmihali idi. İşte “Bir kitap bir milletin hayatını kurtarabilir mi?” sorusunun cevabı olan kitap buydu. Türkiye’de hemen her eve giren bu devasa kitap, kıymetli olan her şeyin kırılarak parçalandığı devirlerde insanların “hâl”ini kurtardı. On kitap hâlinde hazırlanan bu kıymetli eser, önce ayrı ayrı basılmış, daha sonra tek cilt hâlinde yayımlanmıştır. İnanç esaslarından, temizlik ve sular bahsine, namaz ve oruçtan, zekât, fitre ve hacca, kurban ibadetinden helaller, haramlar ve mekruhlar bahsine ve İslam ahlakından peygamberler tarihine kadar geniş bir “en önemli bilgiler” kitabıydı bu.

Büyük Tefsir Tarihi ise, Ömer Nasuhi Bilmen’in uzun yıllar süren yoğun çalışmalarının ardından ortaya çıkmış devasa bir özet kitabıydı.

Çeşitli dillerde o güne kadar yazılmış 464 tefsiri inceleyip müfessirleri hakkında ayrıntılı bilgiler toplayan Bilmen, tüm bu malumatı bölümlendirerek iki cilt hâlinde yayımlamıştır. Pek çok telif eseri bulunan Ömer Nasuhi Bilmen’in, bir hadis derlemesinin yanı sıra, tefsir ve meal çalışmaları da yayımlanmıştır. Ayrıca yayımlanmış bir de romanı vardır.

Uzun yıllar süren memuriyet hayatı boyunca sadece hacca gitmek üzere bir defa izin kullanmış, bunun dışında bir gün bile işe gitmediği, izin kullandığı olmamıştı. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen, Türkçe ile beraber her üç dilde de şiir yazabilen Ömer Nasuhi Bilmen, sonraları Fransızcaya merak salmış ve bu dili de çeviri yapacak düzeyde öğrenmişti. 12 Ekim 1971’de ölünceye kadar eğitim-öğretim ve telif faaliyetlerini sürdürdü. Sonra gitti… Hepimizin gideceği yere gitti.