Pek kimsenin bilmediği az önemli olaylar güncesi kağıtlar, matbaalar vesaireler

İnsanlar, kâğıtlar hâlinde çöpe atıldılar.
İnsanlar, kâğıtlar hâlinde çöpe atıldılar.

Budy hayatından bezmişti, kendisini bir organ yığını olarak görüyordu. İnfilak edeceğini hissediyordu. Manşeti değiştirerek bir şey işaret ediyordu. Mesela ne infilak ederdi? Bomba. İnsan etmezdi, insan roman yazardı, fizik yasalarını açıklardı, barış gönüllüsü olurdu. Ama anlaşılmadı. Kasaba çöplüğündeki cesedi de bulunmadı.

Dünyanın ilk gazetesi milattan çok önce bir taşa, dönemin önemli addedilen olayları kazınarak hazırlanmıştı ve elden ele dolaşarak Nil Nehri civarından günümüze kadar gelmişti. Elbette Mısır’da çıkmıştı bu gazete. Muhtemelen günlük değildi.

Roma’da da duvar ilanı vardı gazete yerine. “Aman bunu duymadık demesin kimseler.” denecek meseleler işlenirdi oraya. Çin’de on ikinci asırdan beri gazete vardır. Venedikliler on dördüncü asırda başlamışlar haber vermeye gazete vasıtasıyla. Ama ne zaman ki matbaa bulunmuş, işler başka bir hâle bürünmüş. Bugünküne benzer ilk gazete Almanya’da bin altı yüzlü yılların başlarında çıktı. İsmi Aviso Relation Oder Zeitung idi. Sahibi, kraliyet matbaasının da sahibiydi. Gazete denen şey demek ki doğrudan sermaye ile ilişkiliydi. Öte yandan bu gazete günlük değildi. Günlük gazetelerin ilkleri yine Almanya’da çıktı. Sonra İngiltere de gazete denen şeyin büyüsüne kapıldı. Fransa olmazsa olur mu, yüz yıl içinde Avrupa’da pek çok ülkede gazeteciliğe başlandı.

Kelime ve hatta cümle hatası hiç de mümkün değilken, hem de bu düzeyde bir kelime ve cümle hatası nasıl olabilirdi kimse anlamadı. Bu manşetin ne anlama geldiği sorgulandı.

Anlatacağımız garabet, bir günlük gazete ve onun dizgicisiyle alakalı.

“İnsanlar, kâğıtlar hâlinde çöpe atıldılar.”

Orjinali şuydu;

“People were trashed in paper”

yoksa şu muydu;

“People trashed in papers”

neyse işte…

Bu manşeti bir gazete attı. Yıl, 1863 idi. İngiltere’nin kuzeyindeki bugün adı pek de bilinmeyen küçük kasaba Aspatria’da yayımlanmaya başlayan bir günlük gazete. Gazetenin adı Aspatria’s Volume idi. Üç yüz on altı adet basılmaktaydı. Üç yüz on adedi abonelerine gönderilen, altı adedi ise arşive kaldırılan bir gazeteydi Aspatria’s Volume. Gazetenin yayın yönetmeni, muhabiri ve sahibi ve köşe yazarı ve haber müdürü Edi N’neburgh isimli bir adamdı. Yirmi altı yaşındaydı. Yaşının konuyla pek alakası yok.

Gazetenin iki çalışanı vardı, birisi gazetenin her şeyi olan Edi, diğeri ise Budy N’neburgh. Budy ile Edi soy isimlerinden anlaşıldığı üzere kardeştiler. Ama biraz ters yaratılıştaydılar. Edi, girişimciydi; Budy, çıkışımcı. Doğal olarak Edi gazetenin sahibi, yazarı, muhabiri ve her şeyi iken, Budy sadece matbaa kısmıyla ilgiliydi. Gazete kendisine içerik olarak teslim edildikten sonra, içeriği kağıda aktarıp çoğaltmak Budy’nin işiydi.

 Ottmar Mergenthaler’in Linotype yazım makinesini icat etmesi 1886 yılında gerçekleşecekti.
Ottmar Mergenthaler’in Linotype yazım makinesini icat etmesi 1886 yılında gerçekleşecekti.

O zamanlar gazetelerin çıkış yöntemleri şimdiki gazetelerin çıkış yöntemlerine hiç benzemiyordu. Her şey birer birer yapılıyor, harfler bile teker teker diziliyordu. Ottmar Mergenthaler’in Linotype yazım makinesini icat etmesi 1886 yılında gerçekleşecekti ve dizgi denen şeyin önü önlenemez biçimde açılacaktı, ama henüz daha eski bir teknik kullanılıyordu. Ofset baskı tekniği de mevcut değildi henüz, ona da elli yıl kadar vardı. Ama bunun bir güzel tarafı vardı ki, misal dizgi yaparken harf hatası mümkündü ama kelime ve cümle hatası pek de mümkün değildi. Bahse değer gün, bahse değer gazete nüshası, bahsi gereksiz teknik ile basıldı, abonelerine gönderildi. (Bisikletli bir çocuk yapıyordu dağıtımı.) Bahse değer nüshanın manşeti aynen yukarıda anıldığı hâldeydi:

“İnsanlar, kâğıtlar hâlinde çöpe atıldılar.”

Kelime ve hatta cümle hatası hiç de mümkün değilken, hem de bu düzeyde bir kelime ve cümle hatası nasıl olabilirdi kimse anlamadı. Bu manşetin ne anlama geldiği sorgulandı. Doğal olarak ilkin başlığı atana sordular, Edi’ye. Başlığı atan bu başlığı atmamıştı. Öyle söyledi. Başlık aslında şöyle olacaktı:

  • “İnsanlar, yığınlar hâlinde çöpe atıldılar.”
  • Orjinali şu olacaktı:
  • “People thrown in piles”
  • ya da şu olacaktı;
  • “People thrown in piles”

Böyle söyledi Edi N’neburgh. O hâlde, manşete “yığınlar (piles)” yerine “kâğıtlar (papers)”mı dizilmişti? Dizgici Budy arandı. Bulunamadı. Bu kadar küçük bir kasabada aranan kişinin bulunamaması denize balığa gittiğinin, ya da ormana ava gittiğinin göstergesi olurdu çoğu zaman, ama insanlar beklediler ve balıktan ya da avdan dönen olmadı. Öte yandan Budy’nin av çizmeleri ve tüfeği ve oltaları Budy’nin evinde bulundu, kardeşi Edi tarafından. İnsanlar endişelenmeye başlamışlardı. Kasabada bir harekat başladı ve herkes ellerine gaz lambalarını alıp Budy’yi aramak için yollara düştü. Budy bulunamadı. Budy asla bulunamadı…

 Edi gazeteyi tek başına çıkarmaya devam edemedi.
Edi gazeteyi tek başına çıkarmaya devam edemedi.

Budy’nin ne demek istediğini hiç kimse düşünmedi. Bir dizgi hatası olarak görüldü her şey. Budy hayatından bezmişti, kendisini bir organ yığını olarak görüyordu. İnfilak edeceğini hissediyordu. Manşeti değiştirerek bir şey işaret ediyordu. Mesela ne infilak ederdi? Bomba.

İnsan etmezdi, insan roman yazardı, fizik yasalarını açıklardı, barış gönüllüsü olurdu. Ama anlaşılmadı. Kasaba çöplüğündeki cesedi de bulunmadı. Edi gazeteyi tek başına çıkarmaya devam edemedi. İki yıl sonra İsveç’e taşındı. Orada Alfred Nobel ile tanıştı. Sonrasını biliyorsunuz.