Soylu ve zarif bir öfke: Nuri Pakdil

Nuri Pakdil.
Nuri Pakdil.

Üç yıl önce bir ekim günü ayrıldı Nuri Pakdil bu dünyadan. Çizgilerin dışında yürüdü hep. İzm’lerin adamı olmadı. Onu anlamak için ondan yola çıkmaktan başka yol bırakmadı. Bir Mescid-i Aksa şiiri ile uğurlandı. Tabutunun üzerine Kudüs'ü temsilen şal örtüldü. Ona ve ülküsüne yaraşır bir veda ile yolcu edildi yeni yurduna.

Kalabalıklara ait değildir, hiç olmamıştır. Çizgi dışıdır. Anlaşılmazdır. Uyumsuzdur. İnandığı ve inanmadığı her şeyde nettir. Bir edebiyatçı olarak ürettiklerine ek olarak kişiliği ve fikir adamı hüviyeti ile de bu ülkenin gelmiş geçmiş en karizmatik adamlarından biridir.

1934 yılında şairler şehri Maraş’ta doğmuştur. Ailesi şehrin belli başlı ailelerindendir. Okumanın ve yazmanın kıymet bulduğu bir evdir yetiştiği ev. Annesinin kendisine verdiği atlasla uyuyup uyanan bir çocuktur Nuri Pakdil. Hem ülkesine hem de uzak coğrafyalara dair duyduğu sorumluluk hissi belki de ta o yaşlara, bu atlasla tanıştığı çocukluk yıllarına denk düşmektedir.

Maraş Lisesi’ni, ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. İlk edebî eserleri şiir ve deneme türündedir, Demokrasiye Hizmet gazetesinde yayımlanmıştır. Lise yıllarında Hamle adında bir dergi çıkarmıştır. İstanbul'da, Yeni İstiklal gazetesinin sanat sayfalarını düzenlemiş, gazete için yazılar yazmıştır.

Bir grup arkadaşıyla Şubat 1969’da Edebiyat dergisini çıkarmaya başlamıştır. Ardından 1972 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları'nı kurmuştur. Nuri Pakdil'in ve Edebiyat Dergisi Yayınları'nın ilk kitabı Batı Notları olmuştur. Dergi, aralıklarla olsa da uzun yıllar yayın hayatını sürdürmüştür. Edebiyat Dergisi Yayınları ise 1972-1984 yılları arasında 18’i Pakdil’e ait olmak üzere 45 kitap yayımlamıştır.

Pakdil, bu yıllar içerisinde pek çok farklı türde eser vermiştir; şiir, oyun, deneme, eleştiri yazmıştır. “Başka yazarlarda onları türlerden birine indirgemek mümkünken, onu böyle bir indirgemeye tabi tutamıyoruz.” demektedir dostu Rasim Özdenören.

Pakdil’in sanatı da kendisi gibi indirgenemezdir. Zira Pakdil de tanıma tarife uymaz, kaba kalıba sığmaz bir adamdır. Yazar Gökhan Özcan, etkileyici bir film karakterine benzetir onu: “Nuri Bey bana bizim gerçekliğimizin dışında yaşayan, sıra dışı, kalabalığımızın içinden biri olmaktan daha ziyade, bulunduğu her yerde başrolün kendisinde olduğunu hissettiren etkileyici bir film karakteri gibi gelirdi. Bundan kastım şu; öylesine renkli, o kadar karizmatik, o kadar ayrıntılarla dolu bir karakterdi ki, içinde adının geçtiği hiçbir cümleyi onu genel ahvalimizden daha ayrı bir yere koymadan tamamlayamazdınız.”

Yerli düşünce, Yeni Türkçe, Yeni kavramlar Edebiyat dergisi, Pakdil’in sanat anlayışının, sanat çevresinin ve eserlerinin tebarüzünde önemli bir role sahip olmuştur. Bir dergiden öte, bir okul işlevi görmüş; ortak duyarlılıkları olan isimleri buluşturmuş, yetiştirmiş, şekillendirmiştir.

Pakdil sanatçı kimliğinin yanı sıra iyi ve titiz bir dergi yönetmeni olarak çığır açan bir yayın anlayışı oluşturmuştur. Dergiyi asla sadece bir dergi olarak görmemiştir. Edebiyat da sadece edebiyat değildir onun için, güzel söz üretme eylemi değildir; edebiyat bir duruş, bir tutum alış, karşı koyuş, muhalefet aracıdır. Bunlar aynı zamanda Nuri Pakdil’in kişiliğini de niteleyen kavramlardır. Pakdil karşı koyan, dik duran, muhalefet eden bir sanat adamıdır. Özdenören, “Her şeyden önce bir tavır adamıydı.” der onun için.

Pakdil’e kulak verdiğimizde ise kendisini ve arkadaşlarını şöyle anlattığına tanık oluruz: “Biz yerli düşünceyi, dinimizin ebedî ilkelerini yeni Türkçe ile insanımıza sunarak İslam’ın öğretisel, tarihsel, evrensel, özgürlükçü, ilerici özünü yeni kavramlarla, yeni kelimelerle ifade ederek bu oyunu bozduk.”

Onun için yazmak, müesses nizama çomak sokmaktır, kara siyasaya karşı durmaktır, oyunu bozmaktır. Sıkça kullandığı kavramlar, hem yaşama hem edebiyata bakışının özetidir. Emek ve alın terinden çokça bahseder. Zulümsüz, sömürüsüz, putsuz bir yeryüzü diler. Kimlikli, erdemli, aşkın bir düzene inanır. Sorumluluk, özgürlük, önder kelimelerine onun metninde denk geldiğinizde bunların öylesine serpiştirilmediğini anlarsınız.

Sözgelimi: “Sorumlusunuz bütün yaptıklarınızdan, olanlardan ülkenizde ve ülkeniz olmayan yerlerde, ilginiz ve bilginiz oranında" cümlesini okuduğunuzda duyduğunuz şey canlı kanlı bir histir; esaslı bir sancı, soylu bir eylem davetidir. Tıpkı kirli mülkiyet, başkaldırı, kara siyasa, sömürü ifadelerinde samimi bir öfkeye şahit olduğunuz gibi. “İhtiyacımız olan şey esaslı ve soylu bir öfkedir.” diyen adamdır Pakdil. Yakınında bulunan ve ikliminde yetişen yazarlardan Hüseyin Su onu anlattığı kitaba “Entelektüel Öfke” ismini boşuna seçmemiştir.

Pakdil, her şeye ciddi ve derin anlamlar yükleyen adamdır. Az yoktur lügatinde. Öfkeyse öfke, sevgiyse sevgi, kavgaysa kavga… “Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim. Hele orta hiç sevemedim. Hep çok sevdim. Arkadaşlarımı da çok severim. Yeryüzüne biterim. Eve portakal aldığımda kasayla alırım, dayanamayanlar çürür” diyen adamdır Pakdil. Onun için portakal bile sadece portakal değildir.

  • İnsan! Seni savunuyorum, sana karşı.” diye tutup yakamızdan sarsan adamdır Pakdil.

“Arıyorsunuz? Neyi? Kimliğinizi mi?” diye soran, bizi kendimize getirendir.

Her koşulda doğru bildiği şeyin arkasında durandır. Onun tavrını, bir kitabının isminden hareketle ‘klas duruş’ diye tanımlayanlar olmuştur. Pakdil’in kendi kelimeleriyle klas duruş: Bir insanın, bir yazarın, hiçbir engelden yılmadan amacına doğru yürüyüşüdür.

Şöyle der: “Klas duruş, çok sabırlı olmaktır; vicdanlı olmaktır; yazdıklarınızla yaşama biçiminiz arasında çelişki olmamasıdır. Her koşulda, doğru bildiğiniz şeyin arkasında durmaktır."

Klas duruş, klas veda

Nuri Pakdil, 18 Ekim günü pek hazzetmediği şehirde, Ankara’da, tedavi görmekte olduğu hastanede 85 yaşında vefat etti. Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde kılındı cenaze namazı. O, musalla taşındayken arka saflardan bir ses duyuldu. İlk anda cemaatte şaşkın, tedirgin bir kıpırdanışla karşılık buldu. Sonra ses yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Bir gence aitti ve okunan da bir şiirdi. Evet, cenazede görülmüş şey değildi. Ama bu cenaze aykırı bir adama, Nuri Pakdil’e, aitti. Yaşamı gibi cenaze merasimi de sıra dışıydı ve bunda şaşılacak hiçbir şey yoktu. Başka türlüsü de beklenemezdi.

Kalabalık açılıp yol verdi ve genç, tabutun başına kadar geldi. Gür bir nida ile okuduğu şiir, Akif İnan’ın Mescid-i Aksa şiiriydi. ‘Kudüs şairi’ diye anılan Pakdil’e ve onun klas duruşuna yaraşır bir vedaydı.

2015 yılında Kudüs’e giderek Mescid-i Aksa’da cuma namazı kılmıştı Pakdil. “Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” diyen şairin ömürlük hayaline 81 yaşındayken kavuşmasının hikâyesiydi bu. Kitaplarından birinin adı Anneler ve Kudüsler’di. 2013’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Sanat Büyük Ödülü’nü, 2014’te Necip Fazıl Saygı Ödülü’nü almıştı. Ödüller, törenler çok da umursadığı, kıymet verdiği şeyler değildi. Bir Mescid-i Aksa şiiriyle uğurlanmak, belki de onun için en güzel ödüldü. Ona en yakışan payeydi.

Şiirin sonunda genç artık duygularını zapt edemez hale gelmişti, dönüp Pakdil’in dostlarından İdris Hamza’ya sarıldı, bir süre duyulan tek şey hıçkırıklar oldu.

İşte bir adamın, gerçekten büyük bir adamın, cenaze merasiminden hatırda kalanlar bunlardı. Yaşamı, yazdıkları ve duruşuyla gelecek nesillere esaslı ve soylu bir iz bırakan adamın toprak üstündeki son anları kayıtlara böyle geçti.

Gülsüm Sezgin / Editör, Yazar