Tek bir cümleyle anlatamadığın şeyi gerçekten seviyor olamazsın

Cins
Cins

Türkiye şöyle bir ülke değil mi? Sürekli başa dönüyoruz sanki. Hani bunu halletmiştik, bunu geçmiştik. Sürekli tekrar başa dönüp sürekli irtica hortladı, sürekli 28 Şubat, sürekli bilmem ne…

İsmail: İki şey oldu bugünlerde… Biri yemek duası, Askeriyede’ki yemek duası “Tanrımıza hamdolsun” yerine “Allah’ımıza hamdolsun” şeklinde değiştirildi. Bir de -bilmiyorum- CNN’de Sözcü’de falan haberi gördünüz herhalde… İlkokul çocukları namaz kılıyor sınıfta. Öğretmenleri cuma namazı kılmayı öğretmiş çocuklara. Bir kereliğine sınıfı Mescit haline getirmişler.

Bana biraz tuhaf geliyor. Bence bu ayın en tuhaf iki hikâyesinden biri dua meselesiydi biri de sınıfta namaz kılma meselesi…

Aykut: İrtica yine hortladı yani…

İsmail: Ya Türkiye şöyle bir ülke değil mi? Sürekli başa dönüyoruz sanki. Hani bunu halletmiştik, bunu geçmiştik. Sürekli tekrar başa dönüp sürekli irtica hortladı, sürekli 28 Şubat, sürekli bilmem ne… Bana biraz tuhaf geliyor. Bence bu ayın en tuhaf iki hikâyesinden biri dua meselesiydi biri de sınıfta namaz kılma meselesi… Komik buldum yani iki tartışmayı da ama senin komik bulmadığın ciddi bir şey oldu Ahmet Hamdi Tanpınar merkezinin açılışında Orhan Pamuk konuştu.

Yusuf: Beni Tanpınar yaptı, diyor. Orada bir okuyucu yorumu vardı, onu gördünüz mü? ‘Allah’tan Tanpınar’ın haberi yok’ demiş okuyucu.

Aykut: Niye abi ya? Orhan Pamuk, Tanpınar’ı en iyi yorumlayanlardan birisi, hatta en iyi anlayanlardan birisi…

Yusuf: Nereden hareketle bunu söylüyorsun?

Aykut: ’90 küsurda Tanpınar hakkında yaptığı konuşmadan hareketle… Daha sonra o konuşma Defter dergisinde de yayımlandı. “Tanpınar ve Türk Modernleşmesi” diye müthiş bir konuşmadır.

Furkan: Bir de şey vardır; biliyorsunuz, dünyada şu an en çok okunan klasik Türk yazarı Tanpınar’dır. Tanpınar’ı dünyada en çok okunan ve bilinen yazar haline getiren de Orhan Pamuk’tur. Çünkü her röportajında kendi yazınsal atası olarak Tanpınar’ı işaret ediyor.

Yusuf: Tamam Orhan Pamuk’un da söylediği bu işte… Ama “Türkiye bir şey olacaksa, yalnızca Türkiye olmalıdır”, diyen adamla “bu topraklarda 1 milyon Ermeni öldürüldü”, diyen adam arasında ben doğrudan bir rabıta göremiyorum.

İsmail: Abi sen ahlak meselesine neden getirdin ki konuyu… Yani siyasi olarak Orhan Pamuk kendisine ajansı tarafından ne söyleniyorsa tekrar eden bir adama dönüştü. Bunu hepimiz biliyoruz ama bu Orhan Pamuk’un bilhassa 90’larda çok kıymetli bir romancı olarak temayüz ettiği gerçeğini değiştirir mi?

Yusuf: Tabii ki değiştirmez.

Aykut: Değiştirmez elbette…

Bir de şey vardır; biliyorsunuz, dünyada şu an en çok okunan klasik Türk yazarı Tanpınar’dır.
Bir de şey vardır; biliyorsunuz, dünyada şu an en çok okunan klasik Türk yazarı Tanpınar’dır.

İsmail: Dolayısıyla Tanpınar’ın durduğu siyasi yerle… Diyelim benimle aynı siyasi yerde duran başarısız şairleri ne yapacağız? Ya da seninle aynı siyasi görüşte olan başarısız romancıları ne yapacağız? Bu ikisini sanki birbirinden ayırsak demeye çalışıyorum, her şey bir tarafta…

Furkan: Fakat Yusuf’a destek manasında bir şey söyleyeyim. İkisi arasında şöyle bir fark var; Tanpınar’ı da oraya dâhil edebilirsin, Kemal Tahir’i de… Bu adamlar, Türkiye’yle ilgili sahici dertlere sahip adamlardı. Ve romanı, Tanpınar dâhil, bunun bir aracı olarak görüyorlardı.

Yusuf: Süper, Tanpınar’da biz o sancıyı bütünüyle gördük. Ama Orhan Pamuk’un son romanı Kırmızı Saçlı Kadın’ı ele aldığımız zaman oedipus kompleksi falan, saçma sapan şeyler… Burayla hiçbir karşılığı olmayan bir yorum çabası… Tanpınar’ın arada kalmışlığı çok sahicidir. Buradaki yapay.

Furkan: Başladığı noktaya gelirsek; Cevdet Bey ve Oğulları’na bakarsan…

Yusuf: O sahicilik orada da var.

Furkan: O zaman Tanpınar’ın çırağı bir romancıdan bahsedebiliriz, Cevdet Bey ve Oğulları’na bakarak. Fakat Kırmızı Saçlı Kadın meselesine geldiğimiz zaman trajik bir dönüşüm var.

Aykut: Çünkü Türkiye dönüştü. Tanpınar’ın arada kalmışlığı 1900lü yılların Türkiye’sinin dönüşümüydü.

Yusuf: Atlattık mı peki? Aynı sancıların içerisindeyiz…

Aykut: Bak, sen kişisel olarak o sancıların içinde olabilirsin ama genel kanı bu; çok net bir şekilde dönüştü. Dönüşmedi mi?

  • Yusuf: Lakayt bir şekilde yaklaşırsak evet dönüştü gibi görünüyor. Fakat gerçekte dönüşmediği ortada. Sorunlarımız aynı, sancılarımız aynı, arada kalmışlığımız aynı. Pamuk açısından değişmiş olabilir. Çünkü başka yere döndü. Orada da ana şey; Nobel hakikaten bozdu demek ki adamı. Başka bir dünyanın gözlüğü ile bakıyor dünyaya…

Furkan: Abi o gözlük çok belli. Şimdi burada bir Elif Şafak muamelesi yapmayalım ama…

Aykut: Orhan Pamuk, her halükârda Türk edebiyatının en önemli figürlerinden, en önemli romancılarından biri.

Yusuf: Bu cümlene ben de katılırım. Sorun yok.

Furkan: Ben de katılırım. Fakat Orhan Pamuk şunu çok iyi biliyor ve bunu bize de hissettiriyor abi… Paul Auster, hangi kültürel dolaşımın içerisine hangi metodoloji ile girdiyse, Orhan Pamuk da aşağı yukarı aynı metodolojiyi takip etmekte kararlı. Bunu da Orhan Pamuk’un son 15 yılı olarak özetleyebiliriz. Bu bir tercihti ve bu tercihi yaptı. Bu Elif Şafak’ın tercihi gibi bir tercih değil. Ama bir tercih…

İsmail: Bu tercihi yaparak beni Ahmet Hamdi Tanpınar yaptı, cümlesini de elinden kendisi almış oldu. Böyle söylenebilir hani, Ahmet Hamdi Tanpınar yaptıysa seni, Türkiye içinden konuşmak zorundasın. Türkiye’nin dışından konuşmaya başladığın zaman seni Ahmet Hamdi Tanpınar yapmış olsa bile artık sen o adam değilsin. Bugün ben Kemal Tahir’i çok seviyorum, beni Kemal Tahir yaptı, diyen adamın Türkiye’ye içerden bakma vazifesi var mıdır; vardır. İlk vazifesi Türkiye’ye içerden bakmaktır. Bir hesaplaşma yaşamak zorundadır yani. Ben Kemal Tahir çok seviyorum ama Avrupa sosyalizmi içine girmeye çalışıyorum, diyemezsin. Aptal derler sana ama Türkiye böyle aptallıkların çok rahat dolaşıma sokulabildiği bir yer.

Aykut: Ben başka bir aptallıktan söz edeyim mi abi… Hazır içerden bakma falan demişken Hürriyet Kitap 2017’nin en iyi 20 kitabını belirlemiş jüri üyelerini hızlıca söyleyeyim mi?

İsmail: Söyle, söyle…

Aykut: Jüri üyeleri -elbette- Doğan Hızlan ile başlıyor; Gülden Öktem, Haydar Ergülen, İhsan Yılmaz, Metin Celal, Ömer Erdem, Ömer Türkeş, Sibel Oral ve -elbette- yine Semih Gümüş… Bir de Şenay Aydemir Posta Kitap editörüymüş; o kim bilmiyorum Posta Kitap diye kitap eki mi var onu da bilmiyorum. Fuardan fuara çıkan reklam ekleri onlar galiba… Neyse 2017’nin en iyi 20 kitabında birinci sırada Sona Ermek ile Selim İleri var, Eyvallah.

İbrahim Kalın, ‘Ben, Öteki ve Ötesi’ , İnsan Yayınları
İbrahim Kalın, ‘Ben, Öteki ve Ötesi’ , İnsan Yayınları

Furkan: O da eyvallah değil abi…

Aykut: Konuşulur da onlar; Selim İleri sonuçta… İkinci sıra çok güzel yuh diyebileceğimiz bir isim var. Seher kitabıyla Selahattin Demirtaş. (Yusuf Genç masaya vurur: TAK TAK TAK)

Aykut: Yusuf’un “tak tak tak”ı da kayıtlara geçsin Arda. Tekrar ediyorum; 2017’nin en iyi 20 kitabı… Şunu parantez açıp hızlıca söyleyeyim, Yine bir ‘elbette’miz var burada. İsmail Akıncı var; İnsan Yayınları’nın sahibi kardeşimiz… Twitter’da bu listeyi paylaştıktan sonra çok tatlı bir sitemde bulunmuş; “bizim mahalleden yine iyi kitap çıkmamış” demiş.

İsmail: Çok iyi… Ya bir şey söyleyeyim. İbrahim Kalın’ın ‘Ben, Öteki ve Ötesi’ kitabının çıktığı yıl, İslam Düşünce Atlası’nın çıktığı yıl, Cevdet Karal’ın Uzun Sürdü Hazırlığım’ın çıktığı yıl… İlk aklıma gelenler bunlar. Bir dünya çok iyi kitap var. Kendi mahallesini kitabı bunlar. Türkiye’nin en iyi 20 kitabı bu değil. Hiçbir zaman da olmayacak.

Furkan: Abi, çözüm süreci sırasında ve onun öncesinde Doğan Kitap’tan çıkan Dağın Ardına Bakmak ve türevi kitaplarla yaptıkları, bugün Selahattin Demirtaş’ı bir edebiyat eseri sahibi kabul ederek yaptıklarından bağımsız değil. Demek ki o düşünce ve reaksiyon devam ediyor. Ve bence bu endişe verici bir şey. O günkü proje, bugün de devam ediyor.

O gün nasıl Dağın Ardına Bakmak diye 15 tane teröristle röportaj yapıp onları bir insan hakları aktivisti gibi gösteren kitaplar, Doğan Kitap’tan çıkmadı mı? Bugün de işte Selahattin Demirtaş’ın kitabı, en iyi 20 kitap listesine giriyor.

Aykut: O var elbette abi… Bir de şu var. Selahattin Demirtaş projesi devam ediyor. İçerideki entelektüel lider, peh peh peh!

Yusuf: Bunlar normalleşmiş değiller ki. Yerleri yok o yüzden oynayamıyorlar; yoksa bunların içlerinde taşıdıkları hınç, kin, nefret hâlâ aynı gücüyle ve aynı sertliğiyle devam ediyor. Aydın Doğan ve şürekasından bahsediyorum özellikle…

İsmail: Ya abi şöyle, bu liste…

Yusuf: Özkök’ün yazdıklarını okuyoruz…

İsmail: Bak bir şey söyleyeyim. Sonra Özkök üzerinden Kudüs’ü konuşuruz. Bu liste artık Hürriyet’in ve Doğan’ın Türkiye’de herhangi bir merkeziliği temsil edemeyeceği manasına gelir. Biz kültürel iktidar, kültürel iktidar diye konuşurken tam da bunu kast ediyoruz. Türkiye’nin merkeziliği burada değil artık. Bu liste en net onu gösteriyor. Üstelik şöyle bir tuhaflık var. Haydar Ergülen’in, Ömer Erdem’in olduğu bir jüriden edebiyat dışı kitaplarda İslam Düşünce Atlası çıkmıyor oluşu; Ben, Öteki ve Ötesi’nin çıkmıyor oluşu bu listenin kötü niyetli bir liste olduğunu gösterir. Belki onlar oy verdiler; Haydar Ergülen bilmez mi İslam Düşünce Atlası’nın ne manaya geldiğini…

Aykut: Adalet dedin ya abi az önce… Çok önemli… Böyle listelere baktığımız zaman ister istemez bir rövanş duygusuna kapılıyoruz. Biz de sizi görmeyeceğiz ulan deyip…

İsmail: Abi işte öyle değil. Biz oturup liste yapsak… Biz oturup liste yapsak Hasan Ali Toptaş’ı koyarız. Çünkü senenin kitapları arasında, Selim İleri’yi de koyarız. Çünkü o da senenin kitapları arasında.

Aykut: Adalet hep bizim borcumuz.

İsmail: Ama biz Mustafa Çiftçi’yi de koyarız abi buraya. Ama biz, Ömer Erdem’in şiirini de koyarız. Cevdet Karal’ı da koyarız. Cevdet Karal’ın şiir dosyası yayımladığı yıl abi bu yıl ve Allah aşkına söyleyin ben mi yanlış değerlendiriyorum, şahane kitap değil mi?

Furkan: Abi bu listeler hep böyleydi, bu yeni bir vaka değil.

İsmail: Abi ama bak, artık bunu o kadar göstererek yapıyorlar ki Furkan!

Furkan: Bu defa sadece Selahattin Demirtaş ekstrası var.

İsmail: Türkiye’de merkezilik -bu bize böyle bir tartışma başlığı olsun- Türkiye›de merkeziliğin yeniden tanımlanması şarttır abicim. Türkiye›de merkeziliğin yeniden tanımlanması şarttır, bunun da adaletle yapılıyor olması şarttır.

Furkan: Abi merkezin yeri değişti. Sadece tanımlaması kaldı.

İsmail: Hadi bunu tanımlayalım o zaman.

Yusuf: Emin miyiz? Ben emin değilim o kadar. Hürriyet’in -kabaca söylüyorum yine- marjinal alana kaydığını söylüyoruz. Bu doğru bir gösterge mi gerçekte?

Furkan: Henüz kaymadıysa da kayacak!

  • Yusuf: “411 El Kaosa Kalktı” diye manşet atan bir gazete hiçbir zaman merkezde değildi. Fakat Türkiye’ye mahsus saçmalıkların bir göstergesi olarak Hürriyet ve Ertuğrul Özkök merkezdeymiş gibi davranıyordu.

İsmail: İki isim çok üzüldü. Türkiye›nin ve Recep Tayyip Erdoğan›ın Kudüs konusunda inisiyatif kullanmasına. Biri Ertuğrul Özkök biri Aykut Erdoğdu… İkisi de çok üzülmüş görünüyor Türkiye›nin Birleşmiş Milletler›de, büyük bir başarıyla, 128 ülkeye karşı 9 ülke… 9 ülke dememek lazım Amerika ve İsrail dışında haritada yerini bulmakta zorlandığımız 7 ülke… Mikronezya ne abi? Ama Türkiye›nin bu kadar net inisiyatif kullanarak elde ettiği dış politika başarısını mesela Aykut Erdoğdu daha kaba saba bir adam olduğu için; o çok kabaca yapıyor da abartmamak lazım. “Filistin konusunda bu kadar abartmamak lazım” diye kaba saba aptalca bir şey yapıyor ama Ertuğrul Özkök “Bundan sonra Filistin›in de bazı sorunlara yol açtığını kabul etmeliyiz” falan gibi lanet cümleler kurdu. Türkiye›de mücadelenin neyle ne arasında olduğunu göstermesi bakımından, her İsrail Filistin meselesinde, İsrail sorununda doğrudan gözleri Ertuğrul Özkök›e çevirmek lazımdır ve Hürriyet gazetesine… Onlar İsrail konusunda ne diyorlar, meseleye nasıl yaklaşıyorlar bir katliamı bile nasıl olabilecek en yumuşak şekilde veriyorlar oraya bakmak lazım. Oraya bakmak lazım. Çok net! Yani bugün Türkiye›nin neye karşı direndiği meselesi, son yapılan Birleşmiş Milletler oylamasında bir kez daha ortaya çıktı Türkiye›nin niçin umut olduğu meselesi bir kez daha ortaya çıktı. Ve biz bunun sosyolojik bir etkisi yokmuş gibi düşünüyoruz. Arap sokaklarının hâli hazırda yine tek bir yıldızı var: O da Recep Tayyip Erdoğan… Çünkü herkes, bütün halklar neyin ne olduğunu görüyorlar. Biz Türkiye›nin yaptığını yeterli bulmuyoruz değil mi bir taraftan ama Araplar Türkiye›nin yaptığının onda birini, yirmide birini yapmadılar.

 “411 El Kaosa Kalktı” diye manşet atan bir gazete hiçbir zaman merkezde değildi.
“411 El Kaosa Kalktı” diye manşet atan bir gazete hiçbir zaman merkezde değildi.

Yusuf: Niye, Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı yaptı işte… Fahrettin Paşa Medine’yi yağmaladı, dedi hatırlıyorsanız bunu da konuşalım.

Furkan: Orada çok enteresan bir şey var.

İsmail: Seni bir yağmalarım, yağmalama görmezsin be pezevenk! (Pezevenk de kalsın burada.) Seni bir yağmalarız yağmalamak görmemiş olursun. Sırpları yağmalamadık ulan biz! Romanya’yı, Polonya’yı yağmalamadık. Mukaddes beldeyi mi yağmalayacağız geri zekalı? O Mukaddes beldeye köle oluruz ulan biz! Zaten de kölelik yaptık, Efendimizin (SAV) Mukaddes emanetleri hâlihazırda British Museum’da sergileniyor olacaktı ve bu geri zekalı pezevengin hoşuna gidecekti bu.

Yusuf: Çünkü efendilerinin müzesinde olacaktı.

Furkan: Bir tarihi karakteri hedef almak size de hiç tuhaf gelmiyor mu? Bence öyle basit bir çıkıştan ziyade çalışılmış, planlanmış bir çıkış.

İsmail: Çok iyi çalışılmış…

Furkan: Fahrettin Paşa seçimi çok iyi çalışılmış bir seçim. Fahrettin Paşa’nın simgelediği şeyin kıtalararası bir anlamı var abi. Özellikle bu ismi tercih ediyorlar. Ondan bir hafta ya da on gün önce Türkiye’de kendisine Profesör diyen bir adam önce Fahrettin Paşa’ya yağmacı ve hırsız dedi. Yani hiç tesadüf değil. O adamın tweetlerini Birleşik Arap Emirlikleri elçisi Birleşmiş Milletler Konferansı›nda bakın bazı Türkler de bizim gibi düşünüyorlar, diyerek gösterdi. Bana bunların hiçbiri masum spontane işler gibi gelmiyor.

İsmail: Abi şöyle düşünsene çok basit değil mi? Birleşmiş Milletler oylamasının yıldızı kim olacaktı? Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan… Bunun Arap dünyasındaki etkisini kırmak için bir şey denemeleri gerekiyordu. Kaşıyabilecekleri en hassas yer neresi Efendimizin (SAV) kutsal emanetleri… Tamam mı? Onun üzerinden Arap aleminde oluşan oluşacak Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan sempatisini kırabilir miyiz? Çok planlı bir şey. İngiliz aklı bu. Zaten Birleşik Arap Emirlikleri diye bir yer yok. Öyle bir yer yok, öyle bir ülke yok. O daha çok bir meslek biçimi: Gavatlık. (Bu da girsin kayıtlara.) Ama güzel bir şey yaptık Birleşik Arap Emirlikleri’nin elçiliğinin olduğu sokağın adını ne yaptık: Fahrettin Paşa Sokağı… Amerikan Elçiliği’nin olduğu sokağın adını da lütfen Filistin Sokak yapalım.

Birleşik Arap Emirlikleri diye bir yer yok. Öyle bir yer yok, öyle bir ülke yok. O daha çok bir meslek biçimi: Gavatlık. (Bu da girsin kayıtlara.)

Aykut: Bir de Fahrettin Paşa filmi…

İsmail: Onu hiç açma abi… Eyvallah, abi o zaman bir soru ile bitirelim: Aşağıdakilerden birini seçmek zorunda kalsaydınız hangisini seçerdiniz, niçin? A) Marquez, B) Borges, C) Cortazar, D) Galeano. Furkan Bey buyurun.

Furkan: Marquez.

İsmail: Bir cümleyle açıklayınız.

Furkan: Gerçeği alıp dünya turuna çıkarttığı için…

İsmail: Selman?

Selman: E) Hiçbiri. Bir tane Müslüman yok. Hepsi gavur ya…

İsmail: Yusuf?

Yusuf: Marquez. Kırmızı Pazartesi’yi yazdığı için…

Rıdvan: Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazdığı için Marquez.

Arda: Borges.

Bütün o sıkıcı gerçekliği tepetaklak ettiği için Borges demek isterdim
Bütün o sıkıcı gerçekliği tepetaklak ettiği için Borges demek isterdim

İsmail: Cümleni de duyalım Arda neden Borges?

Arda: Abi bir cümle yetmez Borges’i anlatmam için. En iyisi ben Borges’i gelecek sayı yazayım.

Furkan: Bir cümlede anlatamadığın bir şeyi sevmiş olamazsın Arda!

İsmail: Evet, bir cümlede anlatamadığın bir şeyi sevmiş olamazsın. Bir cümleni alalım Arda.

Arda: Cümle değil bir kelime olsun abi o zaman: Çünkü rüya…

İsmail: Aykut Bey sizde sıra…

Yusuf: Ben söyleyeyim mi Aykut Bey yerine; Borges…

Selman: Tabii ki Borges diyecek.

Aykut: Elbette Borges için bir cevabım vardı: Bütün o sıkıcı gerçekliği tepetaklak ettiği için Borges demek isterdim ama Marquez… Babaannesinin öykülerini anlattığı için Marquez.

Yusuf: Siz, İsmail Bey?

İsmail: Galeano, çünkü anlatacak çok şeyi var.

Arda: O zaman İsmail abi senden bir kapanış eyvallahı alabilir miyiz?

İsmail: Eyvallah.