Puran Şeriati'nin hafızası

Puran Şeriati, 15 Şubat 2019’da vefat etti.
Puran Şeriati, 15 Şubat 2019’da vefat etti.

Kültür yaratacak öze dönüşün peşindeki Ali Şeriati’nin hayatının bilinmeyen boyutlarına ışık düşüren Puran Şeriati, özel anlara, mesajlara ve görüntülere sığdırdığı “zaman tanıklığı” ile geçmişin yeniden değerlendirilmesinin olmazsa olmaz parçalarından biridir. Şüphesiz eşinin Avrupa’dan bir yıl boyunca kendisine yazdığı mektuplar tümüyle yayımlandığında siyasi ve entelektüel etkileşimler biraz daha aydınlanacaktır.

Puran Şeriati, 15 Şubat 2019’da vefat etti ve çok kalabalık olmayan küçük bir topluluk kendisini uğurladı. İhsan Şeriati oradaydı, babasının kitaplarından etkilenenler de. İranlı yetkililer ise Ali Şeriati’nin cenazesinin onun yıllarca ders verdiği, 1960’ların ruhunu taşıyan kitaplarının şekillendiği ve adeta ülkesinin kolektif hafızasına kazıdığı Hüseyniye-i İrşad’a getirilmesini engelledi. Aslında okunan hatıralar unutulmasaydı hayretle karşılanmayabilirdi yaşananlar. Belirli bir dönemin saydamlaştırılması için Ali Şeriati’nin eserlerinden bazılarının İran’da yasaklanması üzerinde düşünülebilirdi. Ali Şeriati ve ailesi İran’da hep ilgi uyandırmış, tepki ve tartışmalara yol açmıştır. Üstelik hem siyasette hem de siyaset dışında. Nasıl izah edilirse edilsin, duygusal ve ruhsal kaygının yansımasıydı Puran Şeriati’nin cenazesinde yaşananlar; zira Ali Şeriati, “henüz tarihte kalmış bir hatıra” değil. Şeriati’yi “bir menzil değil yol” kabul edenlerin yaşadıkları dönüşümler de buna eklendiğinde, hatrı sayılır etkinin daralmasının seyri daha net ortaya konabilir. Olayın Türk basınına sınırlı yansıması ise derin hayal kırıklıklarını barındıran hususları yeniden değerlendirip yorumlamak bakımından çarpıcıydı.

Küllüyatın ayrılmaz bir parçası

Ali Şeriati’nin daha dikkatli okurları ise Puran Şeriati adını aynı zamanda Şeriati külliyatının yayımlanması sürecinde üstlendiği kritik rolü ile hatırlayacak.

Birkaç kez Türkiye’ye gelip konuşmalar yapan Puran Şeriati, okurların hafızasında Ali Şeriati’nin çeşitli eserlerindeki pasajlarla ve Türkçe’de üç farklı tercümesi bulunan hatıra kitabının yazarı olarak anılacak. Ali Şeriati’nin hayatının daha derinlemesine tanınmasına imkân tanıyan bu metin aynı zamanda düşünürün ailesi, sosyal ve siyasi kimliğinin oluşumu ve kendi hikâyesiyle şekillenmesi bakımından da önem arz eder. Kısa ömrünün en paha biçilmez zamanlarını muhalif aurasıyla şekillendiren Ali Şeriati’nin daha dikkatli okurları ise Puran Şeriati adını aynı zamanda Şeriati külliyatının yayımlanması sürecinde üstlendiği kritik rolü ile hatırlayacak. Bununla beraber kendisinin asıl değeri her zaman Ali Şeriati’ye, ailesine ve belki de ondan farklılıklarına dair anlattıkları olacak. Hâliyle Puran Şeriati’nin yaptıkları, eşinin bütün yazılarını, konferans ve konuşmalarını, sohbet ve röportajlarını, toplantılarını, araştırma notlarını, mektuplarını ve özet olarak külliyatını içeren metinlerin daha ötesinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Elbette yayına hazırlanan fakat henüz okurlarla buluşmayan onlarca Paris mektubu yayımlandığında, bazı hususların düşünülenden daha karmaşık olduğunun kavranması mümkün olacak. Mektupların eksikliğe rağmen yine de şimdiye kadar öğrenme imkânı elde edilen hususlardan hareketle de bir şeyler söylenebilir. Her ne kadar Puran Şeriati’nin eşiyle ilgili kitabı hatıra türü şeklinde yayımlansa da biyografik gövdeden filizlenen epey bir kısmı var. Ali Şeriati’nin hayatını anlattığı metinlerinden çocukluğuna, anne-babasından İran’ın 1940’lardan 1970’lere uzanan dönüşümünün izini süren bölümler biyografi kitabından alınmış gibidir. Hiç şüphesiz bu kısımlarda oldukça önemli aktarımlar yer alır.

  • Mesela Ali Şeriati’nin derse, yazıya ve okula karşı soğukluğu, kendisine verilen ödevler konusunda çok düzensiz, ağır ve tembel oluşu gibi. Ali Şeriati’nin kamusal imgesini oldukça başarılı bir şekilde özetleyen hatıraların aynı ölçüde özel alanını titizlikle yansıttığı söylenemez. “Susmanın estetiğini” örnekleyen Puran Şeriati’nin yazdıklarından hareketle, kocasına ilişkin çetrefilli konuların izi en azından şimdilik tümüyle sürülemez. Kendisinin geleneksel yapısını bir dereceye kadar korumuş olan bir aileye gelin gidişini anlattığı satırlar, toplumsal dönüşüm süreçlerini etkileyen siyasi kimlikleri ama aynı zamanda İslâm dünyasındaki Batıcı siyasetlerin yol açtığı yarılmaları açıklıkla ortaya koyar.

Gelgelelim zaman zaman alıntılarla anlatımın birbirine karışması, hatıraların bütünlüğünü zedeler. Metnin kendisinden kaynaklanan bu soruna farklı çevirilerin yenilerini eklediğini de söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz, Puran Şeriati’nin hatırladıklarının yalnızca duygusal bir geçmiş özlemi ve tek tek mitik izlenimlerden ibaret olmamasının da payı var bunda. Hatıralar kırılgandır; hele çok yakından tanınan kişilere odaklananları daha kırılgandır. Bunun sebebi sadece belli zamanların belirsiz bırakılması değildir, her hatıranın yaşananlara bir açıdan yaklaşmayı denemesidir.

Bunu unutmadan Puran Şeriati’nin hatıraları için şu söylenebilir: Meşhed Üniversitesi’nde öğrenciyken tanıştığı Ali Şeriati’yi aile geçmişi, çocukluk ve gençliği, Avrupa dönemi, Hüseyniye-i İrşad dersleri, tutuklanması, ev hapsi ve ölümünü içerecek pek çok detayla birlikte anlatır. Ekonomik durumu iyi bir tacirin kızı olan Puran Şeriati, Ali Şeriati’nin alaycılığı, halkın içinden gelişinin verdiği doğruculuğuyla Horasan köylülüğünün tipik davranışlarını yansıttığını düşünür kimileyin. Elbette bunları parça parça okumamak gerekir; mesela buna benzer pasajlar Kevir’le birlikte değerlendirildiğinde çok daha gelişkin çıkarımlar elde edilebilir.

İki farklı kişilik

Dünyaya bakışı önemli ölçüde Ali Şeriati ile paralel olan Puran Şeriati, hatıralarında bireysel hayatını nadiren anlatır. Kendisi İran’da Rıza Şah Pehlevi’nin Batıcı uygulamalara hız kazandırdığı 1934’te dünyaya geldi. Babası ise, kızının doğduğu yıl çıkarılan tesettür yasağı kanununu desteklemesinde görüldüğü üzere ister istemez bu dönüşümleri kabullenmişti. Puran Razavi’nin ailesi, dindar bir yapıya sahipti ve annesiyle babası çocuklarının İslâmî esaslara göre yetişmesi noktasında çaba sarf ediyorlardı. Babası, İmam Rıza Türbesi’nin hizmetkârlarındandı ve dinine bağlı bir kişiydi. Dönemin siyasi modernleşmesinin etkisiyle çocuklarına, özellikle de büyük kızı olan Puran Razavi’ye karşı davranışlarında geleneksel kuralları uygulamazdı. Buna benzer pasajları okuyanlar, farklı ülkelerde modernleşmeyi besleyen öğeleri bulabilmek için güçlü tutamaklar elde ederler.

Kalabalık bir ailede büyüyen Puran Razavi, davranış açısından daha çok ağabeylerinin etkisi altındadır.
Kalabalık bir ailede büyüyen Puran Razavi, davranış açısından daha çok ağabeylerinin etkisi altındadır.

Kalabalık bir ailede büyüyen Puran Razavi, davranış açısından daha çok ağabeylerinin etkisi altındadır. Onlar, bilim ve teknik öğrenme peşinde oldukları için her zaman aile büyüklerinin zihnini kızlarının okumasına engel çıkarmamaları konusunda hazır hâle getirirler. Ağabeyleri dönemin sol akımlarının da etkisiyle kadının toplumsal bir konum elde etmeden evlenmesine şiddetle karşıydılar. Bunun yanında kız kardeşleri de eğitimini her ne şekilde olursa olsun tamamlama arzusundadır. Aile ortamı ona bu imkânı sunar ve Puran Razavi ortaöğretimini Meşhed’de tamamlar. 1955 yılında, Tahran Üniversitesi’nin sınavlarına girer, Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır. Bu fakülteye kaydını yaptırır ve iki buçuk ay kadar Tahran’da derslere katılır.

Meşhed Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesinin açılmasıyla birlikte babası, kızının Meşhed’e dönmesini ve öğrenimini doğup büyüdüğü şehirde sürdürmesini ister. Puran Razavi de istemeyerek, hatta kendi deyimiyle “ağlaya ağlaya” bölümünü değiştirir ve Meşhed’e dönmek zorunda kalır. Puran Razavi, öğrenim durumunu belirten dosyayı Tahran Üniversitesi’nden Meşhed’e aldırdı ve bölümünü böylece değiştirdi. Ali Şeriati ile tanıştığı bu yeni üniversite, hem hocaları hem kütüphanesi açısından Tahran Edebiyat Fakültesi ile kıyaslanmayacak ölçüde zayıftır. Tanışmalarının ardından evin tek oğlu Ali Şeriati, onunla evlenmek ister. Gelgelelim babası Muhammed Taki Şeriati bu evliliğe Puran Razavi’nin başının açık olmasından dolayı karşı çıksa da oğullarının tercihine saygılarından çok ciddi bir muhalefet sergilemezler.

Tanışmalarının ardından evin tek oğlu Ali Şeriati, onunla evlenmek ister.
Tanışmalarının ardından evin tek oğlu Ali Şeriati, onunla evlenmek ister.

Puran Şeriati, hatıralarında zorlu hayatlarının inişli çıkışlı yönleriyle alakalı olayların tümünü anlatmaz ama. Bir söyleşisinde yer alan, birkaç satır hatıralarında zikrettiği hususların özeti gibidir: Ali Şeriati’nin gündelik hayata kayıtsızlığı, fikri ve siyasi meşguliyetleri ailenin zaman zaman ciddi sorunlarla karşılaşmasını beraberinde getirir. Ne var ki bunların tümü devletin baskıcı aygıtlarıyla ilgili değildir. Puran Şeriati, ailenin en zor yıllarını yaşadığı 1960’lar Fransa’sından unutamadığı birkaç olayı anlatır. Bunlar mücadeleye olan ilgisi haddinden fazla olan Ali Şeriati’nin kişiliği ve karakterine ilişkin çok önemli ipuçları sunar. Aile sorumluluklarının toplumsallık adına ihmalinin bedelini ödeyen, şüphesiz gene doğrudan hatıra sahibinden başkası değildir.

Fırtınalı iç dünyası tüm yazdıklarına yansıyan Ali Şeriati, zihnin gerçek yaşamının daima sınırlarda olduğunu gösteren Yalnızlık Sözleri’nde ihmal ettiklerine de değinir. Puran Şeriati ile yeni tanıştığı yıllarda kendisinden “yaşlı bir genç” olarak söz eder ve ekler: “Kötü görüşlü, acı düşünceli, yalnız, uzak kalan, rahat olmayan, tehlikeli, maceracı, aklı bir karış havada ve hayallere dalan bir genç.” Tahran’da Amerikan Başkanı Nixon’ın İran’a gelişini protesto ederken öldürülen abisinin de etkisiyle çeşitli sorumluluklarını dengede tutmayı sürdüren Puran Şeriati ise ondan oldukça farklıdır: “Mantıklıydım ve de gerçekçi, düzenliliği seven, faal ve sakin bir yaşama ilgi duyan bir yapım vardı.”

Fransa ve entelektüel dostluklar

Ali Şeriati, bilmeye ve onun insani bilimler alanındaki her bir dalın şüphe götürmez gerekliliğine olan susamışlığıyla durmaksızın çabalar. Bu yüzden arkadaşlarının önerisi ve kendi özel ilgisi nedeniyle sosyoloji bölümünde öğrenim görmek üzere 1959’da Paris’e gider. Gelgelelim Paris’e vardıktan sonra doktorasının öğrenim gördüğü Fars Edebiyatı Bölümünün devamı olması gerektiğinden haberdar olur. Gilbert Lazard’ın riyasetinde çalışmaya başladığı tezini istemeyerek de olsa tamamlar. Zira hocasının ifadesiyle, Şeriati sadece diploma almayı öne çıkardığından hangi konuyu çalışacağını önemsemiyordu. Hatıralar, daha büyük değişikliklere yol açmaya başlayan, dönemin ütopik duyarlılıklarını olması gerektiği gibi tasvir eder. 1960’lara ramak kala Fransa, çok ciddi tartışmaların yaşandığı tam bir kriz ülkesiydi.

Alexis Carrel’in La Priere (Dua) kitabı.
Alexis Carrel’in La Priere (Dua) kitabı.

Yıllardır süren Cezayir Bağımsızlık Hareketi, Fransız faşist grupların birbiri ardına çeşitli eylemlerle kendilerinden söz ettirmesini beraberinde getiriyordu. Aydınlar arasında yaşanan sonu gelmez tartışmaların da etkisiyle Cezayir Bağımsızlık Hareketi’nin teklifleri, gitgide Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yayılıyordu. Siyasi angajmanı kamusal faaliyetler, Fransa’yla sınırlı kalmadı, Batı’nın diğer metropol ülkelerine sıçradı. Ali Şeriati’nin bu yıllarda Fransa’dan Puran Şeriati’ye ve arkadaşlarına gönderdiği mektuplara yansıyan şehir intibaları, Seyyid Kutub’un Amerika’sından pek farklı değildir. Puran Şeriati, Ali Şeriati’nin zorlayıcı akademik çalışmalar yapmasının yanı sıra, büyük bir hevesle kendisini geliştirecek kültürel faaliyetlere yöneldiğini aktarır. Sözgelimi Arapça ve Farsça çok kitap bulunan Doğu Dilleri Kütüphanesi’ne sıklıkla uğrar. İran’da da tanıdığı Alexis Carrel’in çok derin ve güzel La Priere (Dua) kitabını Farsça’ya tercüme etmeye koyulur.

  • Fransızların faşist Almanlarla iş birliği yapmakla itham ettikleri Carrel’in düşüncelerine olan hayranlığı, dilini fazla bilmediği, felsefi düşüncelerinin zorluklarını anlayamadığı kitabının tercümesinden doğan yorgunluğu giderir. Hiç şüphesiz Ali Şeriati Alexis Carrel’in Dua kitabını tercüme etmesinin yanında daha ciddi başka tutkulara da sahipti. Bilhassa siyasi meselelere ve üçüncü dünyanın uyanışı bağlamında okuduğu, duyduğu ve gördüğü her şeyi adeta bir sünger misali içine çekiyor, benliğinin ayrılmaz bir parçası hâline getiriyordu. Puran Şeriati’nin anlattıklarına bakılırsa, Ali Şeriati Paris yıllarında vaktini akademik iklimin özenle seçilmiş istisnai taraflarına harcamaktansa geniş ölçüde siyasi, kültürel ve tarihsel bağlantılar kurmaya ayırır.

Bu yönüyle sonraki yıllarda özellikle Hüseyniye-i İrşad’da olgunlaştıracağı pek çok fikrin temellerinde 1950’lerin sonuyla, 1960’ların başlarındaki etkileşimler yatar. Bir yerde Martin Heidegger, Aristo’nun hayatını şöyle özetler: “Doğdu, çalıştı ve öldü”. Ona göre, bir düşünürün hayatının özü, onun yaşadıkları hatta onun eserleri bile değildir, aksine “düşünce seyri” ve daha çok da onun iç içe olan değişik yollarıdır. Bu yaklaşım, bir düşünürün çağının sorunlarına karşı ürettiği cevapların seyrinin eserlerinden takip edilmesi gerektiğini öne çıkardığından dikkate alınmayı hak ediyor.

Ali Şeriati, Mevlana dışında babası Muhammed Taki Şeriati, Hasan Furuği, Muhammed Talegani, Mehdi Bazergan gibi isimlerden etkilendi.

Kitaplar ve düşünürlerle örülen hatıralarında Puran Şeriati, çok farklı unsurlar arasında sağlam köprüler kuran Ali Şeriati’nin çoksesli dünyasının da izini sürer: Önce edebiyat çevirileriyle adından söz ettiren Ali Şeriati, Mevlana dışında babası Muhammed Taki Şeriati, Hasan Furuği, Muhammed Talegani, Mehdi Bazergan gibi isimlerden etkilendi. 1950’lerden 1960’lara doğru onu fikri bakımdan sarsan isimleri saymak gerekirse; Albert Camus, Henri Bergson, Louis Massignon, Alexis Carrel, Georges Gurvitch, Jacques Augustin Berque öne çıkar. 1962’de Frantz Fanon’un Jean Paul Sartre’nin bir mukaddimesiyle çıkan Yeryüzünün Lanetlileri kitabını okur ve onun düşüncelerinin etkisi altında kalır. Eşinin okuma deneyimlerini romantik bir havaya büründürerek aktaran Puran Şeriati, böylece onun daha ziyade entelektüel konulara ve yüksek kültür dünyasına yönelişinin de çetelesini çıkarır.

Bir açıdan geçen zamana kalemin meydan okuyuşu sayılan hatıralara sirayet eden sarih etkileşimlerden yola çıkarak Ali Şeriati’nin ilerleyen dönemlerini bilhassa Hüseyniye-i İrşad’daki öğretme sürecini birbirine dokuyan o tutkulu bağı görebiliriz: Saflığı bozulmamış sesleri dinleyerek zengin bir dil öğrenmektir bu. Kültür yaratacak öze dönüşün peşindeki Ali Şeriati’nin hayatının bilinmeyen boyutlarına ışık düşüren Puran Şeriati, özel anlara, mesajlara ve görüntülere sığdırdığı “zaman tanıklığı” ile geçmişin yeniden değerlendirilmesinin olmazsa olmaz parçalarından biridir. Şüphesiz eşinin Avrupa’dan bir yıl boyunca kendisine yazdığı mektuplar tümüyle yayımlandığında siyasi ve entelektüel etkileşimler biraz daha aydınlanacaktır.