Sıfır bir Adana sosyalizmi geri mi dönüyor?

“Sıfır Bir” biraz da Metin Erksan’ın “Gecelerin Ötesi” (1960) filmine benziyor.
“Sıfır Bir” biraz da Metin Erksan’ın “Gecelerin Ötesi” (1960) filmine benziyor.

“Kurtlar Vadisi” Amerikan şiddet anlatılarını estetik olarak kopyalayıp ona yerel bir içerik tıkıştırıyordu. “Sıfır Bir” ise kendini buradan kuruyor. Toplumsal tecrübeye sadakati ve samimiyeti temel alıyor.

Kurtuluş Kayalı, Yılmaz Güney’in ideolojisi için “bir tür sosyalizm,” der. Ne tür bir sosyalizm olduğu sorulduğunda ise cevabı “Adana sosyalizmi” olur. Bu tabir “Sıfır Bir” için de kullanılabilir.

“Sıfır Bir: Bir Zamanlar Adana’da” Youtube üzerinden yayımlanan bir internet dizisi olarak yola çıktı. İlk iki sezonunda bölüm başı 12 milyona varan izleyici sayılarına ulaştı. Sonra ücretli bir platforma geçti. Dizinin ilk bölümleri kısa süresine ve teknik imkansızlıklarına rağmen güçlü hikayesi ve etkili üslubuyla dizinin kalitesini ortaya koyuyordu. Böylelikle benzerlerinden ayrıldı. Ancak dizinin bir anda kitlelere ulaşabilmesindeki asıl sebep muhtemelen toplumla kurduğu ilişkiydi.

Dizi Adana’nın Hürriyet Mahallesi’nde küçük bir hırsızlık çetesinin mafyaya dönüşme hikayesini anlatıyor. Bu açıdan “Narcos” (2015) ve “Breaking Bad” (2008-2013) gibi popüler suç anlatılarından esinler taşıyor.

“Sıfır Bir”in çerçeve hikayesi de mahalle delikanlılığından mafya babası olmaya evirlen karakterleriyle bu ortak anlatıya uygun bir manzara arz ediyor.

Ayrıca son yirmi senede Türk televizyonlarında kendine yer edinmiş mafya dizilerini de bir biçimde devam ettiriyor. Bu diziler mitolojik bir muhayyilenin ürünü olarak ortak anlatı unsurlarına sahip. “Sıfır Bir”in çerçeve hikayesi de mahalle delikanlılığından mafya babası olmaya evirlen karakterleriyle bu ortak anlatıya uygun bir manzara arz ediyor. Ancak dizinin asıl başarısı bu anlatı biçiminin dışında toplumsal tecrübeye dokunabilmesinde saklı. Bir yandan yabancı menşeili suç anlatılarının görsel estetiğini kullanırken bir yandan da Türkiye’de günümüzde yaygın hale gelen nostalji duygusunu ortaya seriyor. Bu duygu mahalleden toplu konutlara doğru yaşanan toplumsal dönüşümün bir ürünü. İnsanlar mahalle cemaatinin kaybedilen sıcaklığını özlüyor. Sınıfsal ayrımlar giderek mekânsal ayrımlara dönüşürken toplumun geniş kesimlerinin aynı mahallede yaşadığı zamanlar zihinlerde tekrar canlanıyor. “Sıfır Bir” dönem dizisi değil. Ancak temel olarak bahsini ettiğim nostaljik hissiyata yaslanıyor. Üçüncü sezonda geçmişe dönerek günümüzde geçen hikâyeyi karakterlerin çocukları ile paranteze almasıyla bunu açık ediyor. Aslında dizi bir zamanlar aynı mahallede büyüdüğünüz yoksul çocukların, mahallenin delikanlılarının, külhanbeyi abilerinin ve kaderin bir cilvesi sonucu suça bulaşmış kabadayıların şimdiki hallerini anlatıyor. Günümüze taşınan bu nostalji karakterlerin hırsızlıktan adam öldürmeye uzanan suçlarının mazur görülebilmesini de mümkün kılıyor.

"Deli Yürek’teki gibi gidip mekan mı basacağız?"
"Deli Yürek’teki gibi gidip mekan mı basacağız?"

Mahalle cemaati

“Sıfır Bir”, “Deli Yürek” (1999) ile başlayan ve “Kurtlar Vadisi” (2003) ile en popüler örneğini veren bir dizi suç anlatısının üstüne geliyor. Hatta dizide bunlara atıf da yapılıyor. “Deli Yürek’teki gibi gidip mekan mı basacağız?” deniyor. Bu açıdan dizi metinlerarasılığının farkında. Bunu açıkça ifade edip kendine daha gerçekçi bir pozisyon belirliyor. “Kurtlar Vadisi” Amerikan şiddet anlatılarını estetik olarak kopyalayıp ona yerel bir içerik tıkıştırıyordu.

  • “Sıfır Bir” ise kendini buradan kuruyor. Toplumsal tecrübeye sadakati ve samimiyeti temel alıyor. Çok basit gündelik jestlerde bile o tarz mahalleleri bilenlerin tanıyacağı nüanslar ortaya konmuş. Öte yandan dizi siyaseten de kendisinden önceki suç dizilerinden ayrışıyor.

“Deli Yürek”, 1990’ların ikinci yarısından itibaren Susurluk Kazası gibi olaylarla ortaya çıkan meşruiyet krizinin yansımalarını üzerinde taşıyordu. Meşrulaştırma ihtiyacını mitolojik muhayyile ile doldurmaya çalışıyordu. “Kurtlar Vadisi” ise açık siyasi göndermeleri olan bir evren yaratmıştı. Ergenekon Soruşturmaları gibi bir siyasi tasfiye hareketi için zihinsel hazırlık oluşturmuştu. Sonraları bunlara polis bir başkarakter ile eklenen “Behzat Ç.”nin de siyasi yönü barizdi. Bir yandan bürokratik seçkinlerin izzet-i nefsini kurtarmaya çalışırken bir yandan da yaralanan adalet hissini asi bir komiserin yasadışı eylemleri üzerinden sağaltıyordu. “Sıfır Bir” ise bunlardan farklı olarak şimdiye kadar özellikle belirli bir siyasi söylem benimsemekten kaçındı. Bu da topluma dair söylediklerini daha gerçekçi ve etkili kılıyor.

“Sıfır Bir” hikayesiyle 1960’lı yıllarda yaygınlık kazanan eşkıya hikayelerinin de devamı özelliği gösteriyor. Dizide anlatılan çete bir yandan hırsızlık yaparlarken bir yandan da kadın ticareti, tefecilik ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşanlarla savaşıyor. Yani sol romantizmin çok sevdiği sosyal eşkıya şablonuna uygun hareket ediyorlar. Yine kurumsal siyasetin ve toplumsal mekanizmaların yetersizliğini göstermesi bakımından dizi 1960’lardaki sivil toplum tartışmalarını da anımsatıyor. Bu noktada mafyanın da kategorik olarak bir sivil toplum kuruluşu olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Böyle düşününce her sivil toplum kuruluşunun özgürlükçü olmadığı kolayca anlaşılıyor. Ancak Türkiye’de okur yazar insanlar bunu genelde zor yoldan öğreniyorlar.

“Sıfır Bir” hikayesiyle 1960’lı yıllarda yaygınlık kazanan eşkıya hikayelerinin de devamı özelliği gösteriyor. Dizide anlatılan çete bir yandan hırsızlık yaparlarken bir yandan da kadın ticareti, tefecilik ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşanlarla savaşıyor.

Halk ise kurumsal yapıya karşı özgürleştirici davrandıkları ölçüde tarikatlar gibi sivil toplum kuruluşlarını benimserken iktidar mücadelesine girdiklerinde bunlardan desteklerini çekiyor. Mahalli güç odaklarının halkın elini güçlendirdiği gibi bir gün yakın tehlike haline gelebilecekleri bilgisi halkın dimağında yer etmiş durumda.

Eşkıya anlatılarının popülerliğine rağmen eşkıyalığı meşru görmemek tarihten süzülen bu bilgeliğin sonucu olmalı.

Lümpen enerji

Yine de “Sıfır Bir”in delikanlılık üzerinden meşruiyet devşirdiği bir zemin var. Bu zeminin altında ise Türk toplumu için kurucu bir öğe olan “feta” kültürü var. Dizideki karakterler hırsızlık yerine meşru bir iş yapsalar ve dayanışma biçimleri devletin şiddet tekelini ihlal etmese onları pekâlâ “fütüvvet teşkilatı” benzetmek mümkün. Bu açıdan çetenin asabiyesi büyük oranda ahlaki bir karakter gösteriyor.

Dizi bunu bazen karakterlerin hırsız olduklarını unutacak kadar ileri götürebiliyor. Yine de onları hırsız azizler haline getiren dizi bunu bir ölçüde iyi temellendirdiği söylenebilir. Çetenin mensupları daha en baştan giriştikleri işte ölümle yazgılı olduklarının farkındalar. Hem kahramanlar hem kurban… İsyanlarında bile kadere bir boyun eğiş söz konusu. Dizinin delikanlılık anlatısı bu açıdan günümüzün siyasi atmosferini de iyi yansıtıyor. Modernliğin siyasi ve toplumsal kurumlar aracılığıyla sürekli dışladıkları ahlak ve sorumluluk alanları böylelikle delikanlılık üzerinden tekrar diriliyor. Bu anlatı toplumdaki popülizm ihtiyacını bir tür toplumsal katharsisle giderme işlevi görüyor. Nihai olarak hikâyenin sol romantizmin dümenine girip bir tür politik hınç anlatısına dönüşme riski de mevcut.


Çetenin mensupları daha en baştan giriştikleri işte ölümle yazgılı olduklarının farkındalar.
Çetenin mensupları daha en baştan giriştikleri işte ölümle yazgılı olduklarının farkındalar.

“Sıfır Bir” biraz da Metin Erksan’ın “Gecelerin Ötesi” (1960) filmine benziyor. Erksan bu filmde kolay yoldan zengin olma ihtirasının nelere yol açabileceğini araştırıyordu. Hayatlarındaki sıkıntıların çözümünü birlikte soyguna girişmekte bulan bir grup insanın sonunun felaket olacağı öngörüsünde bulunuyordu. Erksan daha sonra “Mahalle Arkadaşları”nda (1961) yine bir “çete” hikayesini bu sefer olumlu bir manzara içerisinde anlatmıştı. Her iki çetenin de ortak özelliği mahalle arkadaşlığına dayanmasıydı. Erksan böylelikle mahalle arkadaşlığının iyi ya da kötü yönde kullanılabilecek bir kolektif potansiyel ifade ettiğini düşünüyordu. Mahalle arkadaşlığını bu bağlamda kolektif hareketin metaforu olarak düşünmek mümkün.

1960’lı yılların toplumculuğu bu tarz hareketlerin toplumu dönüştüreceğini umuyordu. 1970’lerde bu umutların yerini kanlı bir hayal kırıklığı alıyordu. “Sıfır Bir”in toplumculuğunu besleyen dinamikler benzer şekilde iki yönlü bir potansiyel ifade ediyor. Türkiye’de etnik, sınıfsal ve kültürel gerilimlerin beslediği, siyasi ve toplumsal yapıların artık kapsamakta zorlandığı bir potansiyel bu.

Doğrudan herhangi bir ideolojik kalıba sokulamayan bu enerji lümpen bir karakter sergiliyor. Bu lümpen enerjinin nereye kanalize edileceği de henüz belli değil.