Üç soruda Mustafa Küpüşoğlu

Mustafa Küpüşoğlu
Mustafa Küpüşoğlu

Bir kitabı sevdiğimde gider bütün kitaplarını alırım. Mümkün olduğunca da yazılış sırasıyla okurum. Bir de arkası çok gelmemiş, getirilememiş kitaplar var. Satmadığı için yayınevinin arkasını getiremedikleri, zamanının çok önünde olduğu için okurla buluşamamışlar, yazarın herkese sırtını dönüp gitmesiyle bıraktıkları. Bunlar da modern insanın olanı tekrar keşifleri işte!

Neden okuyalım?

Okumak, diğer bütün edimler gibi bence. Diğer insanlarla, dışımızdaki dünyayla ilgili. Hiç kitap okumasam, sadece dış dünyayı gözlesem de aynı duygu durumuna ulaşabilirdim diyorum kendime.

Ya da resimlere baksam, müzikleri dinlesem vd. Ama bendeki yeteneklere ve daha çok da yeteneksizliklere bakınca kitap okumam bana en uygunu geldi. İyi her şey gibi bizi olumlu etkilemesi, neşelendirmesi, iyileştirmesi, ağlatanının bile içimizdeki bir şeyi arıtması harika bir şey. Okumanın en iyi tarafı görece ucuz bir maliyete sonsuz seçenek sunması. 1970'lerde, sadece 50 yıl önce çok çok az sayıda kitap, çoğu kere estetik kaygılardan oldukça uzak koşullarda basılabilirken, şimdi en açgözlü insanı bile doyuracak sayıda harika kitaplar yayımlanıyor. Çeviriler neredeyse eşzamanlı yapılıyor. O kadar çok okumayı istediğim kitap var ki, seçim yaparken zorlanıyorum.

  • Ne okuyalım?
  • Kesinlikle edebiyat. Felsefeci, mühendis, doktor vs, hangi arka plandan gelirsek gelelim her şeyden önce edebiyat, roman, hikâye, şiir. 20. yüzyılın başındaki yüksek edebiyat vurgusunun artık bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Goethe, Requiem for a Dream'in metnini yazmış olmayı isterdi diye düşünüyorum. Polisiyeleri, bilimkurguyu sadece vakit geçirmek için okunur diye aşağılamak artık mümkün değil.

Eco'nun çok iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum okuma oburluğuna. Göstergebilim teorisini yazan birisinin Gülün Adı'nı yazması harika bir şey. Bence nasıl Borges sevdiği yazarların sevdiği eserlerinden bir "Borges kitaplığı" oluşturduysa biz de kendi seçkimizi oluşturmalıyız. Ve şiiri en yukarıya koymalıyız.

Bir kitabı sevdiğimde gider bütün kitaplarını alırım. Mümkün olduğunca da yazılış sırasıyla okurum.
Bir kitabı sevdiğimde gider bütün kitaplarını alırım. Mümkün olduğunca da yazılış sırasıyla okurum.

Nasıl okuyalım?

Lisedeyken sanki kronolojik okumak şartmış gibi bir hava vardı. Aristoteles bilmeden Hegel'i, Hegel bilmeden Marx'ı, Dumezil bilmeden Levi-Strauss'u, Freud bilmeden Lacan'ı anlayamazsın gibi. Ya da klasikleri okumamak çok ayıp, yenilerden önce onları temizlemek gerekiyordu. Sonuçta bu bir yemek menüsü oluşturmak gibi de olmamalı; şunu sevmem, şunu şu mevsimde yemeli gibi. Kendime şöyle bir yol çizmeye çalışıyorum. Bir yandan insanlığın ortak belleğine yazılmış kitaplar var, bununla sadece klasikleri kast etmiyorum. Bir denetimden geçerek külliyatı yayımlanmış her yazar bu kategoride bence. Denetimden kastım bir yayınevinin mekanizmasından geçmiş olması. Ben bir külliyatçıyım çünkü. Bir kitabı sevdiğimde gider bütün kitaplarını alırım. Mümkün olduğunca da yazılış sırasıyla okurum. Bir de arkası çok gelmemiş, getirilememiş kitaplar var. Satmadığı için yayınevinin arkasını getiremedikleri, zamanının çok önünde olduğu için okurla buluşamamışlar, yazarın herkese sırtını dönüp gitmesiyle bıraktıkları. Bunlar da modern insanın olanı tekrar keşifleri işte!