Ortak hatıraların yazarı: İvo Andriç

Bosnalı yazar Ivo Andrić, 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı.
Bosnalı yazar Ivo Andrić, 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı.

İvo Andriç, gerçekçi akımın yöntemlerini kullansa da kreatif gücü sayesinde, özgün bir yazar olmayı başardı. Sağlam ve pürüzsüz bir anlatımı tercih etti. Olayları zaman gibi, dingin ve kristal gibi parıldayarak aktardı. Doğal, rahat ve dengeli cümleleri, sanatsal başarısının anahtarı oldu.

Balkan edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan İvo Andriç, 9 Ekim 1892’de, bir akraba ziyareti esnasında, Travnik kenti yakınlarındaki Dolats köyünde dünyaya geldi. Asıl adı İvan’dır. Kuyumcu esnafı olan ailesi, aslen Saraybosnalıdır. Çocukluğunun ilk yılları, bu şehirde geçmiştir. Babası Antun, İvo henüz iki yaşındayken, tüberkülozdan öldü. Ekonomik sıkıntılar yaşayan annesi Katarina, onu Vişegrad’daki halasına gönderdi. Bu şehir, edebi üretkenliğinde oldukça etkili oldu. Drina Köprüsü’nü seyrederek ilkokulu bitirdi.

Drina Köprüsü’nü seyrederek ilkokulu bitirdi. Ardından, yeniden Saraybosna’ya döndü. Lise yılları, Avusturya işgaline karşı, ulusalcı duygu ve heyecanlar içerisinde geçti.


Ardından, yeniden Saraybosna’ya döndü. Lise yılları, Avusturya işgaline karşı, ulusalcı duygu ve heyecanlar içerisinde geçti. “Toplumun ulusal bilincini uyandırıp, devrimci ruhu harekete geçirmeyi” amaçlayan Yeni Bosna (Mlada Bosna) örgütüne üye oldu. Yugoslavya’nın Avusturya yönetiminden ayrılması için gerçekleştirilen, çeşitli faaliyetlerde yer aldı.


İlk şiirleri

1903 yılında liseyi bitirip, Napredak” (İlerleme) isimli Hırvat kültüredebiyat derneğinin bursuyla, Zagreb’teki Kraliyet Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne gitti. Bir süre sonra Viyana’ya geçerek, felsefe, tarih ve Slav dilleri üzerine öğrenim gördü. 1911 yılında, “Alacakaranlık ile Nazik” ve “İyi Ayışığı” isimli ilk şiirleri Bosanska Vila dergisinde yayımlandı. Andriç, birkaç farklı şiir akımının etkisinde kaldı. Ancak bunlar arasında en çarpıcı ve net olanı, dışa vurumculuktur. Dilin mantıksal yapısını bozmamış, ancak şiirin anlamla konuşmasını arzulamıştır. Karakteristik genç huzursuzluğu, melankolik ağlama izleri, ilk dönem şiirlerinin ana karakteridir. Dalgalı ruh hâli, acı ve kasvetli tonlar, Andriç lirizminin sabitlerindendir.

Ex ponto

1918 yılında lirik düz yazılarını bir araya getirdiği kitabının yayınlanması üzerine adını duyurdu.
1918 yılında lirik düz yazılarını bir araya getirdiği kitabının yayınlanması üzerine adını duyurdu.

Viyana havası ciğerlerine iyi gelmeyince, Krakov’daki Jagiellonian Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne geçti. Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’a yönelik suikastı duyar duymaz, Split’e geçti. Burada, “devrimci ve ulusçu ajitasyon” gerekçesiyle, Avusturya jandarması tarafından tutuklandı. 1917 yılına kadar Şibenik, Maribor ve Zenitsa’da hapsedildi. Zorlu hapishane şartları, akciğer rahatsızlığını nüksettirdi. Tedavi için Zagreb’e gitti. Savaştan kaçan Hırvat entelektüeller ile aynı hastanede kaldı. 1918 yılında, Knizevni Jug (Güney Edebiyatı) isimli derginin ilk sayısını hazırladı. Adriç’in ilk dönem çalışmaları, kişisel deneyimlerin, lirik cümlelerin, felsefi şiirsel anlatıların inşa alanıdır. Şiirlerinde, varoluşsal sorunları gündeme getirmiştir. Büyük bir lirik monologda kendisiyle savaşır, içsel dramı çözmeye çalışır ve yok olma düşüncesinin neden olduğu travmadan kurtulmaya çalışmıştır. 1918 yılında Zagreb’te yayınlanan Ex Ponto isimli şiir kitabı, Andriç’in iç dünyasını, acılarını, tedirginliklerini, insan sevgisini ve merhametini yansıtır. Bu sebeple Ex Ponto, Andriç’in lirik düşüncelerinin bir toplamı olarak kabul edilir. Ex Ponto, hayatın detaylarına inmeyi başaran, Andriç’in deneyimli bir düşünür olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.

Huzursuzluk

1920 yılında, Zagreb’te, lirizmin baskın olduğu, Huzursuzluk isimli mensur şiir kitabı yayınladı. Bu kitaptaki şiirler, cezaevinde ve uluslararası sahadaki çalışmaları esnasında kaleme alınmıştır. Huzursuzluk, tıpkı Ex Ponto gibi, maskeli ve şiirsel hâle getirilmiş otobiyografik unsurlarla birlikte, günah çıkarma karakterine sahiptir. Aynı zamanda bir sosyal nota niteliği taşımaktadır. Önceki şiirlerinde yaşamın özü ve anlamıyla ilgili sorunları güdeme getiren; nazik ve melankolik bir ruh hâline sahip olan Andriç, bir sosyal adalet savaşçısına dönüşür. Karanlık, içe dönük, kendine bakan Andriç; savaşçı, aktivist ve dünyaya dönük biri oluverir.

Cerzelez Aliya'nın yolu

Huzursuzluk ile eş zamanlı olarak Belgrad’da, Cerzelez Aliya’nın Yolu isimli uzun hikâyesini yayımladı. Antolojik değerdeki bu hikâyede, ünlü bir Türk kabadayısının sevdasını ve trajedisini ele aldı. Hikâyenin ana kahramanı olan Çerzelez Aliya, nev-i şahsına münhasır ve en olmayacak işlere atılmaya hazır bir yiğittir. Ancak umutsuz bir aşkla sevdiği bir kadın yüzünden, tüm özelliklerini kaybedip, gülünç bir duruma düşer. 1921 yılında, Sırp Edebiyat Habercisi isimli dergide Çorkan ve Alman Kadın hikâyesini yayımladı. Ertesi yıl Kamplar İçin ve Fil Dişinden Kadın hikâyelerini ve Neyi Hayal Ediyorum ve Bana Neler Oluyor? isimli toplu şiirlerini yayımladı. Bu şiir kitabı, yayımlanmayan tüm şiirlerini kapsayacak şekilde, 1976 yılında Belgrad’da, ikinci kez yayımlandı.

  • Andriç, hikâye ve romanlarında, cehaletten doğan ilkellikleri ve acımasızlıkları da ele aldı. Cehaletin pençesindeki insanların kötülüklerinin hangi boyutlara ulaşabileceğini net bir şekilde gösterdi.

Kasaba’da Aşk ve Misafirhanede gibi 1923 yılında yayımlanan Macar Mustafa hikâyesi bu yaklaşımının bir örneğidir. Hikâyenin başkahramanı Macar Mustafa, alışılmışın dışında bir insandır. İç dünyasındaki fırtınalar ve durmadan kanayan duygusal yaralar sebebiyle rotasını kaybetmiş, çizgiden çıkmıştır. İç dünyasındaki duygusal yenilgiler, onu acımasız biri hâline getirmiştir.

Jepa köprüsü

1928 yılında kaleme aldığı Jepa Köprüsü, yazarın en güzel hikâyelerindendir. Bu hikâye, Jepa Nehri üzerindeki taş bir köprünün güzelliğinden ve asiliğinden esinlenerek kaleme alınmıştır. Köprünün tarihiyle birlikte, iki insanın trajik yalnızlığı çarpıcı bir şekilde anlatılır. 1931 yılında Belgrad’da, ikinci hikâye kitabı, Anika Zamanı yayımlandı. Bu hikâyede ise kurnaz bir hayat kadınının, Bosna vilayetindeki insanlar üzerinde kurduğu otoriteyi, duyarlı bir dille, ele alır. Ertesi yıl yayımlanan Sinanova Tekkesi’nde Ölüm hikâyesi de dikkat çekicidir.

Travnik günlüğü

İvo Andriç, iki dünya savaşı arasında, ağırbaşlılığı, bilgisi ve edebiyat kültürü sayesinde başarılı bir diplomatlık örneği sergiledi. İkinci Dünya Savaşı boyunca hiçbir eyleme katılmadı. Travnik Günlüğü ve Drina Köprüsü ve Hanımefendi gibi en önemli romanlarını, bu dönemde kaleme aldı.

Andriç, eserlerinde, genel olarak Bosna ve çevresindeki coğrafyanın geçmişinin tablosunu çizmiştir. İnsanların yazgılarını, edebi gücüyle betimlemiştir. Bosna’nın geçmişini, dört asırlık bir zaman diliminde ele almıştır. En önemli romanlarından biri olan Travnik Günlüğü, Avrupa’nın gerçekçilik modeline dayanan, tarihi bir romandır. 1807- 1814 yılları arasındaki dönemi kapsar. Diğer eserleri ile kıyaslandığında, Andriç’in edebi kariyerinde, daha klasik bir romanı temsil eder. Travnik Günlüğü, tarihten ilham almaktadır. Çok zengin bir belgesel materyalin, hayal gücü ile günlük olarak aktarılmasına dayanır. Andriç romanları arasında, en çok karaktere sahip olanıdır. Aynı zamanda inanç, kültür, tarih ve gelenekler yönünden dört farklı dünyanın çarpışma alanıdır.

Drina köprüsü

Vişegard'da Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan köprü ve etrafındaki yaşamları anlatan eserini 1943 yılında yazdı.
Vişegard'da Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan köprü ve etrafındaki yaşamları anlatan eserini 1943 yılında yazdı.

İvo Andriç, uzun yıllar hikâye yazmış, farklı kişilikleri ele almıştır. Böylelikle, roman için gerekli olan bilgi ve tecrübeye kavuşmuştur. Aslında onun hikâyeleri, dramatizasyon ve kompozisyon bakımından birer kısa roman gibidir. Geniş kompozisyon formundaki eserlerinin başlangıcı ise Drina Köprüsü olmuştur. Drina Köprüsü, tarihsel dönemleri, kişileri ve kişilerin başlarından geçen olayları tüm ayrıntıları ile anlatan, bunları geniş bir yelpaze içinde ele alarak işleyen bir romandır. Andriç’in diğer hikâye ve romanlarının birçoğu gibi, Bosna tarihinden beslenmiştir. Kronolojik olarak, bir kasabanın günlük hikâyesidir. Ancak hikâyenin yapısı, niteliği ve havası, onu, öznesi olmayan bir günlük olmaktan kurtarmış, gerçek bir roman hâline getirmiştir.

Hanımefendi

Drina Köprüsü ve Travnik Günlüğü ile aynı yıl yayımlanan Hanımefendi romanı, oldukça içte dönüktür. Açıkça tanımlanmış bir kahramanı olmasa da, merkezi rolü üstlenen bir karaktere sahip olan yeni tip bir roman yapısı üzerine inşa edilmiştir. Anlatıcının sesi, bazen, kahramanın bilinç merkezinden uzaklaşır.

Böylece okuyucu, romanın diğer karakterlerinin kaderiyle ilgili detaylara yönlendirilir. Yazar, bu eserinde, yaşamın etrafındaki her şeyin ve bizim içimizdeki her şeyin sürekli bir harcanmadan/ aşınmadan ibaret olduğu görüşünü vurguluyor. Gerçek şu ki Hanımefendi, her şeyi yapan, delen, saran ve eriten o mutsuz güçlerin aksine, aslında yaşamın kendisine karşıdır.

Irgat Siman'ın hikayesi

Yazarlığının olgunluk döneminde, toplumsal sorunlarla yakından ilgilenmeye başlayan Andriç, Irgat Siman’ın Hikâyesi ile ilerleyen yıllarda kaleme aldığı Tavşan ve Titanik Büfe hikâyelerini, bu duygularla kaleme almıştır. Bu hikâyelerde feodalizmin acımasızlığını, köylülerin zor yaşamlarını, insanların yoksulluğunu, acizliğini ve iç dünyalarındaki yıkımları anlatmıştır. Bu hikâyelerdeki kahramanların birçoğu yazgılarının; kendilerinin dahi bilmediği günahlarının kurbanları olmuşlardır.

Uğursuz avlu

17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nın toprakları da dahil Suriye, Bosna ve İzmir'de geçiyor.
17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nın toprakları da dahil Suriye, Bosna ve İzmir'de geçiyor.

1954 yılında yayımlanan Uğursuz Avlu, Andriç’in usta kaleminin güzel bir örneğidir. Roman tekniği ile yazılmış olmasına karşın, uzun hikâye özelliklerini taşır. Hanımefendi dışındaki diğer tüm Andriç romanları gibi, tarihi eksende inşa edilmiştir. Ancak Travnik Günlüğü ve Ömer Paşa Latas’dan farklıdır. Andriç’te bir kural olduğu üzere, ölçülü bir biçimde nesnelleştirmeyi amaçlayan, sakin ve tarafsız bir tonla kurgulanmıştır. Hikâyenin oluşumu, bir halka çerçevesindedir.

  • Hikâye boyunca birkaç anlatıcı bulunmaktadır. Anlatıcı pozisyonunu, birbirlerinden devralmaktadırlar. Bu romandaki anlatı, hikâyenin özüne toplanan eş merkezli halkaların resmi ile de ifade edilebilir.

Nobel ödülü

Andriç ve eşi Millica, Nobel Edebiyat Ödülü alacağını öğrendiklerinde...
Andriç ve eşi Millica, Nobel Edebiyat Ödülü alacağını öğrendiklerinde...

İvo Andriç, gerçekçi akımın yöntemlerini kullansa da kreatif gücü sayesinde, özgün bir yazar olmayı başardı. Sağlam ve pürüzsüz bir anlatımı tercih etti. Olayları zaman gibi, dingin ve kristal gibi parıldayarak aktardı. Doğal, rahat ve dengeli cümleleri, sanatsal başarısının anahtarı oldu. Evrensel yaklaşım ve karakterlerin ruhsal derinliklerine inme başarısı, onun ayırt edici özelliği oldu.

Eserlerinde toplumun tüm tabaka ve katmanlarını aynı tablo sergisinde buluşturdu. Birbirlerinden farklı din, kültür, gelenek ve ulusal kökenlere sahip insanların yazgılarını ele aldı.

Buna bir de zengin ve detaylı bir anlatım eklenince, geniş bir coğrafyada, büyük bir okuyucu kitlesine kavuştu. Bosna gibi dar ve belli bir bölgeyi konu edinmesine karşın, üstün edebi nitelikleri sayesinde, tüm dünyayı etkisi altına almayı başardı. Kahramanlarının sorunlarıyla, canlı doğa ve çevre betimlemeleriyle, işlediği konuları yerelden evrensele yükseltti. Neticesinde, 1961 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazandı. Ömrünün kalan yılları, hastane ve kaplıcalarda geçti. 13 Mart 1975’te dünyaya veda etti.

Ömer Paşa Latas

1828'de Avusturya'dan kaçıp Osmanlı Devleti'ne sığınan Michel Lattas, daha sonra Ömer Lütfi adını aldı.
1828'de Avusturya'dan kaçıp Osmanlı Devleti'ne sığınan Michel Lattas, daha sonra Ömer Lütfi adını aldı.

Vefatından iki sene sonra yayımlanan Ömer Paşa Latas isimli romanın el yazması, yazarın mirası olarak kalmıştır. Andriç, bölümlerin sırasını belirleyen bir düzenlemeye gitmemiştir. Ancak editörler bu hikâyeleri günlük düşüncesiyle, karakterlerin psikolojik gelişiminin içsel mantığını yöneterek düzenlemişlerdir. Ömer Paşa Latas, aslında bir roman olarak tamamlanmadı. Ancak kurgulanma fikri bir roman gibiydi. Saraybosna Günlüğü olarak tasarlanmış olsa da bunu bir kişi üzerinden yapmıştır. Şehir tiyatro sahnesi gibi kullanılarak, bir insan hikâyesi anlatılır.

Güneşli tarafta

İvo Andriç’in ölümünden sonra yayımlanan bir diğer el yazması Güneşli Tarafta’dır. Yazar hayattayken yayımlanmış ve yayımlanmamış hikâyelerinin bir araya getirilip, dikilmesiyle bir bütünlük oluşturan bir eserdir. Güneşli Tarafta romanı, İvo Andriç tarafından, tamamen yeni bir eser olarak tasarlanmıştı. Düzyazı kompozisyonundaki bu roman, evrimsel bir ölçütle bakıldığında, Andriç’in lirikten epiğe geçiş noktası olarak da kabul edilebilir. Birçok yönden, Andriç’in ilk eserlerine daha yakın görünür. Ancak Andriç büyük ihtimalle, lirikten epiğe geçerek, yeni bir romansal karakter oluşturma niyetindeydi.