Tutkulu

Dağı bir kurt sürüsü gibi aşıyorlardı şimdi, aç ve sefil bir kurt sürüsü gibi…
Dağı bir kurt sürüsü gibi aşıyorlardı şimdi, aç ve sefil bir kurt sürüsü gibi…

Yola çıkmalarının ardından 3 gece geçmişti, sıcağı soğukla harmanlayan bulut ve dağ egemenliğindeki bu zorlu coğrafyada böylesine büyük bir askeri birliğin sevkiyatı en deneyimli kumandanlar için bile başlıbaşına meseleydi.

“Nedir bu ses hafız onbaşı?”

“Hani şu Trabzon'a götürdüğümüz mevkuf var ya kumandanım…”

“Köydeki vukuatı işleyen herif mi? Ne istiyormuş?” “Haksız yere tutulduğunu söylemiş erlere, daha bir şeyler de anlatmış ya tam öğrenemedim kumandanım.”

“Kadı mı olmuş başımıza elin hergelesi? Peki askerin gürültüsü nedendir?”

“Onlar da aralarında yol boyu bunu tartışır dururlar. Hani neredeyse ikiye bölündüler birbirlerine hırlamaya başladılar. Zaten yola çıktığımızdan beri kimse adama suçlu gibi bakmıyor ne hikmetse efendim.”

Yola çıkmalarının ardından 3 gece geçmişti, sıcağı soğukla harmanlayan bulut ve dağ egemenliğindeki bu zorlu coğrafyada böylesine büyük bir askeri birliğin sevkiyatı en deneyimli kumandanlar için bile başlı başına meseleydi.

“Allah Allah! tuhaf iş. Neyse adamları uyar, dağı aşana kadar gürültü istemiyorum. O tutuklu herifle de kesinlikle konuşulmayacak.”

“Başüstüne kumandanım!”

Yola çıkmalarının ardından 3 gece geçmişti, sıcağı soğukla harmanlayan bulut ve dağ egemenliğindeki bu zorlu coğrafyada böylesine büyük bir askeri birliğin sevkiyatı en deneyimli kumandanlar için bile başlı başına meseleydi. O ve birliği Moskof ilerleyişine karşı en güvenilir hatlardan birine takviye olarak yollanmıştı. Dağı bir kurt sürüsü gibi aşıyorlardı şimdi, aç ve sefil bir kurt sürüsü gibi…

Yanlarında götürdükleri 3 büyük topu çeken katırlar gittikçe zorlanır olmuştu, ‘en iyisi mola vermek’ diye geçirmişti ki içinden, korkulan oldu. Ortadaki topu çeken katırlardan biri soluna doğru devrilip kendisine bağlı iki katırı da sürüklemiş ve ağır silahla birlikte yardan aşağı yuvarlanmıştı. Askerler arasında bir bağrışmadır koptu, halatları tutmaya çalışırken devrilen iki er son anda canlarını kurtarmıştı ama yaralı katırlar ve çok güvendikleri ölüm makinesi bulundukları yerden 20 metre kadar aşağıda yan yatmış duruyordu.

Üsküdar’lı bir zabit eskisi olan kumandan, ömründe bu kadar dağı ilk kez bir arada görmenin sarsıntısını üzerinden atamadan bir de bu dağların zorluklarıyla tanıştıkça ruh sağlığının daha çok tehdit altında kaldığını teessürle bir kez daha fark edip tütün tabakasına davrandı. Gün görmüş yaveri ise gözüne hemen iri cüsseli üç beş asker kestirmiş ve onları bu dik uçurumdan indirmenin bir yolunu düşünürken az ilerde birkaç askerin tutuklu adamla hararetli bir şeyler konuştuğunu fark etti. Kumandanın bu konudaki uyarısı aklına gelince canı sıkıldı ve hemen oraya doğru hışımla yönelip;

“Bre destursuzlar, size ses çıkarmayın, tutukluyla konuşmayın diye emir verilmedi mi, nedir bu haliniz!” diye sertçe ünledi.

Üsküdarlı kumandan şaşkınlık ve ilgiyle ilk kez tutukluya dikti bakışlarını bu sefer.
Üsküdarlı kumandan şaşkınlık ve ilgiyle ilk kez tutukluya dikti bakışlarını bu sefer.

Az sonra iki asker tarafından kollarına girilmiş bir halde gizemli tutuklu ve yaver kumandanın karşısında dikiliyordu. Söze yaver girdi;

  • “Kumandanım bu adam kollarını çözersek eğer yerden yuvarlanan topu çıkaracağını, bu iş için erlerin hayatını tehlikeye atmamamızı ve birisinin başına iş gelecekse bu kişinin zaten gözden çıkarılmış bir tutuklu olması gerektiğini söylüyor. Baş edemeyince huzurunuza getirdim”

Üsküdarlı kumandan şaşkınlık ve ilgiyle ilk kez tutukluya dikti bakışlarını bu sefer. Boyu ortadan uzun, neredeyse 2 metreyi bulan bu adamın, yanındaki iki asker tarafından güya zapt edildiğini düşünmek nereden bakılsa iyimser bir durumdu. Pehlivan yapısını sert doğayla mücadele etmekle kazandığı her halinden belliydi adamın. İlk kez acaba neden tutuklandığını merak etti ama fazla düşünmeden sordu;

“Bu kadar çok mu düşünürsün askerin sağlığını?” Saygılı fakat alev gibi gözlerini yerden kaldırıp kumandana diken adam;

“Biz İslam üzereysek, bunlar da bizim eratımız ise elbet düşünürüz sağlıklarını kumandan” dedi. Aldığı cevabı beğenen Üsküdarlı; “Pekâlâ, ellerini çözsek bu dik yardan, hem de bu cüsseyle inip o topu kurtarabilecek misin sence? Yok yere uğraştırmayasın bizi?” dedi.

“Uğraştık da olmadı dersiniz kumandan, hele bir yol çözün elimi” diye ısrar etti pehlivan.

Yaverine işaret verip olacakları izlemek üzere tabakasından bir ince tütün dalı daha çıkarıp omuzundaki ağır paltosunun yakasını düzeltti kumandan. Bukağısı çözülünce evvela saatlerdir hareketsiz kalmış kollarını ve bileklerini ovdu adam, sonra sağlam bir halatı beline bağlatıp emniyet için tutmalarını ve kesinlikle asılıp kendisini çekmemelerini tekrar tembihleyerek bir ucunu yanındaki şaşkın askerlere verip besmeleyle rampadan aşağı inmeye başladı.

Devrilen topun bağlı olduğu kolanları ve halatları toparlayıp bir ağaç kalınlığındaki sağ bileğine dolayan adam şimdi güçlü beline güvenerek sol koluyla kayalara tutunup ağır ağır kendisini ve ağır silahı yukarı doğru hareket ettirmeyi başarmıştı. En ufak bir hatada topun kendisini yardan aşağı çekmesinin önüne geçen yegâne engel ise beline bağlı ipin ucunda tutmak için hazır bekleyen askerlerdi. Bir saate yakın süren kan ve terle yoğrulu uğraş sonucunda düzlüğe çıkarmayı başarmıştı. Tüm asker, hatta soğuk duruşlu kumandan bile sevinç naraları ile dağı çınlatıyordu şimdi. Öyle ya, belki de iki ya da üç kişi gerektiren ve muhtemelen hayatlarını ciddi tehlikeye atacak bu iş, yiğit bir adam tarafından başarılmıştı.

Tutuklu bir süre nefeslenip getirilen suyu içtikten ve ayağa kalkıp iyi durumda olduğunu gösterircesine silkelendikten sonra tekrar karşısına dikildi;

“Allah razı olsun, büyük hizmetin dokundu bize, seni tutuklu olarak görmek şimdi içimi acıttı doğrusu. Yol boyu sormaya da fırsat olmadı, bize emanet eden zaptiye hangi suçtan tutmuştu seni?”

Tüm asker, hatta soğuk duruşlu kumandan bile sevinç naraları ile dağı çınlatıyordu şimdi.
Tüm asker, hatta soğuk duruşlu kumandan bile sevinç naraları ile dağı çınlatıyordu şimdi.

Kalın bıyığının uçlarını iki yana sıvazlayıp gözlerini kısan adam; “Kumandanım, yaşadığım köyde İslam olmayan ahali de var. Camimiz yetmediği için bir arazi satın alıp daha büyüğünü yapmak istiyorduk ama en uygun yerler bunların elindeydi. Pazarlık sırasında zorluk çıkaran bir gayrimüslim ile tartışmamız oldu. Tam vaz geçip başka yer bakalım diye büyüklerime haber götürecekken de ardımdan ağır tahkirde bulundu. Şeytana uyduk, ayarsız bir tokat attık mendebura ama ana sütünü az emmiş demek ki oraya yığılıp can verdi. Şeriat dedin mi boynumuz kıldan ince, ölen dindaşımız olmasa da büyüklerim teslim ol dedi biz de ellerimizi uzattık zincire. Sonrası malum, şehirdeki mahkemeye götürün diye size teslim ettiler’’

Kumandan iyice şaşırmıştı bu hikâyeye; “O yüzden mi askere suçsuz olduğunu söylüyordun yol boyu?” diye sordu. Biraz utanarak;

  • “Kumandanım, doğrusu bana kalsa teslim olmaz, layığını buldu kâfir derdim. Kim ister ki hürriyeti gasb edilsin? Yine de boynumuz kıldan ince, mahkeme ne derse rıza göstereceğiz mecbur”

Kaşlarını çatıp düşünceye daldı Üsküdarlı, şimdiye dek bu kadar mütevekkil kaç kişi tanıdığını hatırlamaya çalıştı. Bu pehlivan yapılı dağ adamında, o eskilerde kalmış erdemli adamların gölgesi vardı adeta, fedakârlık noktasında kimsenin yanaşamayacağı kıyılardan çekinmeyen adamların. Tabakasından bir dal daha çekip hırsla yaktı ve ilk kez adını sordu karşısındakine, “Bozağa, adım Bozağa” dedi adam.

“Bak Bozağa, bu hizmetin Devlet’i Aliyye için mükafatlandırılması şart bir mevzudur, madem bu ıssız dağın başında kumandan benim, o halde devlet de benim, kadı da benim, kanun da benim. Tutuklanman ve alacağın ceza içime sinmez, ben Trabzon’a ne vakit ulaşırım Allah bilir. Bu hengamede kimse bir adi vak’anın mahkemesini düşünmez. Seni serbest bırakıyorum, var şimdi git yoluna ama sakın köyüne dönme. Bir süre görünmezsen eğer mesele unutulur, sen de kendine bir hayat kurarsın. Haydi, sözüm budur, uğurlar ola” diyerek yaverine yolda ihtiyaç duyulacak basit şeylerin bir heybeye doldurulup bu adama verilmesini emretti.

Son birkaç gündür başına gelenlere büyük bir metanetle boyun eğen Bozağa bu kararı da, herhangi bir sevinç belirtisi göstermeksizin büyük bir tevekkülle kabullendi. Askerle vedalaşıp kumandanla sarıldı, helalleşip askeri birliğin istikametinin tam tersine doğru yola koyuldu. Yıllar sonra zaten yolunun Trabzon’a düşeceğini bilmeden, gittikçe ufalan bir karartı oldu dağlarda…