Yedinci mühür

Ölüm, kazanacağından emindir elbette ama şövalyeye aradığı fırsatı sunacak, inançlarıyla yüzleşmesi için ona vakit tanıyacaktır.
Ölüm, kazanacağından emindir elbette ama şövalyeye aradığı fırsatı sunacak, inançlarıyla yüzleşmesi için ona vakit tanıyacaktır.

En az iki Batı vardır: Kuralcı Avrupa ve serbestlikçi Amerika. Modernleşme bu iki eko-sistem de olgunlaşmıştır. Türkiye’nin modernleşme serüvenin deki çatlaklar, iktisadî yaşamındaki gelgitler, çoğunlukla zemine hangi oyun masasının kurulacağına dair çatışmalardan kaynaklanmıştır.

Kıyamet Günü’nün anlatıldığı İncil’in Vahiy bölümünün 8. Bab’ı şöyle başlar: “Kuzu (Hz. İsa) yedinci mührü açınca, gökte yarım saat kadar sessizlik oldu. Tanrı’nın önünde duran yedi meleği gördüm. Onlara yedi borazan verildi.” İlk dört melek borazanlarını çaldığında yerin, denizin, suların, yıldızların, insanların üçte biri yok olur. Sonra göğün ortasında uçan bir kartal yüksek sesle bağırır: “Öbür üç meleğin borazan seslerinden yeryüzünde yaşayanların vay, vay, vay haline!”

Ingmar Bergman’ın yazıp yönettiği, adını İncil’in Vahiy bölümünden alan Yedinci Mühür filmi, tedirgin ve sessiz bir gökyüzünde süzülen bir kuş görüntüsüyle başlar. Sonra Ortaçağ Haçlı Seferleri’nden, vebanın kol gezdiği memleketi İsveç’e dönen Şövalye Antonius Block ve silahtarı Jöns’ü sahilde uzanmış görürüz (Jöns’ün ismi, Roma mitolojisindeki, başlarından biri geçmiş diğeri geleceğe bakan, çift başlı Tanrı’yı anımsatır bize). Block kalkar, denizde elini yıkar, alelusûl dua eder. Duası cevap beklemeyen, cevap alamayacağını düşünen bir insanınki gibidir. Hemen ardından sahildeki satranç takımını görürüz. Takip eden sahnede şövalyenin toparladığı eşyaları arasında da bir satranç takımı vardır. Block diz çökmüş şekilde yola çıkmak için çantasını hazırlarken Ölüm ile karşılaşır. Ölüm ’ün kendisi için geldiğini anlayan şövalye, zaman kazanmak için onu satranç oynamaya davet eder. Zaman kazanmaya ihtiyacı vardır, çünkü başkalarının ölümüyle çok kereler yakından tanışmış olmasına rağmen kendi sonuna hazır değildir. Onu ne bekliyor bilmemektedir, uğruna savaş verdiği şeyin boş bir çaba olduğu endişesini taşımaktadır ve anlamlı bir şey yapmak istemektedir. Ölüm, kazanacağından emindir elbette ama şövalyeye aradığı fırsatı sunacak, inançlarıyla yüzleşmesi için ona vakit tanıyacaktır.

Bergman’ın deyimiyle Yedinci Mühür filmi, Ortaçağ malzemeleriyle sunulmuş modern bir şiirdir.
Bergman’ın deyimiyle Yedinci Mühür filmi, Ortaçağ malzemeleriyle sunulmuş modern bir şiirdir.

Bergman’ın deyimiyle Yedinci Mühür filmi, Ortaçağ malzemeleriyle sunulmuş modern bir şiirdir. Zamanın vebası nükleer tehdittir ona göre. Film, Soğuk Savaş atmosferinde yaşanan bunalımın yansıra, Bergman’ın otobiyografisinden izler taşır. Otoriter bir Lutheryan papazın oğlu ve gençliğinde yolu Hitler taraftarlığıyla kesişmiş Bergman’ın hayat hikâyesinde, din ve ideoloji, onu cevapsız bırakan ve hayal kırıklığı yaşamasına sebep olan iki kavramdır.

Böylece Bergman, filmde bazen Haçlı Seferleri’nden dönen ve geçmişini ölümün mutlaklığı karşısında boş bir çaba gibi gören Şövalye Block olarak çıkar karşımıza, bazen de materyalist ve katı gerçekçi Jöns olarak. Kâh şövalye gibi diğer insanları kendi varoluşuna dair işaretler aramak için izlemekle yetinir, kâh Jöns gibi akışın içindedir, müdahil ve başkalarıyla ilgilidir.

İyileşmek isteyen ama bir iyileşmenin olmadığı fikri peşini bırakmayan şövalye, Ölüm ile pazarlığı satranç üzerinden yürütür.
İyileşmek isteyen ama bir iyileşmenin olmadığı fikri peşini bırakmayan şövalye, Ölüm ile pazarlığı satranç üzerinden yürütür.

İyileşmek isteyen ama bir iyileşmenin olmadığı fikri peşini bırakmayan şövalye, Ölüm ile pazarlığı satranç üzerinden yürütür. Bergman için satranç, çokça düşünülerek seçilmiş bir alegori olmamalıdır. Zaten Bergman da filmi için, Täby Kilisesi’ne 15. asırda yaşamış Albertus Pictor tarafından çizilen, iskelet şeklinde tasvir edilmiş “ölüm” ile satranç oynayan bir adam resminden ilham aldığını söylemiştir.

Tecrübelerimiz de gösteriyor ki, “ahlâkını almayalım, tekniğini alalım” diyenler hayli yanılıyor; teknoloji bizatihi kendisi bir ideolojidir ve hiç olmazsa üretim ahlâkını dayatır.

Satranç metaforu, anlatacak hikâyesi olan, gözlem yapmakta mahir bir varoluşçunun zihninde çakan kıvılcımdır. Satranç, Batı’ya tıpkı İncil gibi Doğu’dan gelmiştir fakat kıtanın ruhunu, yasaları olan, yasaları yeniden yorumlanan bu oyun yansıtır.

Oyun iki kişiliktir: Siyah ve Beyaz, Canavar ve Melek, Papa ve Deccal, Devrimci ve Monarşist, Faşist ve Marksist, Kapitalist ve İşçi, Gelişmiş ve Geri Kalmış… Örnekler çoğaltılabilir. Karşı taraf hakkında bilinmeyen tek şey stratejidir ki, o da hamleler vasıtasıyla açık hale gelir. Sıkı kurallar vardır ve sadece taraflardan biri kazanır. Kuralları bozanlar süre kısıtlamasıyla cezalandırılır. Avrupa’nın politik ve ekonomik stratejisi, rasyonalite ve realite yorumu satrançta vücut bulur. Modern Avrupa geçmişin emzirdiği endişe ve belirsizliklerden ürküp her şeyi bir kurala bağlamış ve Eski Kıta, içindeki her aktörün ‘karesinin’ ve hamlelerinin belirli olduğu bir satranç tahtasına dönüşmüştür.

Onbaşı Block atını eyerlerken Ölüm ile karşılaşır
Onbaşı Block atını eyerlerken Ölüm ile karşılaşır

Ingmar Bergman eğer İsveçli değil de bir Amerikalı olsaydı filmin ana teması nasıl şekillenirdi?

İç savaştan dönen Onbaşı Block atını eyerlerken Ölüm ile karşılaşır ve hayatı karşılığında ona poker oynamayı teklif ederdi. Fakat buna Block’u sevk edecek şey artık anlam arayışı için zaman kazanma girişimi değil, son bulması mukadder hayata yönelik hazcı (hedonist) bir refleks olacaktı. Yarın henüz gerçekleşmemiş şimdidir, diyen kıta filozoflarına rağmen, Amerikan tarzında yarın yoktur, çok geç kalmadan her şeyin denenmesi gerekir.

İki Batı’yı birbirinden farklı kılanlar, birleştirenlerden çoktur aslında. Goethe’nin ünlü klasiği Dr. Faust, İblis’in gücünü bilgelik için talep ederken, 2003 yapımı Bruce Almighty filminin kahramanı Bruce Nolan, Tanrı’nın gücünü hazza ulaşmak ve kudret için araçsallaştırıyordu. Faust baştan ayağa bir Alman, Bruce ise tam bir Amerikalıdır. Böylece rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Onbaşı Block son nefesine dek narsistik tatmin arzusunu ve ustaya karşı oyunu kazanma ihtimalini deneyimlemek için Ölüm’ü pokere davet edecektir.

  • Poker Amerikalıdır. Akdeniz limanlarından kalkan gemilerle gelmiş olmasına rağmen ona hüviyetini kazandıran Amerika’dır. İç Savaş sırasında popülerleşmiş ve daha serbest bahislerle oynanması için kurallarında değişikliğe gidilmiştir.

Sürekli genişleyen bir hacimde çeşitlenmiştir. Amerika’da din, siyaset ve ekonomi ilişkilerinin temel karakteri adeta iskambil destesinden çıkmıştır. Bahis, blöf, rest… Amerika Birleşik Devletleri devasa bir Casino’dur. Killing Them Softly filminde Jackie karakterinin dediği gibi: “America is not a country, it’s just a business. Now pay me!” (Serbest bir çeviriyle: Amerika bir ülke değildir, bir ticarethanedir. Şimdi ödemeni yap!)

Killing Them Softly filmindeki bahsi geçen sahne: "Amerika bir ülke değildir, bir ticarethanedir."
Killing Them Softly filmindeki bahsi geçen sahne: "Amerika bir ülke değildir, bir ticarethanedir."

En az iki Batı vardır: Kuralcı (Regülasyoncu) Avrupa ve serbestlikçi Amerika. Modernleşme bu iki eko-sistemde olgunlaşmıştır. Türkiye’nin modernleşme serüvenindeki çatlaklar, iktisadî yaşamındaki gelgitler, çoğunlukla zemine hangi oyun masasının kurulacağına dair çatışmalardan -daha açık bir ifadeyle, sisteme hangi coğrafyanın belleğinin yükleneceği konusundaki çatışmalardan- kaynaklanmıştır. Uzun zaman Amerikanist serbest ekonomi ve kovboy siyaseti ülkede krizler doğurdu, 2000’lerde Avrupa Birliği ile yaşanan Lale Devri’nde dayatılan kriterler de bir noktadan sonra Türkiye’yi boğmaya başladı. Öyle görünüyor ki, iki mağaraya da bütün bedenimizle girmeye niyetimiz yok. Mağaralarda sıkışmış hissediyoruz. Bunu “tam bağımsızlık” fikrine savaş kabul ediyoruz.

Tecrübelerimiz de gösteriyor ki, “ahlâkını almayalım, tekniğini alalım” diyenler hayli yanılıyor; teknoloji bizatihi kendisi bir ideolojidir ve hiç olmazsa üretim ahlâkını dayatır. “Tekne ve teknik” metaforlarıyla da sıyrılabileceğimiz bir hâl değil bu.

Kendi stratejisini, yol haritasını, pusulasını, masasını kurmadan Türkiye’nin salt şanlı tarihiyle dünyada merkezî bir yer edinebileceği hayallerini görenleri de tatlı rüyalardan uyandırmak gerekir. Hâlihazırda tavla oynuyoruz, günlerimizi zarların insafına bırakıyoruz ve tavlayı kolumuzun altına alıp çay içmeye devam ediyoruz.