Reçel yapmanın incelikleri üzerine bazı iktisat dersleri

Cins Oturum.
Cins Oturum.

Hadi gelin ikiyüzlülük yapalım. Cebine giren paradan memnun musun? Memnunsun. Memnundun. Memnun olmaya devam edeceksin. Dolayısıyla dünyadaki faize dayalı küresel ekonomik sistemden memnunsun. Ne oldu? Yol kazası oldu. Hikâye bundan ibaret.

Aykut: “Yusuf Bey’in düğününde kim ne takacak” sorusu ile başlayalım.

İsmail: Abi Yusuf Bey’in düğününde ben bir burma bilezik takmayı planlamış…tım.

Yusuf: Hâlâ tabi o plan geçerli.

İsmail: Fakat tabi bu doların düzensiz artışı neticesinde gram altın takmaya karar verdim. Küçük altın da değil, gram… Başkalarına da karışmam tabi.

Aykut: Galiba var daha önümüzde vakit.

Yusuf: 14 Ekim’de Aykut Bey. Burmanızla bekliyorum.

Aykut: Ben bu tip şeylerde manevi kıymeti olan hediyelere önem veririm. El yapımı bir çakı aldım, ahşap oyuyorum. Yükte hafif pahada ağır bir hediye tabi bu.

Furkan: Ben de bir şiir takacağım inşallah.

Yusuf: Yüz yıl sonra satarım belki para eder bu hediyeler.

Furkan: Sen olmasan da torunların nasiplenir.

Aykut: İmzalı kitaplarımı da verebilirim, bak elli yıl sonra iyi para eder.

Furkan: Yani alternatif ödeme yöntemleri geliştirebiliyoruz hâlâ. Bu iyi.

Aykut: Neydi İsmet Özel’in o şiiri?

Yusuf: “Bedelinde biliyorum size çek yazmam yakışık almaz / bunca kaybolmuş talan parayla ölçülür mü ya? / Bakın ben, birçok tuhaf marifetimin yanı sıra / ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim /üstüme yoktur ödeme hususunda…” diye devam ediyor.

Böyle anlarda okuyucularımız beni bağışlasın da hep aklıma geliyor. Son Samuray’da bir avuç samurayın ellerinde kılıçlarla topların üzerine doğru gittikleri ve birkaç top mitralyöz atışından sonra orada yığılmaları… Öyle bir son sahneye sahip olabilsek bari, ekonomide o da mümkün değil sanırım.

Furkan: Yusuf Bey, size çek yazmamız yakışık almaz.

Yusuf: Yine de altın alın siz, o da çok yazmaz… Ama anlamadığım, bunları neden söylüyorsunuz, yolun sonuna mı geldik? Niçin bu kadar karamsarsınız? (Derin Bir Sessizlik)

Aykut: Hahaha, buraya derin bir sessizlik yazın bence.

İsmail: Şu an dolar alış 6.76, dolar satış 6.77…

Yusuf: Dediğin anda o bilgi doğru değil artık.

İsmail: Evet, hayırlısı.

Aykut: Böyle anlarda okuyucularımız beni bağışlasın da hep aklıma geliyor. Son Samuray’da bir avuç samurayın ellerinde kılıçlarla topların üzerine doğru gittikleri ve birkaç top mitralyöz atışından sonra orada yığılmaları… Öyle bir son sahneye sahip olabilsek bari, ekonomide o da mümkün değil sanırım.

Furkan: Her Türk, içinde mitralyöze doğru koşmakla ilgili bir heves taşır.

Yusuf: O zaman bir başka soru bırakayım. Klasik iktisatta ülkedeki döviz kurunu dengeleme yöntemlerinden biri de paranın faizinin artırılması. Şimdi dolar yükseliyor. Çözüm yollarından biri olarak faizi artırmak doların yükselişini durduracak bir seçenek. Merkez Bankası faiz artırmalı mı, ne dersiniz?

İsmail: “Abicim faiz de günümüzün gerçeği tabi” diyen kim varsa dünyadaki küresel finansal sistemin devamlılığı için çalışıyor demektir. Hadi gelin ikiyüzlülük yapalım. Cebine giren paradan memnun musun? Memnunsun. Memnundun. Memnun olmaya devam edeceksin. Dolayısıyla dünyadaki faize dayalı küresel ekonomik sistemden memnunsun. Ne oldu? Yol kazası oldu. Hikâye bundan ibaret. Faizle bir şey alıp satmak, faizle ayakta duran finansal sistemi desteklemekle filan hakiki bir antikapitalistin herhangi bir işi olmaz. Antikapitalist diyerek parantezi genişletiyorum. Dolayısıyla bugün konuştuğumuz şey; dolar düşsün de herhangi bir gerekçeyle düşsün mü? Mesela Trump’la uzlaşarak mı, IMF ile uzlaşarak mı düşsün? Türkiye’de bu soruya 10 insandan 9’u “evet uzlaşalım ve dolar düşsün” diye cevap verecek. Çünkü o ikiyüzlülük hepimizi sarmış durumda. Yani bugün ben iyi kötü bir işletme yöneten biri olarak, dolar düşsün de nasıl düşerse düşsün diyorsam anla ki ikiyüzlülük yapıyorum. Bunu da dünyada bir dikili ağacı olmayan bir insan teki olarak söylüyorum.

  • Yani dolar nasıl düşerse düşsün demek bugün itibariyle Türkiye bağımsızlığını gözden geçirse de olur demek manasına geliyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama buna rağmen üzüldüğümüz şey şu. Geride bıraktığımız 17 senede çok ciddi ekonomik modeller hayata geçirilebilirdi. Gelinen noktada, anlıyoruz ki, bu modelleri hayata geçirme fırsatını ele geçirememişiz.

Aykut: Bu krizin sebebi gerçekten söylendiği gibi, çok cahilane hiçbir şey bilmeden söylüyorum, “yeni bir ekonomik model teklifi aklımızdan geçtiğinde işte Amerika da bize tepkisini gösterdi” ise, 10 yıl önce de denesek yine bu olacaktı. Yok eğer değilse zaten biz sisteme angaje bir ülkeyiz, abi. Yani bütün sistemin dışında ayrı bir teklif üreten ülke değiliz. Amerika ile şu anda evet farklı sebeplerden, birçoğunu da şahsen desteklediğim sebeplerden ötürü ters düşmüş hâldeyiz. Ama bütün o büyük sistemin içinde değil miyiz yani?

İsmail: Abi dünyadaki büyük sistemi ıskalamayalım. Dünyadaki büyük tartışma, Amerikan dolarının rezerv para olarak kalıp kalmaması tartışması. Çin, Rusya, Türkiye, Nijerya ve bir takım başka ülkeler bunu tartışıyor. Bir tek körfez Arapları tartışmıyor. Çünkü onlar için dolar kutsal bir para. Kâbe mi dolar mı diye sorsan ne cevap verecekler onu bilmiyorum.

Yusuf: Ben biliyorum…

İsmail: Evet ama mesele şu Trump sadece bize operasyon çekmiyor, dünyadaki pek çok ülkeye eş zamanlı operasyon çekiyor. Bir ekonomik suikast girişimi bu. İran’a, Rusya’ya, Çin’e ve bize. Bu operasyondan en çok etkilenen ülke Türkiye oldu çünkü buna dönük bir hazırlığımız yoktu. Çünkü sadece sıcak para üzerinden döndürmeyi tahayyül etmişiz ekonomimizi, anlaşılan o ki. Yatırım ekonomin yok. Yeterli döviz rezervin yok. Bunun gerekçelerini de sıralayabiliriz elbette.

Her zaman söylediğimi yine söyleyeyim. Farsça biliyorsan çeviri yapacaksın abi.
Her zaman söylediğimi yine söyleyeyim. Farsça biliyorsan çeviri yapacaksın abi.

2009’dan beri memleketin başına gelmeyen kalmadı. Gezi, 17-25 Aralık, 15 Temmuz ve doların bunlardan önceki ve sonraki durumlarını yan yana okursak ne demek istediğim anlaşılacak. Yani 150 milyar dolarlardan niye bu kadar eridik meselesi de konuşulabilir o zaman. Bir takım popülist politikalar, bir takım yanlış tercihler falan. 94’te çok sert bir ekonomik kriz yaşadım ben. Üniversite birinci sınıf öğrencisiydim. Zengin bir babanın parası çok çocuğu olarak geldim ve krizle birlikte fakir bir babanın İstanbul’da okumak için çalışmak zorunda olan bir oğluna dönüştüm. 2001 krizinin tam ortasında evlendim. Şimdi Yusuf evlenecek Ekim’de, yeni bir krizin tam ortasında evlenecek. Tam bu esnada ama Türkiye evrildi, devrildi. Başka birtakım hikayelerin başka şarkılarını söylemeye başladı. Her zaman söylediğimi yine söyleyeyim. Farsça biliyorsan çeviri yapacaksın abi. Cahit Zarifoğlu’na gelir iki tane Fars dili öğrencisi. Cahit Zarifoğlu der ki; “Hoş geldiniz, siz şimdi Fars Dili ve Edebiyatı okuduğunuza göre Füruğ Ferruhzad’dan, Sohrab Sepehri’den çeviriler yaparsınız, yahut klasik edebiyata ilginiz varsa Hafız çevirin yayımlayalım.” Öğrenciler ıkınıp sıkılırlar ve okudukları Farsçanın bunları çevirmeye yetmeyeceğini söylerler. Cahit Bey de “o zaman izninizle, benim yapılacak işlerim var” der.


Aykut: Çok iyiymiş bu, ilk defa duydum.

İsmail: Abi o zaman izninizle bizim yapılacak işlerimiz var. Üçüncü büyük krizle karşı karşıyayım ben ömrümde, ama Türkiye’nin nereden gelip nereye gittiğini de bu ömrüm boyunca gördüm. En azından bu krizde sırtında çuvalla bankadan para kaçıran aşağılık adamlar yok. Amerika’nın doğrudan tasallutu ile çıkmış bir kriz var. Kendi ülkesini soymuyor en azından birileri. Dolayısıyla, abi, neyi yapabiliyorsan onu yap.

Aykut: Aldın mı cevabını Yusuf Bey?

Yusuf: Çok güzel konuşuyor hakikaten. Aykut Bey’in sabahtan beri yaydığı o karamsar havayı dağıttınız İsmail Bey. Bunun için ayrıca teşekkür ediyorum.

Furkan: Hayır insan Aykut Ertuğrul’dan gerçekten o Bloomberg ekranına kilitlenmiş şekilde bakan birini beklemiyor değil mi? Bu bir şaşkınlık hâli bizim için de yani.

Aykut: Ya siz niye bana yürüyorsunuz şimdi?

Cahit Zarifoğlu’na gelir iki tane Fars dili öğrencisi. Cahit Zarifoğlu der ki; “Hoş geldiniz, siz şimdi Fars Dili ve Edebiyatı okuduğunuza göre Füruğ Ferruhzad’dan, Sohrab Sepehri’den çeviriler yaparsınız, yahut klasik edebiyata ilginiz varsa Hafız çevirin yayımlayalım.” Öğrenciler ıkınıp sıkılırlar ve okudukları Farsçanın bunları çevirmeye yetmeyeceğini söylerler. Cahit Bey de, “O zaman izninizle, benim yapılacak işlerim var” der.

Cins'te kan değişimi

İsmail: Peki şimdi bir kan değişikliği oldu. Bunu da Cins Oturum vesilesiyle duyurmuş olalım. Arda arkadaşımız gitti, Sibel arkadaşımız yardımcı editör olarak aramıza katıldı.

Furkan: Hoş geldin Sibeel!

Yusuf: Tabi kayıtlara geçsin diye söyleyelim, Sibel Hanım’dan yazı da bekliyoruz Cins için.

Aykut: Bu da kayıtlara geçsin. Sibel gördüğün gibi, İsmail Kılıçarslan ve Yusuf Genç, bir Yort Savul geleneği olarak, bütün işlerini canlı yayında görürler. Canlı yayında görev verirler, canlı yayında laf atarlar. Kaçamayacağın anda yani.

Yusuf: Şeffaflık diyoruz biz buna tabi.

Furkan: Yusuf Bey, siz 10 yıl önce bir yazı yazmıştınız, Keynes’ten nefretinizin sebeplerini açıklamıştınız. Orada reçel yapmayı bilen kızlarla evlenin gibi bir madde vardı. O zaman sorayım artık, yenge hanım reçel yapmayı biliyor mu?

Yusuf: Evet, epey önceydi. Doğrusu bilmiyorum.

İsmail: Yusuf, bir miktar vişne alınır, sapları ayıklanır, güzelce çekirdekleri çıkartılır. Bir gece önceden şekere yatırılır. Yani meyveler altta, üstüne şeker. Ertesi gün o şeker ile iyice hercümerç olan vişneye çok az miktar su katmak suretiyle o vişne kaynatılmaya başlanır. Bence birazcık karanfil ve limon da güzel olur vişnede. Yani bir takım yardımcı malzemelerle kaynatılır. Reçel kıvamına geldiğinde alınır, soğutulur ve tüketmek için depolanır.

Yusuf: Kapitalizme biraz da böyle direnilir.

Aykut: Ya da markete gidilir, bir miktar reçel alınır, dolaba yerleştirilir.

İsmail: Ben tam bu bağlamda bir yazı yazmıştım abi. Bu arada moralim bozuk olunca hiperaktivitem arttı. Çok konuşuyorsam durdurun beni.

Yusuf: Güzel konuştuğun için bir şey demiyoruz.

İsmail: Kapitalizm en çok evinde köfte yapanlardan nefret eder diye bir yazı yazmıştım abi. Köfte çok geniş bir ürün bandıyla çıkıyor tüketici karşısına. Kapitalizmi yenemememizin asıl gerekçelerinden biri bu.

  • Diyor ki, mesela “10 liraya birinci sınıf hamburger köftesiyle yapılmış hamburger var, ya da 25 liraya çok leziz İnegöl köftesi var, ya da 60 liraya sana ambiyansın içerisinde köfte yeme fırsatı sunuyorum.” 10 liraya köfte yediğinde kapitalizm senden razı oluyor. 25’e yediğinde de razı oluyor, 60’a yediğinde de razı oluyor.

Yusuf: Hatta ev yapımı hamburger diye bir şeyi de paketliyor sana.

İsmail: Kapitalizm, senden, evinde reçel yaptığında, evinde köfte yaptığında razı olmuyor. Hayatını “minimalizm” dediğimiz gerzekliğe uygun olarak değil, hakikaten sünnet-i seniyyeye uygun olarak küçültmeyi başarabildiğinde senden nefret ediyor.

Aykut: Büyük bir linçe hazır olarak, oradan da başka bir furya doğdu, benim çok da hoşuma gitmiyor. Bu organik meselesi.

İsmail: Evet, o da muazzam bir başka pazar. Tıpkı anarşizm işaretli tişört pazarı gibi. Sistemi reddet ama sistemin tam kalbinde yer al. Organik beslenme de, böylelikle kapitalizmi sürdürülebilir hâle getiriyor.

Aykut: Sistemi reddederek sistemin “sistemi reddedenler” bölümüne geçiyorlar. (Gülüşmeler)

Furkan: Çözüm belli abi. Herkes işini iyi yapsın.

İsmail: O neden oluyor biliyor musunuz? Kâbe’nin sahibinin Allah olduğunu sürekli unutuyor oluşumuzdan kaynaklanıyor. Boyumuzu aşan işleri düzeltmeyi göz önüne aldığımız sürece, hayatın küçük taraflarını hep ıskalıyoruz.

Yusuf: Mehmet Çelik Hoca “Er-rızku a’l Allah” ayetini şerh etmişti ya. Bizim “Rızık Allah’tandır” diye tercüme ettiğimiz ayeti hoca, “Rızık Allah’ın üstündedir, Allah’ın sorumluluğundadır” gibi açıklamıştı.

İsmail: Evet abi rızık Allah’ın sorumluluğundadır, üzerinedir yani.

Yusuf: Senin meselen değil yani.

Kapitalizm en çok evinde köfte yapanlardan nefret eder diye bir yazı yazmıştım abi. Köfte çok geniş bir ürün bandıyla çıkıyor tüketici karşısına.

İsmail: Evet. Bir de, kimden duydum hatırlamıyorum, bir Allah dostu olabilir, şöyle diyor: “Dünya malı için endişe etmek, ahmaklığı artırır.” Biz, gücümüzün yettiğini değiştirmek yerine, gücümüzün yetmediğini değiştirmeye uğraşan tuhaf ideolojik aygıtlar olarak geçip gidiyoruz bu dünyadan. Hikayemiz bundan ibaret. Çocuğu mutsuz ama dünyayı kurtarmaya çalışan insanlar dolu etrafımızda. Kendi çocuğunu kurtarmıyor ama dünyayı kurtarıyor. Sanki dünyayı kurtarmak daha kolay bir şey gibi? Geçenki Borges’e de bağlayacak olursak, sevgili okur devamlılığı var bu Cins Oturum’un, takip edeceksin yani.

İsmail: Rıdvan Bey, Recep Tayyip Erdoğan bu bahislerle ilgili bir düzenleme yaptı. Siz galiba kenarından biliyorsunuz bu işi. Gerçekten bu yurtdışı bahis şirketlerine milyonlarca lira mı kaçıyor ülkemizden.

Rıdvan: Abi yanlış hatırlamıyorsam onunla ilgili bir araştırma vardı. Yıllık 50 milyon dolar kadar yurtdışı bahis şirketlerine para gidiyor. Onu yurt içinde tutmak için bir çözüm önerdiler şimdi. Çünkü yurtiçi ofisleri yok o şirketlerin, vergi ödemiyorlar yani. Spor toto üzerinden onların oyun sistemlerine dönüyoruz biz de.

İsmail: Anladım, kumarı çeşitlendiriyoruz yani. E güzel bir şeymiş.

Yusuf: Tüm bunlar İsmet Bey’den işittiğim kapitalizm tarifini hatırlatıyor bana. Bisiklete binmek gibidir, diyor ya. Durursanız düşersiniz, ama o da düşer. Bütün hikâye, devlet olarak da fert olarak da bu aslında. Düşmeyi göze alamıyoruz, dolayısıyla başta konuştuğumuz ikiyüzlülüğü de sürdürüyoruz. Tek çıkış işte, elindeki iş neyse onu iyi yapmak.

İsmail: Abi, çıkışa inanmak lazım elbette. Neticede, biz, tahta bir asanın Kızıldeniz’i ortadan ikiye yardığına iman ediyoruz. Bu, bir iman meselesi yani. Soru şu: O kadar sıkıştık mı? O kadar sıkıştıysak asamız nerede? Asamızı mı çaldılar acaba? Bilmiyorum ki…

Yusuf: Asayı tutanın peşinden gidecek bir kalabalık da yoktur belki.

İsmail: Bu da mümkün. Yahu memleket o kadar garip ki, kendisini Yunus Emre’nin, Eşrefoğlu Rumi’nin, Niyazi Mısri’nin sahibi olduğunu düşünen şeyh efendiler var memlekette. Al gülüm seyreyle. Hangi asadan, hangi Musa’dan söz ediyoruz?

Tüm bunlar İsmet Bey’den işittiğim kapitalizm tarifini hatırlatıyor bana. Bisiklete binmek gibidir, diyor ya. Durursanız düşersiniz, ama o da düşer. Bütün hikâye, devlet olarak da fert olarak da bu aslında.
Tüm bunlar İsmet Bey’den işittiğim kapitalizm tarifini hatırlatıyor bana. Bisiklete binmek gibidir, diyor ya. Durursanız düşersiniz, ama o da düşer. Bütün hikâye, devlet olarak da fert olarak da bu aslında.

Yusuf: Evet bazen karamsarlığa kapılıyoruz. Akif’in “cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz” dizesi geldi aklıma.

Furkan: Abi ne olacak? En nihayetinde hepimizin ikişer böbreği var yani.

Rıdvan: Durum o kadar mı kötü? (Gülüşmeler)

İsmail: Sibel Hanım siz ne diyorsunuz?

Sibel: Allah büyüktür.

Soru şu: İp mi, jilet mi?

İsmail: Peki ip mi jilet mi? Furkan?

Furkan: İp. Yeteri kadar sakalım yok abi.

İsmail: Yusuf?

Yusuf: İp, çünkü önce o yapıldı.

İsmail: Sibel?

Sibel: Allah’ın ipi.

İsmail: Rıdvan?

Rıdvan: Jilet abi. İp kopar, jilet kırılır.

İsmail: Aykut?

Aykut: Yusuf Genç’e yakışan bir hamasetle cevap vereyim: Jilet. Bizi bağlayan bütün ipleri jiletle kesebilmek için.

Yusuf: Yok ama ya… Bu kadarını ben bile yapamam.

İsmail: İp. Çünkü kanımla yazmak istediğim herhangi bir mektup yok.

Grup olarak: Ooooo…

İsmail: O zaman eyvallah.