Otis tarda

Görmeye değer bir şeyi henüz bulamadığını kendisine söylemenin tuhaf bir yoluymuş.
Görmeye değer bir şeyi henüz bulamadığını kendisine söylemenin tuhaf bir yoluymuş.

Mandalina kabuklarına yuvan yapan izmaritleri, ölen arkadaşları, içemedikçe kendi işine dönen suyu. Uçabilen en ağır şeyin şiir olduğunu gökyüzüne bildirmenin ne demek olduğunu bildim. Ağacın altındayağmurun dinmesini bekleyerek değil yağmurun altında ağacın dinmesini umarak, köklerin toprakta ilerleyişini duyabilmeyi murad ettim.

Yürüyebilen en yavaş adamın uçabilen en ağır kuşu seyretmek için tünediği zirvede sekizinci saatin sonuna geldik.

Yıllarca sinirli hareketlerle birden eline alıp temizlediği gözlüklerin daha net bir görüş için olduğunu sanmıştım. Şimdi fark ediyorum ki bu sadece beklemekle alakalıymış. Görmeye değer bir şeyi henüz bulamadığını kendisine söylemenin tuhaf bir yoluymuş. Küçük dürbünü ile gökyüzünü harmanlarken en son yüzyıl önce görülmüş bir kuşu görebilmek için bakmadığını biliyorum artık. Yüz yıldır gelmeyeni beklemenin dayanılmaz hazzına talip.

Küçük dürbünü ile gökyüzünü harmanlarken en son yüzyıl önce görülmüş bir kuşu görebilmek için bakmadığını biliyorum artık.

Hiç konuşmadan, dikenlerin ayak bileklerimizi ısırmasına aldırmadan aşağıya iniyoruz. Muhannet suyunun artık akmadığı oluğa memnun bir ifadeyle baktığını fark ediyorum. Güneşin kendini toprakta eritmesini susuz bir yaz yürüyüşü ile taçlandırıyoruz. Muhannet suyu, kışa doğru yağmurların Pers okçularının yaylarından fırlamış gibi yağdığı zaman akar sadece. Kimsenin ihtiyacı yokken, toprak doymuşken, içecek dudak bulamayacakken akar. Muhannet. Korkak. Bencil. Korkak su. Çatlamış toprakla kavuşmaktan korkan, kurumuş dudaklara değmekten ürken bir su.

Otis Tarda’yı göremedik, susuz yaylada küçük bir ay yürüyüşü yaptık ve sonra o bekleyecek yeni bir şey bulmaya ben ise bekletecek ne kaldı elimde diye bakmaya gittik. Öldüğü gün gök gürlemiş, kara bulutlar toplanmış ama damla düşmemiş dediler. Toprağını muhannet suyu ile ıslamışlar.

***

Hamilelikten duvara sürünerek giden kadını ve kırbacını dizlerine vuran genç adamı. Anlatın işte bunları.*
Hamilelikten duvara sürünerek giden kadını ve kırbacını dizlerine vuran genç adamı. Anlatın işte bunları.*

Saf şiiri aramaya koyulun…doğal dirençleri, örneğin ineklerin otladığı yerde ortalarda sürünen bir ayakkabı tekini, karşı tepede yağmur altında duran ağacı, hamilelikten duvara sürünerek giden kadını ve kırbacını dizlerine vuran genç adamı. Anlatın işte bunları.*

Aldığım tek mektup. Üstelik bana yazılmamış. Şiiri bekleyerek geçen koca bir yılın sonunda anlattım işte bunları.

Mandalina kabuklarına yuvan yapan izmaritleri, ölen arkadaşları, içemedikçe kendi işine dönen suyu. Uçabilen en ağır şeyin şiir olduğunu gökyüzüne bildirmenin ne demek olduğunu bildim. Ağacın altında yağmurun dinmesini bekleyerek değil yağmurun altında ağacın dinmesini umarak, köklerin toprakta ilerleyişini duyabilmeyi murad ettim.

  • Hızın körlüğünden yavaşlığın sessizliğine savrulan insanın göremeyen ve duyamayan aczinde kanat çırpabilecek dizeler yazmak istedim. Muhannet suyuna muhtaç olmadan yaşamak…

Doğal dirençleri kırarak ilerleyen bir hayatı çıplak gözle görebilmek için çıktığım tepeden aşağıya inemiyorum. Kalabalığı yararak gelen insandan bir dalga, denizin ortasında affedilmez bir adaya çeviriyor yanımı yöremi. Ne zaman af dilemeye kalksam sular altında kalıyorum. Sessizliğe boğulan fazla acı hissetmezmiş…

Daha Türkçesini söyleyebildiğim her şey de sakinleşemeyen bir çağlayanın sesini duyuyorum. Bir çağlayan nasıl boğulur böyle şeyleri merak ediyorum…

Otis Tarda’yı görmek için aslında bakmamak gerekir.

*Cahit Zarifoğlu, Okuyucularla