Şehir şehircilik: Kim için nasıl?

Evler, maliyetleri bakımından zengin-fakir ayrılığını ilk bakışta ortaya koyacak şekilde inşa edilmemeli.​
Evler, maliyetleri bakımından zengin-fakir ayrılığını ilk bakışta ortaya koyacak şekilde inşa edilmemeli.​

Evet, insanın insana yar olduğu, olması gerektiği; komşunun komşuya neredeyse mirasçı olacağı bir dine inanılan bir memlekette, bir evin yanına herhangi bir yapı yapılacaksa, dinine bakmadan komşuluk hukukunu gözeterek ev sahibinin rızasını, gönlünü almaya bakılmalı. Ona rahatsızlık vermemeye dikkat edilmeli.

Lüzumsuz bir soru mu sorduğumuz? Cevabın çocuk zihni için bile basitliği dolayısıyla gereksiz bir soruymuş gibi gelebilir ama biz yazıya girdik bile bu soruyla. Evet, kim için, nasıl kentler, şehirler istiyoruz? Cevabın çocuklar için bile basit olan kısmı “insan için elbette” şeklinde cevaplanabilecek kısmı. Bu noktada bir soru daha sormamız gerekiyor. Hangi insan? Bunu da insanı müslim ve gayrimüslim ayrımıyla düşünerek soruyoruz. Şöyle de sorabiliriz: Nefsinin hiçbir arzusuna direnç göstermeyen, biri diğeri için kurt olan insan için mi; nefsinin isteklerine karşı kontrollü davranabilen, biri diğeri için yurt ve yar olan insan için mi şehirler kurmak istiyoruz? Müslümanın ikinci seçeneği tercih edeceği açık. Seçmeli bir soru değil ama bu. Gerçek hayattaki durum pek bu tercih yönünde değil demek istiyoruz. Öyle olsaydı bu yazı gereksiz olurdu zaten.

Nefsinin hiçbir arzusuna direnç göstermeyen, biri diğeri için kurt olan insan için mi; nefsinin isteklerine karşı kontrollü davranabilen, biri diğeri için yurt ve yar olan insan için mi şehirler kurmak istiyoruz?

Biz bu yazı vesilesiyle Müslüman şehrinin ve şehircilik anlayışının nasıl olması gerektiği üzerinde düşünmek istiyoruz. Bunu tabii noksansız yapabileceğimiz iddiası taşımadan. Müslim-gayrimüslim ayrımıyla düşünmeye devam ederek bu iki dünyanın eve, sokağa nasıl baktığından da söz edelim. Müslüman için esas olan evdir. Ev, İslam cemaatinin organik en küçük yapısı olan ailenin mahremini koruduğu yaşama alanıdır. Sokak ise gel-geç yeridir. Kapitalist ekonominin inşa ettiği kentlerde ise sokak evden daha önemlidir. Çünkü sokak, kestirmeden söylersek paranın mekânıdır. Kentleri insanın vaktinin çoğunu evinin dışında geçirebileceği şekilde düzenlerseniz (emzirme odaları, AVM içinde mescit, çocuklar için oyun odalarını, kapitalist, insanı düşündüğü için yaptırıyor olabilir mi, diye bir soru bırakalım buraya) onu paranın mekânında para harcamak üzere tutarsınız. İnsanın insana yarlığınden söz ettik yukarıda.

Biz bu yazı vesilesiyle Müslüman şehrinin ve şehircilik anlayışının nasıl olması gerektiği üzerinde düşünmek istiyoruz.
Biz bu yazı vesilesiyle Müslüman şehrinin ve şehircilik anlayışının nasıl olması gerektiği üzerinde düşünmek istiyoruz.

Evet, insanın insana yar olduğu, olması gerektiği; komşunun komşuya neredeyse mirasçı olacağı bir dine inanılan bir memlekette, bir evin yanına herhangi bir yapı yapılacaksa, dinine bakmadan komşuluk hukukunu gözeterek ev sahibinin rızasını, gönlünü almaya bakılmalı. Ona rahatsızlık vermemeye dikkat edilmeli. Evet, dinî ve ahlaki değerler ev kurarken bile Müslümanın davranışına etki eder. Bunu belki en iyi, tuvalette oturuş yönüyle kıbleyi örtüştürmemek dikkatiyle izah edebiliriz. Müslüman bu dikkati, şehrin ilk yapısından itibaren göstermek durumunda aslında.

  • Eski Müslüman şehirlerinin medrese, cami gibi yapılar etrafında kurulduğunu duyup okumuşuzdur. Şehir kurarken ecdadın yaptığı ilk yapılardan biri de hamamlardır. Bu önceliğin “temizlik imandandır” anlayışına sahip bir toplumda rastgele olduğunu söyleyebilir miyiz? Müslüman, gayrimüslim gibi canının istediğince davranamaz her zaman.

Müslüman sözüyle, davranışıyla olduğu kadar sahip olduklarıyla da başkası üstünde ezici, üzücü etki bırakmamak gibi bir dikkate sahip olmalı. Bizce evler, maliyetleri bakımından zengin-fakir ayrılığını ilk bakışta ortaya koyacak şekilde inşa edilmemeli mesela.

Türk modernleşmesi öncesi şehirlerin oluşumundan, modernleşmeyle birlikte de kuruluşundan bahsedebiliriz. Oluşum-kuruluş farkıyla doğallık-planlamacılık durumuna dikkat çekmek istedik. Modernizm öncesi yapıların şehirdeki yerleşimi doğaldı, kendiliğindendi. Bugünse planlamadan şehir değil ancak kaos ortamı kurabiliriz. O yüzden Müslüman’ı, insanı mutlu edecek ya da en azından mutsuz etmeyecek bir şehir planlamacılığı geliştirmek durumundayız. Bu da inşasından, kuruluşundan sonra beliren ihtiyaçlara cevap verecek değişkenlik imkânına sahip ev ve şehirleri tasarlamakla mümkün görünüyor.

Apartman, site tarzı yapılar müstakil yapıların esnekliğine sahip değil mesela. Müstakil ev sahibinin evine istediği şekli verme, istediği eklemeyi yapıp istediği yeri yeniden düzenleme imkânı varken, apartman ya da site sâkini bu imkândan mahrum. Ayrıca bu yapılar bir kez bina edildikten sonraki düzenlemelere fazla müsait de değil zaten. Oysa farklılık imkânlarına açık bir ev ya da şehir insana sıkıntı değil ferahlık verir. Çevre düzenlemesi de aynı mantıkla yapılmalı. Mahallelinin, kentlinin ortak kullanım alanları kabaca; ayrıntılar ise insanların tabii hareketlerine göre planlanmalı.

Şehir kurarken tabiata zarar vermeme hassasiyetiyle hareket edilmeli.
Şehir kurarken tabiata zarar vermeme hassasiyetiyle hareket edilmeli.

Şöyle izah edebiliriz: Yaşadığım şehirde deniz dolgusuyla elde edilen alanı her şeyi düşünerek park olarak düzenlemişler. Bisiklet yolu, yürüyüş yolu, koşu yolu vs. Mesele de biraz bu aslında. Keşke her şeyi düşünmeselerdi. Dediğimiz gibi, kabaca düşünselerdi ya da. Yürüyüş yolu yapmışlar, ama insanlar yer yer kestirmeler oluşturmuş. Kestirmenin ayakların tabii davranışı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Demek istediğimiz şu: Çevre, park, bahçe düzenlerken düzenleyiciler insanın tabii hareketlerine uymalı bazen, insanları kendi düzenlerine uymaya zorlamak yerine. Çevreyi düzenlerken, şehir kurarken tabiata zarar vermeme hassasiyetiyle hareket edilmeli öte taraftan. Yeni bir şey söylemediğimizin farkındayız.

  • Okullarda bu fikri insanlara veriyoruz ancak hayatın gerçeğiyle bu fikir arasındaki makasın açık olduğunu da görüyoruz. Bu açıklığı kapatmak gerekiyor.

Bunu umursamayan, nasılsa kalmış bir parça yeşilliği zaruret olmadığı hâlde ya da ekonomik getirisini dikkate alarak şehirliye çok gören bir şehircilik anlayışının insanı mutlu eden şehirler tasarlayabileceğini düşünebilir miyiz? Çevre düzenlemesinden, tabiata zarar vermemekten bahsetmişken şehirleri her ne kadar düzenli ve yeşil de olsa Batı’nın kendi kentleşmesinin insanı mutlu etmediğinin (Amerika’da TOKİ tarzı evlerde yaşayanların intiharları hadisesini hatırlayalım) farkına varıp insanı mutlu edecek ev ve şehir planlaması üzerinde ciddiyetle kafa yormaya başladığını belirtelim. Amerikan filmlerinde gökdelenli şehirleri bir güç ve zenginlik gösterisi olarak hâlâ görsek de çoğu film ve dizinin epey zamandır tek ya da en fazla iki üç katlı evlerden oluşan semtlerde çekildiğini görüyoruz.

Belki film ekibi böyle yerleri kolay çekim yapabildikleri için tercih ediyordur, ancak daha insani, daha sevimli olduğu da şüphesiz. İnsanın mutluluğunu ciddiye alan bir şehircilik anlayışının insana zayıflığını, güçsüzlüğünü hissettiren yapılar, şehirler tasarlamaması gerekir. Önceki yazılarımızın birinde bundan bahsetmiştik. Yüksek katlı yapıların insana bu duyguları yaşattığı açık. Öte taraftan insan mutluluğunu önemseyen şehircilik anlayışı gürültülü iş kollarını meskenlerden uzak alanlarda inşa eder, etmeli. “-Malı, -meli” kipiyle konuşmak kolay. Çözüm önerin ne, onu söyle diyene cevabımız: Belediyelere ya da şehir kurma işini üstlenen kurumlara şehir kurulacak arazi üzerinde kişilerin zararına olmayacak şekilde istediği gibi hareket edebilme yetkisi tanınmalı, diyerek noktalayalım yazımızı.