6-7 Eylül 1955’de yaşananlar, efsaneler ve gerçekler

1955 Londra müzakerelerinde Türkiye heyeti başkanı olan merhum Fatin Rüştü Zorlu konferansın açılış konuşmasında, Kıbrıs sorununu mantık oyunlarından çıkartır ve hukuk çerçevesi içine yerleştirir.
1955 Londra müzakerelerinde Türkiye heyeti başkanı olan merhum Fatin Rüştü Zorlu konferansın açılış konuşmasında, Kıbrıs sorununu mantık oyunlarından çıkartır ve hukuk çerçevesi içine yerleştirir.

Türkiye'nin Kıbrıs adasının geleceği üzerinde titizlikle durmasının nedenleri tarihî, coğrafî, etnik ve stratejik verilere dayanmaktadır: Ada dört yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuş, tarihin hiçbir devrinde Yunan idaresine geçmemiştir. Ada Anadolu kıyılarına 40, Yunanistan 'a ise 1000 mil uzaklıktadır. 1. Dünya Savaşına kadar ada halkının çoğunluğunu Türkler oluşturmuştur ve hala da tapulu toprakların yüzde 60'ı Türklere aittir.

Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs sorunu ve 6-7 eylül VE 6-7

1955 Londra müzakerelerinde Türkiye heyeti başkanı olan merhum Fatin Rüştü Zorlu konferansın açılış konuşmasında, Kıbrıs sorununu mantık oyunlarından çıkartır ve hukuk çerçevesi içine yerleştirir.

Türkiye'nin Kıbrıs adasının geleceği üzerinde titizlikle durmasının nedenleri tarihî, coğrafî, etnik ve stratejik verilere dayanmaktadır:
Türkiye'nin Kıbrıs adasının geleceği üzerinde titizlikle durmasının nedenleri tarihî, coğrafî, etnik ve stratejik verilere dayanmaktadır:

Konferans Başkanı MacMillan, sözü Türk delegesine verdiği zaman Zorlu'nun okuduğu 28 sayfalı Türk tezinin özeti şu idi: “Lozan Antlaşması’nın 30 ve 31. maddeleri Kıbrıs adasına özel bir statü tanımıştır. Gerçekten de, 16. maddenin genel hükmüne karşılık, 30. madde ile Türkiye Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarını yalnız İngiltere'ye devrettiğini belirtmiştir. 31. madde ile de adada yaşayan halklara, antlaşmanın imzalanmasından başlayarak iki yıllık bir süre içinde Türk ya da İngiliz uyrukluğu arasında tercih hakkı tanınmıştır. Lozan Antlaşması’nın tutanakları incelenince görülür ki, bu hükümler antlaşmaya rastgele değil, uzun müzakere ve tartışmalar sonucunda konulmuştur. Türkiye'nin Kıbrıs adasının geleceği üzerinde titizlikle durmasının nedenleri tarihî, coğrafî, etnik ve stratejik verilere dayanmaktadır:

  • ● Ada dört yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuş,
  • ● Tarihin hiçbir devrinde Yunan idaresine geçmemiştir.
  • ● Ada Anadolu kıyılarına 40, Yunanistan 'a ise 1000 mil uzaklıktadır.
  • ● 1. Dünya Savaşına kadar ada halkının çoğunluğunu Türkler oluşturmuştur ve hala da tapulu toprakların yüzde 60'ı Türklere aittir.
  • ● Güvenlik bakımından da Kıbrıs adasının önemi Türkiye için çok büyüktür.
  • ● Bütün bu nedenlerle, Yunanistan'a karşı Kurutuluş Savaşı vermiş olan yeni Türk Devleti, Kıbrıs üzerindeki egemenlik hakkından ancak adanın İngiltere'ye devri şartıyla feragat etmiştir. Eğer İngiltere, Türkiye'den devraldığı egemenlik hakkından vazgeçmek niyetinde ise, Kıbrıs adası 'Asıl sahibine geri döner'. Çünkü çağdaş devletler hukuku - şahıs hukuku gibi - toprak parçaları üzerinde devletlere mutlak tasarruf hakkı tanımamıştır.
  • ● İngiltere, Türkiye'den aldığı bir toprağı Yunanistan’a devredemez.”
  • Zorlu’nun başarı ile takibettiği bu siyaseti akamete uğratan hadise ise hâlen karanlıkta olan 6-7 Eylül hadisesidir.
  • ■ Yassıada 6-7 Eylül davasındaki büyük skandal, Zorlu’nun, Londra’daki müzakere esnasında Menderes’e çektiği ama aslı bir türlü bulunup mahkemede okunamayan telgraftır.

Coşkun Kırca: "Tahminen 27-30 Ağustos 1955 tarihleri arasında Londra'dan Ankara'ya gönderilen bir telgrafın suretini okuduğumu hatırlıyorum… Bu şifre telgrafta "Başbakana arzı" kaydı ile şunlar yazılı idi: "İngilizler nezdinde tezimizin kabulü için ısrarlı faaliyetimiz devam etmektedir. Her ne kadar yaptığımız teşebbüsler kendilerini hayli şaşırtmış ise de, bu hususta yine de çalışılması kanaatindeyiz. Başbakanımızın bu ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını istirham ediyoruz ”

6-7 Eylül olaylarının soruşturulması sırasında, bazı politik mahsurlar meydana çıkmıştır.
6-7 Eylül olaylarının soruşturulması sırasında, bazı politik mahsurlar meydana çıkmıştır.

■ Burada -ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını- kısmını özellikle vurguladık. Sebebini izah için (Fatin Rüştü Zorlu’nun Adnan Menderes’e Londra konferansı esnasında çektiği) telgrafın aslından aynı bölüme bakalım. “Fakat ifadelerimizle haklarımızda musir davranacağımıza kendilerini teyakkuz ettirdiğimizi zannediyorsak da bu sahada çok çalışılması icap ettiğini, anlamaktayız. Tarafı devletlerinden bu husustaki ilgililere verilecek emirlerin pek faideli olacağını, saygılarımla arz ederiz”

Dikkat edildiği takdirde asıl metin ile Coşkun Kırca’nın hafızasından -hatırladığı kadarıyla- aktardığı metin arasındaki fark rahatlıkla görülecektir. İyi ihtimalle Kırca yanlış hatırlamakta, kötü ihtimalle maksatlı olarak metni çarpıtmaktadır.

Tertip kimlerin eseridir?

6-7 Eylül faciasının kim ya da kimler tarafından tertip edilmiş olabileceğini izah edebilmek için ayrıca iki olguya işret edeceğiz. İlki konu ile ilgili herkesin bildiği, Org, Sabri Yirmibeşoğlu’nun şu sözleridir: “İstanbul Ekspresin o günkü redaktörü Gökşin Sipahioğlu, kendisiyle yapılan bir röportajda, 6 Eylül 1955'teki saldırıların MAH tarafından organize edilmiş olduğunu anlatmıştır.”

 6 Eylül 1955'teki saldırıların MAH tarafından organize edilmiş olduğunu anlatmıştır
6 Eylül 1955'teki saldırıların MAH tarafından organize edilmiş olduğunu anlatmıştır

Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Özel Harekât Dairesi’nin yapısı ve çalışma yöntemleri konusunda 1991 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda, Sipahioğlu'nun bu açıklamasını şu cümlelerle onaylamaktadır: “Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı. Olağanüstü planlı bir operasyondu ve amacına da ulaştı. Sorarım size; bu, sıra dışı başarılı bir eylem değimliydi.”

Ve ikincisi Dilek Güven’den öğrendiğimiz bir İngiliz belgesidir, “Görünürdeki Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter." Ki bu, İngilizlerin hadiseye dahli olduklarının açık karinesidir. Kıbrıs’ta menfaatlerini korumak isteyen İngiltere, bu tertibin arkasında gözükmektedir.

Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı.
Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı.

Burada ayrıca 27 Mayıs İhtilalini gerçekleştirenlerden ve 1970’te Hürriyet’e Genel Yayın Yönetmeni de olan Orhan Erkanlı’nın sözlerine ise konu ile alakalı herkes dikkat kesilmelidir:

“6-7 Eylül olaylarının soruşturulması sırasında, bazı politik mahsurlar meydana çıkmış, Dışişleri Bakanı Sarper ile temasa geçilerek muhtemel gelişmeler mütalâa edildikten sonra, tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir. Yani ele geçen ipuçları ve deliller dış siyasetimizin selameti uğrunda dikkate alınmamış ve mevcut olduğu bilinen birçok delil ve şahit sorgulama dışı tutulmuştur…”

“Dış siyasetimizin selameti uğrunda” “tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir” ne demektir? Son asırdaki darbeler ve tertiplerin çoğunda olduğu gibi, karşımıza bir şekilde İngiltere mi, çıkmıştır? Böyleyse bunun, aksi ise, ne ise onun vuzuha kavuşturulması mutlaka gereklidir.

6-7 Eylül hadisesini bu çerçevede anlamak, bu sürecin bir parçası olarak anlamak gerekmektedir. Bu tertipte yer alanların bir kısmı, “devletin âlî menfaatleri” için, kalabalık güruhun çoğunluğu ise yağma için tertibe dâhil olmuş olabilir. Zaten bu tür hâdiselerde müdahil olanların çoğunluğunun, hâdisenin gerçek içeriği ve hedeflerinden haberi dahi yoktur.

6-7 Eylül hadisesini bu çerçevede anlamak, bu sürecin bir parçası olarak anlamak gerekmektedir.
6-7 Eylül hadisesini bu çerçevede anlamak, bu sürecin bir parçası olarak anlamak gerekmektedir.

En doğrusu Prof. Dr. Sebahattin Zaim’in şu tespitleridir: “İstanbul'daki 6 Eylül hadiselerini organize edenin, Gladyo teşkilatı yoluyla Özel Harp Dairesi’ni harekete geçiren İngilizler olduğu anlaşıldı. Türkiye'deki gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu. Sonunda olan gayr-i Müslim azınlığa oldu. Yahudiler İsrail'e, Ermeniler genellikle Fransa'ya, Rumlar da Yunanistan'a gittiler. Anadolu'dan İstanbul'a büyük bir iç göç dalgası da başlayınca, devletin dahli olmadan İstanbul Türkleşti. Eski kozmopolit karakterini kaybetti”

Demek ki:

1-) Ulus-devlet ve homojen bir Türk ulusu inşasının tamamlanması için, imparatorluktan miras kalan çok-dinli, çok-dilli, çok-milliyetli cihanşümul yapının tasfiyesi elzem görülmüştür.

2-) Benzer hâdiselerde de görüldüğü üzere, “derin devlet”, Osmanlı’dan bu yana süregelen bir yapı değildir. Aksine 1850’lerden sonra bizatihi Osmanlı’dan miras geleneksel yapıyı tasfiye eden ve bu süreçte uluslararası güçlerle irtibatlı olan bir organizasyondur.

3-) Britanya imparatorluğunu kontrollü olarak tasfiye eden/dönüştüren İngilizler, arkasında çatışan unsurlar bırakma taktiğini burada da başarıyla uygularlar.

4-) Türkiye 6-7 Eylül’den sonra bir daha, Kıbrıs tarihi hakkımızdan dolayı bizim olmalıdır; tezini hiçbir şekilde gündeme getirilemez. (Menderes’in tezlerinden biri özetle bu idi.)

Türkiye'deki gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu
Türkiye'deki gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu

5-) Sedat Simavi’nin 6-7 Eylül’deki rolü dikkat çekicidir. Babası Hamdi Bey, 5. Murat’ın hastalığında, veliaht Abdülhamit ile yapılan pazarlığın içindedir. Levent Çiftliğinde oturan Abdülhamid ile görüşür ve Mithat Paşa ile gizli temasını sağlar. Ailenin Osmanlı ve Cumhuriyette hakkı ile elde ettiği bir yeri vardır. Ancak Sedat Simavi’nin Kıbrıs meselesindeki rolü, oğlu Haldun Simavi’nin bir dönem Süleyman Demirel ile kapışması, diğer oğlu Erol Simavi’nin merhum Özal ile çatışması,- hatta adının Özal suikastı ile anılması ve Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun da adının Özal suikastına karışması yakın tarihin dikkat çekici olgularıdır. (Erol Simavi ve Org. Sabri Yirmibeşoğlu iddiaları reddetmekte, Özal ile aralarının iyi olduğunu ifade etmektedirler)

6-) İstanbul'da imparatorluk kültürünün sona ermesi ve taşralaşma, 6-7 Eylül ile başlar. Balkanların genelinde Osmanlı izlerinin silinme çabası ile İstanbul’un “Türkleşmesi” karşıt değil paralel süreçlerdir. Ve bir bütün olarak hepsi aleyhimize olmuştur.