Vallahi sizden razı değiliz!

Bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek konuşun şimdi konuşabildiğiniz kadar. Vallahi sizden razı değiliz!
Bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek konuşun şimdi konuşabildiğiniz kadar. Vallahi sizden razı değiliz!

Eğer dertleri bir hakikatin tespiti olsaydı, talebelerinin veya mevzuyla alâkalı ilim sahiplerinin nezaretinde adam gibi konuşurlardı. İlla kamera karşısında olmak zorundalar. İlla ki birbirlerini küçümsemeleri, aşağılamaları, kibir ve haset kazanında pişmeleri, halkın veya akranlarının nazarında beğenilmeleri, şeytanlarından “aferin canım evladım” taltifine mazhar olmaları gerekiyor.

Kays İbnu Ebi Hâzım rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr Radıyallahu anh, Zeyneb adında Ahmesli bir kadının yanına gitmişti. Onun hiç konuşmadığını gördü: “Nesi var, niye konuşmuyor?” diye sordu. Oradakiler:

“Hiç konuşmadan Hac yapıyor!” dediler. Hz. Ebu Bekr kadına:

“Konuş. Zira bu yaptığın helal değil, bu cahiliye işidir.” dedi. Kadın da konuşmaya başladı. Önce:

“Sen kimsin?” diye sordu. Hz. Ebu Bekr:

“Muhacirlerden biriyim!” dedi.

“Hangi muhacirlerdensin?”

“Kureyş’ten.”

“Kureyş’ten kimlerdensin?”

“Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr’im.”

Bir insan niye konuşur. Ağzı olmak sükût etmenin kıymetini takdir etmenin bir sebebi olamaz mı? Eğer doğuştan gevezelik gibi bir hususiyeti yoksa kişinin, hangi saikler onu her durumda ve edebe riayet etmeden, mal bulmuş mağribi edasıyla konuşmak için can atmaya sevk eder?

“Allah’ın cahiliyeden sonra bize lütfettiği bu güzel din üzerine ne kadar bâki kalacağız?”

“İmamlarınız müstakim (doğru yolda) olduğu müddetçe bâkisiniz.”

“İmamlar ne demek?”

“Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler halk da onlara itaat eder?”

“Evet!”

“İşte onlar imamlardır.”

(Buhâri, Menakıbu’l-Ensâr 26)

Televizyon seyretmekten elimden geldiğince sakınmaya çalışıyorum. Özellikle de ekrandan konuşmayı bir maharet veya üstünlük olarak görenlerin bulunduğu programları kastediyorum.

Bir insan niye konuşur. Ağzı olmak sükût etmenin kıymetini takdir etmenin bir sebebi olamaz mı? Eğer doğuştan gevezelik gibi bir hususiyeti yoksa kişinin, hangi saikler onu her durumda ve edebe riayet etmeden, mal bulmuş mağribi edasıyla konuşmak için can atmaya sevk eder? O mesele hakkında en iyi bilenin kendisi olması mı, hakikatin anlaşılmasına kendince bir katkıda bulunmak mı, muhatabını yerin dibine sokmak mı, benzer programların adamı ya da kadını olduğunu ortaya dökecek ve iyi bir ücret talep ettirecek piar çalışması mı?

Bir de bu soruları ekranda gördüğümüz kişinin Müslümanlıkları sözel olarak hassaten belirtilen ve etiket kısmında “aydın yazar akademisyen ilahiyatçı entelektüel araştırmacı” yazanlar üzerinden tekrar düşünelim. Çünkü efendim diğerlerinden kaçtığınızda kurtulmuş oluyorsunuz ama söz konusu olan, Müslümanlığı hassaten öne çıkarılanlar ise, kurtulmanız en az birkaç haftayı buluyor. Programı seyredip sizin ne düşündüğünüzü merak eden yakınlarınız, arkadaşlarınız, sosyal medyada bezi olanlardansanız takip edenler veya ettikleriniz, programın izdüşümü olan yeni yayınlar, hakkında yazılanlar falan filan...

Ayeti ayetle veya hadisle, âlimi âlim ile vuruşturan birini gördüğümde beni sanki doğruyorlar, içim kanıyor.
Ayeti ayetle veya hadisle, âlimi âlim ile vuruşturan birini gördüğümde beni sanki doğruyorlar, içim kanıyor.

Söyledikleriyle sizde ‘ben bu meselenin cahiliyim ama Müslümanlık böyle bir şey olmamalı’ fikri uyandıran birini gördüğünüzde ilk olarak elinize ıslak bir bez alın. Kişinin ekrandaki suratına tükürün ve sonra ekranı ıslak bezle silin, ameller niyetlere göredir ve bu iş sevaptır.

Ayeti ayetle veya hadisle, âlimi âlim ile vuruşturan birini gördüğümde beni sanki doğruyorlar, içim kanıyor. İslam’a mensubiyetimiz, bir ilmihal edasıyla kuşanılmış edepten yoksun ise ne işe yarar? İlmi, âlimin tedrisinden değil de kendi dizinin dibine çöküp kitaptan tahsil edenlerin cehaletinden ve cesaretinden ürküyorum. Hepsi mi böyle, elbette hayır. İlimde de tabiri caiz ise üveysilik vardır ve onlar evvela edep tahsil etmiş olanlardır.

  • Kimseye edep usul adap öğretecek halim yok ama bu işte bir sıkıntı var. Üstelik kafamızı çevirerek kurtulabileceğimiz cinsten de değil. Dinimizi, idrakimizi, izanımızı, irfanımızı ifsat ediyorlar. ‘Seyretme geçip gitsin’ kabilinden işler değil bunlar.

Biz seyretmeyeceğiz ama onlar da bu işlerden vazgeçecekler. Yok öyle üç köfte beş kuruş. Herkesin uyuduğu bir saatte yapmıyorlar bu programları. Seyretmemizden ziyade seyrediyor olma ihtimalimiz üzerinden yürütüyorlar gemilerini. Artık onlara nasihat etmenin olmaz ise kınamanın, şayet devam ederlerse dillerinin afetiyle baş başa bırakmanın yolunu bulmalıyız. Onlardan beri olduğumuzu ifade etmeliyiz. Önce genel olarak ne dediklerinden ziyade mesele konuşurken ortaya koydukları tavra tepki göstermeli, eğer devam ederlerse kendilerine ulaşarak şeytanın yolunda gitmekten uzaklaşmaları gerektiğini hatırlatmalıyız.

Herhangi bir ahlâk veya günahları tasnif eden kitaptan dilin afetleri bölümüne bakmalarını istesek çok mu sıradan bir iş yapmış oluruz.

Sosyal medya sebebiyle racon kesmeyen cümlelere pek itibar olmuyor biliyorum. Ancak derdim janjanlı ifadeler bulmak değil. Olabildiğince sade kelimelerle önce nefsimi sonra da bunu okuyanlardan birini istikbalde karşılaşacağı dil afetinden muhafaza etmeye dair gayret göstermek. Demem o ki, nasihatleşmek.

Eğer dertleri bir hakikatin tespiti olsaydı, talebelerinin veya mevzuyla alâkalı ilim sahiplerinin nezaretinde adam gibi konuşurlardı. İlla kamera karşısında olmak zorundalar.

Halen var mıdır bilmem, bizim zamanımızda İstanbul’un fethini anlatan ders kitaplarında kuşatma devam ederken kiliselerdeki Hristiyan din adamlarının meleklerin cinsiyetine dair teolojik bir mesele ihdas edip onunla meşgul olduklarını yazardı. Onların gittiği yollardan geçeceğiz ya, biz de düştük çukura. Çıkın çıkabilirseniz.

Dini bir meselede âlimlerin ihtilafını kamera karşısında diline dolayanların niyetini gerçekten merak ediyorum. Buna ilim mi diyorlar? Develerini bu kazığa bağlamayı mı tercih ediyorlar? Okudukları ilmin kendilerini getirdiği yer burası mı? Varıp hayrını görsünler. Biz onları şeytanları ile baş başa bırakacağız haberleri olsun. Edep ve usul tahsil etmeyenlerden şayet ettiler ise bundan istifade için yol bulamayanlardan öğrenecek bir hakikat olduğunu zannetmiyorum. Tersinden ‘böyle olmamak lazım’ hükmü dışında… Birbirleriyle çekişip buna “ilim” diyenleri görünce, ne bu hayatta ne ahirette kimseye zerrece faydası olmayan o sakil ilminiz batsın demekten başka bir şey kalmıyor bize.

İçerisinde Allah’ın (Azze ve Celle) Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zikredildiği cümleler ile konuştuklarını kulakları duyuyor mu bunların? Söylediklerinden hesaba çekilmeyeceklerine dair bir güvenceleri varsa bilemem. Eğer hesap vermeye dair bir imanları varsa dini çekiştirip durmasınlar.

Müslümanların birbiri ile cedelleşmesinden bir hayır sadır olacağını veya hakikat ışıklarının parıldayacağını düşünen varsa buyurun; “Ben, haklı bile olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum.” (Ebu Davut – Edep bahsi 7)

İlla kamera karşısında olmak zorundalar.
İlla kamera karşısında olmak zorundalar.

Eğer dertleri bir hakikatin tespiti olsaydı, talebelerinin veya mevzuyla alâkalı ilim sahiplerinin nezaretinde adam gibi konuşurlardı. İlla kamera karşısında olmak zorundalar. İlla ki birbirlerini küçümsemeleri, aşağılamaları, kibir ve haset kazanında pişmeleri, halkın veya akranlarının nazarında beğenilmeleri, şeytanlarından “aferin canım evladım” taltifine mazhar olmaları gerekiyor. Bir de efendim cehaletimi mazur görün, bildiğim kadarıyla ilahiyatın ilgi alanına giren meselelerde bu zamana kadar konuşulmamış olan bir husus varsa benim de dilimi eşek arısı soksun. İnsanların karşısına geçip (hadis rivayetinin dışında) ‘filan şöyle dedi öteki filan bunu dediydi’ diye nakilde bulunanlar, “Ey insanlar ben meşhur olmak istiyorum lütfen beni alkışlayın, yanında biraz da para verirseniz iyi olur hani.” diyenlerdir. İçiniz alıyorsa onları alkışlayın, içiniz almıyorsa ıslah olmaları için külliyen yalnız bırakın. Müslümana yakışan onları kendi haline bırakmaktır.

İki Müslüman arasındaki cedelleşme meselesinde; içerisinde haset, öfke, riya, nefsini üstün tutma veya temize çıkarma, halk nazarında meşhur olma, kibir gibi insanı helaka götüren yönelimler olmadan bir tarafta yer almak mümkün müdür? ‘İki yiğit çıkmış meydane’ ritüeli mi bu? Bir zahmet söyleyin arkadaşlara da Kırkpınar’a gitsinler.

Bu yazıyı hangi mesele veya kişilere istinaden yazdığımı belirtmek istemiyorum. Bunun önemi yok. Başka kişiler ve meseleler üzerinden tekrar edip duran bir husus bu.

  • Benim derdim ortaya matah bir şeymiş gibi konulan ve hemen her gün başka bir yerde karşımıza çıkma ihtimali bulunan tavrın zemmedilmesi ile alâkalı. Rahmetli Necip Fazıl’ın ifadesiyle, alçaklık bile bir seviye ifade eder, bunların yaptığı çukurluktan başka bir şey değil.

Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Kul bazen, Allah’ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul bazen Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar.”

Buhâri, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (2, 985); Tirmizi, Zühd 10, (2315)

Bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek konuşun şimdi konuşabildiğiniz kadar. Vallahi sizden razı değiliz! Yaptığımız her şeyden hesaba çekileceğiz; bu kadar basit bir kaideyi bile hatırlamıyorsanız ilminiz de yerin dibine geçsin siz de!